Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Tarih: Sal Tem 20, 2010 7:41 am Mesaj konusu: 10 Ülke 3 Deniz Toplam 7640 km Yol Raporu...
1. Bölüm.....: Hedef BARCELONA
Yaklaşık iki yıldır İ.H. ile (Orun Kardeşler, Ateş, Oka, Sıtkı Güven,Ben...) planladığımız, ancak
muhtelif çap ve ebattaki sebeplerden dolayı bir türlü toplanıp çıkamadığımız tur için tüm hazırlıklarımı
tamalayarak, tarih olarak 21.06.2010 gününü 'Teker Döner Günü' olarak belirledikten sonra, motorlardaki ortağım
Cemil Pilli ile yola çıkmaya karar verdik.
Hareket günü geldi. 21 Haziran ve saat 07:00.
Km saatim 31808'i gösterirken marşa basıyoruz. İlk gün Çanakkale üzerinden İpsala'ya oradan da Kavalaya
vararak akşam yemeğini anne tarafımın memleketi olan Kavala'da ouzo eşliğinde icra
etmek.
Çanakkale'den Kilitbahir'e geçen feribota biniyoruz.
Feribotta seyir halinde aklımda hep şu Uluslararası ehliyet denen zımbırtı var. Bazı arkadaşlar mutlaka yaptırın
Yunan sınırında kesin soruyorlar derken, bir grup ise bize sormadılar dedi....!!!Huh?
Kararımı; yaptırmadan gidip sınırı geçmek, gerekli olursa dönüp İpsala Turing'ten yaptırmak olarak kullandım.
Bizim kapıda pasaport,araç kayıt v.s işlemlerinden sonra geldik Yunan'a. Uzattım pasaport ve motorun sigortası ile
triptiğini bekliyorum. Bu arada kafamda hala aynı soru. Ya ''international driving licence'' derse... Derken tebessüm ederek
evraklarımı geri uzattı ve iyi yolculuklar diledi. Ohhh..Keyfim yerine geldi. Cemil'de aynı şekilde sorun yaşamadan geçti.
Hadi bakalım biz de 125.-€ anlamsız masraftan yırtanlara katıldık böylece.
Çıktık Kavala yoluna, benzinler ehh işte durumda. Bir yer bulup almak lazım.
Otoyolun kenarından görünen bir benzin istasyonuna dalıyoruz. Karşımıza Adnan çıkıyor. Kendisi İskeçeli imiş.
Gayet güzel Türkçe'si ile bir süre sohbet edip,biraz bilgi ve iki kahve sonrası yola devam.
Akşam üzeri saat 18:00 civarı Kavala'yavarıyoruz. Kısa bir şehir turu atarak bu arada kalacak otel bakıyoruz.
Bu yoldan az ileride otelimizi bulup yerleşiyoruz. İki kişi kahvaltı dahil 70.-€ bir fiyat. Motorlar için kapalı garajıda var.
Duş alıp, kendimize geldikten sonra deniz kıyısında turlama ve yemek için güzel bir yar aramaya başlıyoruz.
Daha önce giden arkadaşlardan hep dinlemiştim. Kavala İzmir', Karşıyaka'ya çok benzer derlerdi. Gerçekten insan tiplemelerinden, yerleşim şekline kadar birçok yönü ile bize çok benziyor. Normaldir diye düşünüyorum atalardan karışım var. Bir denizin iki yakasında yaşayan insanlarız sonuçta.
Restaurant bulundu, siparişler verildi, turun ilk akşam yemeği keyfini yaşamaya hazırız.
Salatamız Grek salata; bizim çoban salatadan farkı, tanelerin iri olaması, yeşil biber yerine turşu biber olması ve peynir ilavesi. Ahtapot bildiğimiz ızgara ahtapot, aynı şekilde kekikle ve zeytinyağı ile soslandırılmış. Patlıcan ezme zaten bizdekinin ikizi, penirden fark atıyor hepsi hepsi.
Kalamar ızgaramızda geldi. Yapan ustanın ellerine sağlık. Hepsi son derece lezzetli ve taze. Dönüşte tekrar uğrarız herhalde...
Bu arada bizim masaya servis yapan bayan garsonumuz mükemmel Türkçe konuşuyor. Başı kalabalık diye soramadım bu kadar iyi nasıl konuştuğunu. Dönüşte uğrarsak öğreniriz.
Devam Edecek... _________________ Mete ULAŞIR(42)
Varoluşumdaki tek olağanüstülük, dünyaya Türk olarak gelmemdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
GPS'e hedef olarak Firenze'yi veriyoruz. Güzergah üzerinde otoyollardan kaçınarak gitmesini istiyoruz.
Son derece keyifli ve bol virajlı yollardan bizi götürüyor.
Biraz da yolda sobet ettiğimiz kişlerden aldığımız tavsiyelere uyarak Perugia'ya gidiyoruz. Yollar çok keyifli.
Bol viraj, tertemiz ve vantuz gibi bir asfaltı ile tam bir motorcu yolu.
Perugia'da seyir tepesi.
