Arama     Konular    
  Üye Ol antalya escort Ana Sayfa  ·  Konular  ·  Dosyalar  ·  Hesabınız  ·  Haber Gönder  ·  Top 10  ·  T.C Karayollari Haritasi  
Ana Menü
· Ana Sayfa
· 2. El Ilanlar
· Anketler
· Ansiklopedi
· Arkadaşına Tavsiye Et
· Arşiv
· Bize Ulaşın
· Dosyalar
· Faydalı İçerik
· Forumlar
· GizlilikPolitikasi
· Haber Gönder
· Hakkimizda
· Harita
· Konu Başlıkları
· Oyun Alanı
· Top 10
· Videolar
· Web Links
· Üye Günlüğü
· Üye Listesi
· İzlenimler
· Özel Mesajlar

Kimler Sitede
Şu an sitede, 1194 ziyaretçi ve 0 üye bulunuyor.

Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.

Giris
Nickname

Şifre

Guvenlik Kodu: Guvenlik Kodu
Guvenlik Kodunu Yeniden Yaziniz

Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.

Dost Siteler
www.webevi.com www.lamaorda.com www.saglikbilgisi.com www.bilgisayarbulteni.com www.thelostdownload.com www.ucretbordrosu.com


Ikiteker Motosiklet Fan Klubu - Motosiklet ve motosikletli yasam kulturu: Forums

Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi :: Başlık Görüntüleniyor - Gece Yüzü Yukarıda
 YardımYardım   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Gece Yüzü Yukarıda

 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Konu Disi
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
ilyada
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: May 05, 2004
Mesajlar: 1614
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Pts Ksm 01, 2010 4:20 pm    Mesaj konusu: Gece Yüzü Yukarıda Alıntıyla Cevap Ver

GECE YÜZÜ YUKARIDA

Ve belirli dönemlerde düşman avına çıkarlardı, "Çiçek Savaşı" derlerdi buna *


( * Çiçek Savaşı, Azteklerin kurbanlık tutsaklar avlamak amacıyla yaptıkları savaşlara verdikleri addı.)


Otelin o uzun holünün yarısına geldiğinde büyük bir olasılıkla geç kalacağını düşündü, motosikletini yandaki kapıcının izniyle bıraktığı köşeden almak için aceleyle dışarı çıktı. Köşedeki kuyumcunun saati dokuza on kaldığını gösteriyordu, daha vakti var demekti. Güneş kent merkezindeki yüksek yapıların arasından süzülüyordu. O , ( O çünkü kendi kendine olduğu, başını alıp düşüncelere dalarak gittiği zamanlara özgün bir adı yoktu) , gezi yapmanın beklentisiyle keyiflenerek motosikletine bindi. Motor bacaklarının arasında harıldıyor, serin bir rüzgar pantolon paçalarını çırpıştırıyordu.

Bakanlıklar yanından sıyrılıp geçti, pembesi, beyazı, sonra ana caddedeki dükkanlar ve vitrinleri.. Şimdi yolun en hoş bölümü başlıyordu, asıl gezi: iki yanı ağaçlı uzun bir yol, çok az trafik, bahçeleri sere-serpe kaldırımlara uzanan büyük villalar, kaldırımları belli belirsiz yoldan ayıran alçak çitler. Dikkati biraz dağılmış olsa bile yolun doğru yanında motosikletini sürerken, anca başlayan şu günün tazeliğine, hafif ve uçucu gerilimine kendini kaptırdı. Olasıdır ki kazayı önleyebilirdi, istemeden kapıldığı bu dalgınlık engelledi. Işık kendisine hala yeşil yanarken köşedeki kadının yaya geçidine çıkıverdiğini gördüğünde iş işten geçmiş, basit bir çözüm yolu bulmak olanağı kalmamıştı. Vargücüyle el ve ayak freni yaparak makinayı sola yönlendirdi, kadının çığlık attığını duydu ve çarpışma anında gözleri görmez oldu. Birdenbire uykuya dalıvermek gibi birşeydi bu..