Şehir çok engebli bir arazi üzerine inşa edildiğinden, şehrin tüm yolları viraj ve hairpinlerden oluşuyor.
Tepe noktasın da biraz dinlendikten sonra Firenze'ye doğru yola devam.
Ve nefis bir güzergah sonrasında nihayet Floransa!dayız.
Burası da Roma kadar olmasada doğası ve tarihi ile ilgi çekiyor. Şehrin ortasından geçen Arno nehri üzerine bir
çok köprü inşa edilmiş. Toscana bölgesinin başkenti olan şehir bir şarap cenneti.
İtalya'nın tüm tarihi noktalarında olduğu gibi burada da park büyük sorun. Bulduğumuz otellerin hemen hiç birinde
otopark yoktu. Olan 4 ve 5 yıldızlılarda çok ucuz olduğundan, biz tercih etmedik....!!! Sonuçta şehrin çıkışına
doğru bir dere kenarında tesadüfen çok şirin bir otel bulduk.
Ertesi gün tekrar ara yollardan istikamet PISA. Yollar çok keyifli bol viraj ve iniş çıkış.
Bu arada Cemil beni kaybediyor. Bir ara durup telefonlaşıyoruz. Pisa'da buluşuruz deyip yola devam...
Geçtiğim köy yolları yemyeşil manzaralı ve nefis yollar.
Pisa'ya varınca, garın önünde Cemil ile buluşuyoruz.
Birer tane üç peynirli,domates soslu ravioli ile kendi yakıt ihtiyacımızı karşıladıktan sonra, şu yamuk kuleyi
ziyarete gidiyoruz.
Kulenin girişi hediyelik eşya kioskları ve seyyar satıcılarla dolu. İgoumenitsa'dan kaçarak gelen Afrikalı'lar burada
seyyar satıcılık yapıyor. Ne kadar feyk saat varsa onlar tarafından satılıyor.
Kulenin eğik görüntüsü gerçekten ilginç bir manzara oluşturmuş.
Bizim turistik yörelerdeki gibi, bu kioskların hepsinde Gucci'den Louis Vuitton'a, Lacoste'dan Ferrari'ye kadar
aklınıza gelebilecek başta İtalyan markaları olmaz üzere, ne kadar ünlü marka varsa hepsinin çakması mevcut.
Adamlar Dünya genelinde çakmalar ile şavaşmaya çalışırken, burunlarının dibindekilere bir şey yapamıyor/yapmıyor.
Bu kadar tarihten sıkıldık. Haydi bakalım denize doğru yollanalım artık.
Hedef San Remo.
Genova'ya kadar otobandan giderek daha sonrasında ara yollardan devam etmek niyeti ile yola çıkıyoruz. Genova'da
otoban çıkışında yapılan yol çalışmaları nedeni ile bir ara yolu karıştırıp Milano yoluna giriyoruz. İyikide girmişiz.
Bir otobanda hızlı virajlar ancak bu kadar keyifli olabilir. Yer yer 120-130, yer yer ise 160-170 ile viraj alarak çok keyifli
20-25 km yol yapıp geri dönüyoruz.Yolunuz düşerse tavsiye ederim, yardırmalık virajlar....Oleyyy
Akşam üzeri San Remoya varıyoruz. Marinaya giden yol üzerinde ağaçların arasına saklanmış köşkten bozma bir
otel bularak yerleşiyoruz.
Resepsiyondaki kişi bize otel bahçesindeki kafeyi otopark olarak kullanabileceğimizi söylüyor ve gelip masaları
açarak bizi VIP alana park ettiriyor.
Oteldeki odamızdan San Remo sahil manzarası.
Odaya yerleşip aklanıp paklandıktan sonra akşam yemeği için marina bölgesine gidiyoruz.
Otelden marinaya giderken geçtiğimiz bir parktan panoramik bir foto..
San Remo plajlarından bir tanesi. Herkes akşam yemeği derdinde olduğundan kimseler yok ortalıkta.
Marinaya bakınca, San Remo'nun yanında bir çok marinanın (bizdekilerden bazılarıda dahil..) balıkçı barınağı gibi kaldığını görüyorum.
Güzel bir sahil yürüyüşü sonunda, restaurantların olduğu alana geliyoruz. En kalabalık ve insanların keyifli göründüğü
bir mekan seçip oturuyoruz.
San Remo sahilden güneş batışı...
Yemeğin üstüne birkaç tek ve kahve sonrası otele dönüş. Yarın Fransız rivierasını geçeceğiz.
Devam Edecek...... _________________ Mete ULAŞIR(42)
Varoluşumdaki tek olağanüstülük, dünyaya Türk olarak gelmemdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ertesi sabah kalkıp Fransız rivierasından geçerek Marsilya'ya doğru yola çıkıyoruz.
Yollar ve manzara yine çok güzel.
Yoğun sıcağa rağmen bayıltmayacak şekilde tatlı virajlar ve Akdeniz manzarası.
Sırada Monaco var.
Derken hep çok sevdiğim Monaco uzaktan görünüyor.