Gene birdenbire kendine geldi. Dört beş genç erkek onu motorun altından çıkarmaktaydılar. Ağzında tuz ve kan tadı duydu, bir dizi acıyordu, adamlar onu tutup kaldırdıkları zaman da sağ kolunun bastırılmasına dayanamayıp ciyakladı. Sanki tepesindeki insanlardan çıkmıyormuş gibi gelen bu sesler onu güvencelerle, şakalarla yüreklendiriyorlardı. Tek avuntusu ışıkların gerçekten ondan yana olduğunu bir başkasının da doğruladığını duymaktı.

Gırtlağından yukarı tırmanıp duran bulantıyı bastırarak kadına ne olduğunu sordu. Yüzü gökyüzüne bakar halde yakındaki bir eczaneye götürüldüğü sırada, kazaya neden olan kadının birkaç sıyrıkla kurtulmuş olduğunu öğrendi.

"Yooook, karıya çarptın dahi sayılmaz ama frene bastığın sırada motor havaya sıçradığı gibi yan devridi ve sürüklendi.."

Ortaya atılan görüşler.. Başka kazaların hikayeleri.. Rahat dur.. Önce omzundan tutup öyle kaldırın.. Hah şöyle, çok güzel.. Ve küçük bir semt eczanesinin loşluğunda ona yatıştırıcı birşeyler yudumlatan beyaz gömlekli biri..

Beş dakikaya kalmadan polis cankurtaranı geldi, onu şilteli bir sedyeye kaldırdılar. Dümdüz uzanabilmek ne büyük rahatlıktı. Korkunç bir şokun etkisi altında olduğunu bilmekle birlikte, gene de tümüyle uyanık ve kendinde, yanındaki polis memuruna bildiklerini anlattı. Kolu hiç acımaz gibiydi artık, yalnız kaşının üstündeki yarıktan akan kan bütün yüzüne yayılıyordu. Kanı emmek için birkaç kez dudaklarını yaladı. İyi sayılırdı doğrusu ; kaza olmuştu işte, olacağı varmış ne yaparsın. Birkaç hafta rahatına bakarsın hepsi bu.

Başındaki adam motosikletin pek zarar görmüşe benzemediğini söylüyordu. O, "Neden zarar görsün, olduğu gibi benim üstüme kapaklandı" diye karşılık verdi. Gülüştüler. Hastaneye vardıklarında memur onun elini sıktı, geçmiş olsun dedi.

Şimdi iç bulantısı ucun ucun yeniden kendini duyuruyordu, bir yandan da onu tekerlekli sedyeyle daha gerideki bir pavyona götürüyorlardı. Kuş dolu ağaçların altından geçerken, keşke uykuda ya da bayıltılmış olabilseydi. Gelgelelim onu özgün hastane kokan bir odada epey alıkoydular, bir kağıt doldurdular, giysilerini çıkardılar, sırtına katı, gri bir uzun gömlek geçirdiler. Kolunu dikkatle oynattılar, acımıyordu. Hastabakıcılar durmadan güldürücü şeyler söylüyorlardı; midesindeki kasıntılar olmasa iyiyim diyebilecekti , hatta mutlu.

Röntgene götürdüler, yirmi dakika sonra da henüz ıslak olan negatifi kara bir mezar taşı gibi göğsüne koyarak ameliyata aldılar onu. Beyazlar giymiş ince uzun biri geldi. Röntgenlere bakmaya başladı. Bir çift kadın eli sedyede yatan başını düzeltiyordu, bir sedyeden öbürüne alındığını anladı. Beyazlı adam gülümseyerek gene ona yaklaştı. Sağ elinde birşey ışıldıyordu. Onun yanağını okşayarak geride duran birine eliyle bir işaret verdi..


Düş olarak olağan dışıydı çünkü koku doluydu. Oysa o düşlerinde hiç koku duymazdı. Önce bataklığımsı bir koku, işte orda, orman yolunun solunda bataklıklar başlamıştı bile. Gidenlerin bir daha geri gelmedikleri o yapışkan, yutucu çamurlar. Derken pis koku dağıldı, yerini birçok ögelerden oluşmuş taze, karanlık bir koku aldı; gece gibi. Aztek'lerden kaçarken içinden geçtiği gece. Öyle doğaldı ki herşey, insan avına çıkmış Aztek'lerden kaçmak zorundaydı, ve tek umudu da salt kendilerinin, Moteka'ların bildiği incecik yolu şaşırmamak için elinden geleni yaparak ormanın en kuytuluğunda gizlenecek bir yer bulabilmekti.

Onu çileden çıkartan şey kokulardı, düşü olduğu gibi benimsemişti. Ama yine de olağan olmayana karşı, şu ana kadar oyuna katılmamış olan birşeylere karşı içinde bir direnme vardı. Sanki "savaş kokuyor" diye düşündü. Eli içgüdüsel olarak yünlü dokumadan kasık bezinin belinde yanlamasına sokulu duran taş hançere uzandı. Beklenmedik bir çatırtı duyunca birden zınk diye durup çömelerek titremeğe başladı. Korkmayı yadırgamadı, düşleri korku doluydu. Çalı dalları arasında aysız gecenin altına sinip bekledi. Ta uzaklarda, büyük gölün karşı kıyısında gece nöbetçileri meydan ateşlerini yakıyor olsalar gerekti. Göğün o yanında kızılımtrak bir parıltı vardı. Çatırtı bir daha duyulmadı. Bir kol ya da bacak kırılmasının sesiydi. Belki de kendisi gibi, savaş kokusundan kaçmakta olan bir hayvan..

Ağır ağır ayağa kalkarak havayı kokladı. Çıt çıkmıyordu ya, korku hala peşteydi, koku da öyle. Çiçek Savaşının o iç bayıltan buhurdanlık kokusu. İlerlemek, ama çamur bataklarından sakınarak, ormanın göbeğine ulaşmak mecburiyetindeydi. Karanlıkta bastığı yeri görmeden, el yordamıyla, sık sık durup orman yolunun kaskatı toprağına dokunarak birkaç adım attı. Bir koşu koparıvermeyi çok istiyordu gelgelelim iki yanını çevreleyen aç bataklıklar ağızlarını şapırdatıp duruyorlardı. Patika üzerinde karanlıkta yönünü çıkartmaya çalıştı. Tam o sırada onu en çok korkutan o pis koku iğrenç bir dalga gibi patlayarak yüzüne çarptı.


Yanıbaşındaki hasta , "Yataktan düşeceksin" dedi. "Debelenip durmasana arkadaş."

Gözlerini açtı, öğleden sonraydı, güneş upuzun koğuşun büyük pencerelerinden aşağı doğru sarkmıştı. Komşusuna gülümsemeğe çalışırken kendini kabusun o son sahnesinden neredeyse bilek gücüyle çekip koparttı. Kolu alçıda, makaralı, ağırlıklı bir mekanizmaya bağlanmış duruyordu. Kilometrelerce koşmuşçasına susamıştı ama ona çok su vermek istemiyorlardı. Dudaklarını ıslatmaya ancak yetecek bir yudumcuk.. Ateşi yavaş yavaş palazlanıyordu. İstese gene uykuya dalabilirdi ya, o uyanık kalabiliyor olmanın tadını çıkartıyordu. Gözleri yarı kapalı, öteki hastaların konuşmalarını dinleyerek, arada sorulan bir soruyu yanıtlamaya çalışarak..

Yatağın yanına ufak bir tekerlekli arabanın yanaştığını gördü. Sarışın bir hastabakıcı onun kalçasını alkolle sildi, şişman bir iğneyi etine sapladı. İnce bir lastik boru iğneyi, içinde yanar döner sütümsü bir sıvı bulunan şişeye bağlamaktaydı. Genç bir stajyer geldi, elindeki metalli, meşinli aygıtı, kimbilir neyi ölçmek için, sağlam kola geçirdi. Gece indi. Ateşi onu almış, usul usul, herşeyin dürbünden görülürcesine hem yakın hem de uzak olduğu bir yerlere sürüklüyordu. Herşey hem çok sahici ve yumuşak, hem de parmağıyla dokunamadığı bir tatsızlıktaydı. Sıkıcı bir film seyrederken , eh ne yapalım dışarı çıkmak daha da beter diye düşünüp sinemada kalmak gibi birşey..

Bir tas altın renkli harika et suyu geldi, prasa, kereviz ve maydonoz kokuyordu. Koca bir şölenden daha değerli olan bir topak ekmek yavaş yavaş ufalanmağa başladı. Kolu hemen hemen hiç sancımıyordu, yalnız dikiş attıkları kaşında arada bir sımsıcak bir acı şimşek gibi sızlayıp geçiyordu. Karşıki büyük pencereler koyu mavi karaltılara dönüştüğü zaman uykuya dalmakta güçlük çekmeyeceğini düşündü. Hala sırt üstü yattığı yerden pek az bir rahatsızlık duyuyordu. Dilini o kuru sıcak dudaklarından geçirince gene et suyunun tadını alıp derin bir hoşnutlukla iç çekti , ve bıraktı kendini dalıp gitsin.


O an için körleşen, bulanıklaşan duyularının tümünü kendi içerisinde toparlıyormuşçasına bir kargaşa hissetti. Gerçi, yukarıda ağaç dallarıyla kafeslenen gökyüzü çevreden bir nebze daha aydınlıktı ama o bir zifir karanlığında koşmakta olduğunu gördü. "Orman yolu" diye düşündü. "Orman yolunu yitirdim." Ayakları bir yaprak ve çamur batağına gömüldü. Bundan sonra ne zaman bir adım atsa funda dalları kaburgalarıyla bacaklarını kırbaçlar oldu. Soluğu tıkanmış, karanlık ve sessizliğe karşın kuşatılmış olduğunu bilerek yere çömelip sindi, çevresine kulak kabarttı. Orman yolu belki de çok yakındaydı. Gün ışır ışımaz görebilirdi belki. Şimdi bulabilmesinin hiç imkanı yoktu. Kendi de farkında olmadan hançerin sapını kavramış duran eli bir bataklık örümceği gibi yavaşça boynuna, koruyucu muskaya doğru tırmandı. Dudaklarını hiç kıpırdatmaksızın, hayırlı aylar getiren darı duasını okudu, tüm Moteka varlıklarının dağıtıcısı olan En Ulu Ana'ya yakardı. Bir yandan da ayak bileklerinin çamura battıkça battığını farkediyordu. Zar zor seçilen bu genç ağaçların olduğu karanlıkta beklemeye dayanamaz oldu.

Çiçek Savaşı yeni ayla birlikte başlamış ve üç gün üç gecedir sürmekteydi. Ormanın derinliklerine gizlenebilir, bataklık bölgeyi aştıktan sonra da orman yolundan saparsa savaşçılar onun izinden gelemezdi belki. Onların daha şimdiden almış oldukları sayısız tutsakları düşündü. Ne varki önemli olan sayı değil, kutsanmış dönemdi. Rahipler dönüş iznini çıkartana dek av sürecekti. Herşeyin sayısı, sınırı, bir kuralı vardı, kutsanmış dönemin içindeydiler ve o avcıların çok yakınındaydı.

Bağırışları duyunca eli hançerinde yerinden fırladı. Ufukta, gök tutuşmuşçasına, çok yakınındaki dallar arasında ilerleyen meşaleleri gördü. Savaş kokusu dayanılır gibi değildi. İlk düşman saldırıp boynuna atılınca o taş hançeri saldıranın göğsüne sapına kadar saplamakta bir yarı-kıvanç duydu. Meşaleler iyice sarmıştı onu. Sevinç haykırışları. Bir iki kez hançerini savurup havayı deldi, sonra arkadan atılan bir ip onu kıskıvrak bağladı.


Dip yataktaki adam "Ateş yapar bunu" diyordu. "Kalın bağırsağımdan ameliyat ettiklerinde tıpkısı bana da olduydu. Birazcık su iç bak göreceksin bir güzel uyursun."

Geride bırakıp dönmüş olduğu korkunç gecenin bitişiğinde, yüzü yukarıda yattığı yerden koğuşun ısınmış gölgeleri ona çok sevimli gelmişti. Karşı duvarın tepesinde menekşe renkli bir lamba apliği koruyucu bir göz gibi nöbet beklemekteydi. Öksürük sesleri, derin solumalar, arada bir fısıltıyla konuşmalar duyuluyordu. Herşey tatlı ve güvenlikliydi. Ne bir kovalayan ne de... Karabasanı düşünmek istemiyordu artık. Onu oyalayacak birsürü şey vardı. Kolundaki alçıya, bu kolu böyle rahatlıkla havada tutan makara düzeneğine baktı. Yanıbaşındaki masasının üstüne bir şişe maden suyu bırakmışlardı. Şişenin boğazını ağzına dayadı, pahalı bir içki içercesine içti. Koğuştaki türlü türlü karaltıları seçebiliyordu şimdi. Otuz yatak, cam kapılı dolaplar.

Ateşi düşmüş olsa gerek, yüzü serindi. Kaşının üstündeki yarık belli belirsiz sızlıyordu, bir anı gibi. Otelden çıkışını, motosikletini köşeden alıp kullanışını yeniden görür gibi oldu. Sonunun böyle çıkacağını kim bilebilirdi ? Kaza dakikası içindeki anları iyice netleştirmeye çalıştı. Burada bir hiçlik, ne yapsa dolduramadığı bir boşluk olduğunu anlayınca çok öfkelendi. Çarpışma ile onu yerden kaldırdıkları dakika arasında baygınlık mı nedir, hiçbirşey göremiyordu. Gene de bu boşluk, bu hiçlik bir sonsuzluk boyu sürmüş gibi bir duygu vardı içinde. Yok, zaman bile değil, daha çok şey gibiydi... bu boşluk içindeyken bir sınırı geçmiş, ya da koşarak uçsuz bucaksız uzaklıkların ötesinden dönmüştü sanki. O zangırtı.. Kaldırıma çarpışındaki o korkunç şiddet.. Her neyse çevredekiler onu yerden kaldırırken kara bir uçurumun dibinden çıkmış olduğunu duyumsamak içine sonsuz bir rahatlık vermişti.

Kırık kolunun sancısı, yarık kaşından akan kan, dizindeki .. Ama bütün bu acılara rağmen gün ışığına ve güne döndüğü için, esirgenip bakım gördüğü için duyduğu kesin iç genişlemesi. Tuhaf birşeydi doğrusu bu. Birgün işyerindeki doktora bunu sormalıydı.

Şimdiyse uyku yeniden bastırmağa, onu usul usul kendine çekmeğe başlamıştı. Yastık öyle yumuşacıktı. Ateşli boğazında da maden suyunun serinliği. Yukarıdaki lambanın menekşe renkli ışığı sönükleşiyor, sönükleşiyordu.


Sırtüstü yattığı için aydığı zaman kendini sırtüstü bulunca şaşmadı, öteyandan o rutubetli koku, su sızdıran kayaların kokusu genzini tıkıyor, onu gerçeği kavramaya mecbur bırakıyordu. Aç gözlerini de dört bir yanına bak, ama umarsız. Mutlak bir karanlıkla kuşatılmıştı. Doğrulmaya yeltenince el ve ayak bileklerini mıhlayan ipleri anladı. Küf kokan soğuk bir taşın üstüne sımsıkı bağlanmıştı. Taşın soğuğu çıplak sırtını, bacaklarını dişliyordu. Sersem sersem çenesiyle muskasına dokunmaya çalışınca muskayı boynundan almış olduklarını anladı. İşte şimdi işi bitmiş demekti. Hiçbir dua kurtaramazdı onu bu en son...

Ta uzaktan, zindanın kayadan duvarlarından içeri süzülüyormuşçasına şölende çalınan koca davulları duydu. Onu tapınağa taşımışlardı. Tedkalli'nin yeraltı hücrelerinden birinde sırasını beklemekteydi.

Bir haykırış duydu, duvarları sarıp yankılanan bir haykırış. Sonra iniltiyle biten bir haykırış daha. Karanlıkta bu haykırışları koparan oydu, kendisi haykırıyordu çünkü daha yaşıyordu, bu haykırışla tüm vucudu başına gelecek olanı, kaçınılmaz sonu kendinden ırak tutmaya çalışıyordu. Boğuk bir bağırış daha kopardı, ağzını bile açamıyordu, çeneleri ip ve çomakla ardına dek gerilmiş gibiydi, arada sonsuz bir çabayla ağır ağır aralanıyordu. Tahta rezelerin gacırtısı onu kamçı gibi sarstı. Kıvranarak paralanmış etine işleyen iplerden kurtulmaya savaştı. Daha güçlü olan sağ kolunu gerebildiğince gerdi ama canının acısı dayanılmaz noktaya gelince çabadan vazgeçmek zorunda kaldı.

Çift kanatlı kapının açılmasına baktı. Meşalelerin kokusu onun köşesine ışıktan önce ulaştı. Törensel kasık bezlerinin dışında çırılçıplak olan rahip çömezleri onu küçümseyen gözlerle süzerek yaklaştılar. Işık terli yüzlerinden, tüylerle süslenmiş kara saçlarından yansıyordu. İpler gevşedi, yerlerini tunç gibi sert, sımsıcak ellerin baskısına bıraktı. Onu sırtüstü kaldırdılar. Dört çömezin ellerinde sarsılarak geçit boyunca taşındığını biliyordu. Meşale taşıyanlar önden gidiyor, duvarlarından şıpır şıpır sular damlayan geçidi zorlukla aydınlatıyorlardı. Tavan öyle alçaktı ki çömezler başlarını eğmek zorunda kalıyorlardı. İşte şimdi dışarı çıkarıyorlardı onu. Dışarı çıkarıyorlardı, sonu gelmişti. Yüzü yukarıda, meşale ışıklarıyla aydınlalan birbuçuk kilometrelik sarp kayanın altında... Tavan yerine yıldızlar göründüğü zaman, bağrışıp sıçrayanlarla hareketlenen o geniş ulu merdivenler gözleri önünde yükseldiği zaman son gelmiş olacaktı. Geçit sanki hiç bitmeyecek gibiydi ama işte .. Bitmek üzereydi. Aniden yıldız dolu gökyüzünü görecekti ama daha değil. Kızılımsı gölgeler içinde yüzü yukarıda habire götürüyorlardı onu, nasıl engelleyebilirdi onları ? Mademki muskasını koparıp almışlardı, gerçek yüreğini, can evini..

Tek bir sıçrayışla hastane gecesine döndü, o yüksek, o uysal, çıplak tavana, onu çepeçevre kuşatan yumuşak loşluğa. Bağırdığını sanıyordu ama komşuları rahat rahat horuldamaktaydılar.
Gece masasının üstündeki şişenin suyu biraz kabarcıklanmıştı. Pencerelerin koyu morumsu mavi karanlığı önünde duran yarı saydam bir biçim. Göğsü inip kalkarak soluyup ciğerlerini rahatlatmaya, gözlerine hala yapışmış duran imgeleri unutmaya çalışıyordu. Gözlerini ne zaman yumsa bu imgelerin hemen canlandığını görüyordu. Doğrulup oturdu. Tepeden tırnağa bitkin, tükenikti. Gene de bir yandan şimdi artık uyanık olduğunu, zile basarsa gece neöbetçisinin geleceğini, yakında şafak sökeceğini kesinlikle bilmenin tadına varıyordu. Gündüzleri bastıran derin, rahat uykuda ne imgeler, ne de başka hiçbirşey olmadığını bilmek..

Gözlerini açık tutmak güç, uyku ondan baskındı. Son bir atılım yaparak sağlam eliyle su şişesine uzandı, yetişemedi, parmakları gene kapkara bir boşluğu kavradı; geçit sonu gelmeyecekmişçesine uzanıyordu, durup durup kıpkızıl aydınlalan ardarda kayalarıyla. Yüz yukarı taşındığı yerden boğuk bir inilti kopardı çünkü tavan sona ermek üzereydi; yükseliyor, gölgeden bir ağız gibi açılıyor ve rahipler doğrulmuşlardı. Ta yukarılardan eksilmiş bir ay, kendi kendini görmek istemeyen, delice kırpışarak öte yana geçmeye , gene koğuşun o yüksek ve koruyucu tavanını bulmaya çalışan gözlere vurmuştu. Gözlerini ne vakit açsa geceyi ve ayı görüyordu.

O ulu geniş basamakları tırmanırlarken başı şimdi arkaya kaymış, tepede ise meydan ateşleri ve tütsülü dumanların kırmızı direkleri. Derken birden , akmış kan ile parıldayan kırmızı taşı gördü. Taşın üzerinden kaldırıp kuzey merdiveninden aşağı yuvarladıkları kurbanın merdivenlere vurarak yuvarlanan vucudu, ayakları.. Son bir umutla gözlerini sımsıkı yumdu ve inildiyerek uyanmaya çalıştı. Bir saniye için öte yana ulaştığını sandı çünkü gene sırtüstü yataktaydı, yalnız başı yastıktan kaymış sallanıyordu. Ne var ki burnuna ölüm kokusu geldi. İliklerine dek kana bulanmış cellat rahibin taş bıçakla kendine yaklaşan karaltısını gördü. Gözlerini yine kapamayı başardıysa da bir daha uyanamayacağını artık biliyordu, çünkü uyanıktı, asıl düş ötekiydi, bütün düşler gibi saçma. Bu düşte bacakları arasında harıldayan kocaman bir metal böceğe binmiş olarak şaşılası bir kentin garip yollarında, ateşsiz dumansız yanan kırmızı yeşil ışıklar altından gidiyordu. Düşlerin ölçümsüz aldatıcılığı içinde onu yerden tutup kaldırmışlardı, hem de eli bıçaklı bir adam da yaklaşmıştı yanına, yüzyukarı yattığı yerde. Yumulu gözlerle yüzü yukarıda, ve merdivenlerdeki meydan ateşlerinin arasında..

Julio Cortazar (1914-1984)
_________________
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
KARADAYI
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Nov 07, 2006
Mesajlar: 556
Nerden: izmir

MesajTarih: Sal Ksm 02, 2010 6:25 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Güzel bir yazıydı bu İlyada. Arjantin'liyi hatırlattın bizlere... icon_biggrin.gif icon_biggrin.gif
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Konu Disi Tüm saatler GMT
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
Forums ©

   
 

All logos and trademarks in this site are property of their respective owner. The comments are property of their posters, all the rest © 2002 by me
You can syndicate our news using the file backend.php or ultramode.txt