Monte Carlo, Monaco,Nice ve St.Tropez; Avrupa zenginlerinin en gözde tatil,eğlence ve kumar mekanlarını barındırıyor.
Monaco'nun panoramik bir fotosu.
Yığın gibi görünmesine rağmen rahatsız etmeyen ve görüntü kirliliği yaratmayan bir kalabalık var. Renkler ve bina
karekterlerinin uyumundan olsa gerek.
Marinaları her zaman güzel teknelere ev sahipliği yapıyor. İki yıl önce eşimle beraber geldiğimde aylardan Ekim'di.
Dolayısı ile süper tekneler sezonu tamamlamış, iskelelere bağlanmış gelecek yazı bekliyorlardı. Şimdi ise hepsi
denizde.
Kraliyet ailesinin sarayı sol tepede muhteşem bir manzaraya sahip.
Şehirde bir mola sonrası sahil yolundan Nice'e doğru devam ediyoruz.
Akdeniz'in muhteşem maviliği bu kıyılara ayrı bir güzellik katıyor. Şehir yol boyu plajlar ile dolu.
Şu fotoğraf bana İzmir Kordonunda ya da Karşıyaka Yalıda çekildi deseler inanırdım. Bina katları ve denizin
temizliği hariç neredeyse aynı.
Buralar güzel ama, bizde kıymetini bilmediğimiz bir cennette yaşıyoruz.
Karnımız acıkıyor. Küçük bir kafede oturup öğlen yemeği yiyoruz. Deniz ürünlrinden oluşan güzel bir tabak ve salata.
Gerçi Rakı diye ağlıyorlar ama...Hem yoldayız,hem çok sıcak,Nice'de rakı yok...
TomTom'a talimatı veriyoruz. Kıyı kıyı Montpelier, oradan da Marsilya'ya çek bakalım.
Yine keyifli, bol virajlı sahil manzaralı yollardan Montpelier'e devam ediyoruz.
Şehir merkezinde bir kafe bulup oturalım istiyoruz. Biraz yorulduk. Sıcak da üzerine duble baskı baskı yapıyor insanın.
Bu da meydan da çektiğimiz bir foto.
Soda ve kahve takviyesi ile ağrıyan sağ sırtıma biraz masaj sonrası yola devam. Akşam Marsilya'da kalacağız.
Marsilya'ya girmeden önce TomTom'dan bir otel seçmiştik. Otel marina yolu üzerinde ama yolu kapatmışlar.
Sonra orada bulunan polislerin tavsiyesi ile arkadan dolaşarak motorlar ile girebileceğimiz yerde bir başka otel
ismi alıp oraya doğru yöneliyoruz.
Hermes adlı otelimiz tam marina girişi ve yaşam merkezinin içinde.
Odamıza yerleştikten sonra keşif için çıkıyoruz.
Yol diğer taraftan da kapatılmış. Klasik sahil şeridi uygulaması derken, ortaya kurulmuş sahneyi görüyoruz.
İlerleyen saatlerde burada konser var.
Bizim olduğumuz sahil şeridi genelde otel ve restaurantların olduğu bölüm. Karşı kıyı ise daha çok mağaza ve gece
barlarının bulunduğu yer.
Sahnedeki postere gözüm takılıyor. Bob Sinclar var. Hah diyorum dört ayak üstüne düştük. Sahneye çapraz bir
mekana oturup yemeklerimizi ve içkilerimizi lüpletiyoruz. Bu arada garsona soruyorum konseri bu akşammı diye.
Maalesef iki gün sonraymış. Tüh be...İki gün erken gelmişiz. Bir başka yaza belki diyorum içimden.
Yukarıdaki resmi tıklayıp, konserden kısa bir bölüm izleyebilirsiniz.
Yine de sahnede küçük bir grup güzel bir konser veriyor.Onunla idare ediyoruz bu gecelik.
Ertesi gün artık İspanya'da olacağız.
Amaç Barcelona'ya gelmeden yaklaşık 120 km önceden başlayan virajlı sahil yolunun başında bulunan
Sant Feliu de Guixols adlı sahil kasabasına varıp orada kalmak ve bir sonraki gün, gündüz gözü ile
sahil virajları üzerinden Barcelona'ya varmak.
Kısmen otoyol kısmen de arayol yaparak yolumuza devam ederken 35.000'nci Km'de İspanya'ya giriş yapıyoruz.
Keyfimize diyecek yok. Hedefimize doğru yorgun ama sorunsuz bir şekilde ilerliyoruz çok şükür.
Bizim ortak yorgunluktan biraz maymun galiba...
Yola devam ediyoruz...Akşam olmak üzere ve iyice yorulduk. Yolumuz üzerinde küçük şirin bir sahil kasabasına
giriyoruz. Torroella De Montgri.
Burası Montgri'nin eski şehri. Daracık sokakları ve eski binaları ile hiç bozulmadan korunuyor.
Burada kalmaya karar veriyoruz ve TomTom'un bizi getirdiği otel adresindeyiz. Otel sokak içinde küçük ama sevimli bir
pansiyonvari bir yer. Meydandaki kafede otururken garsona daha rahat güneş gören ve otoparkı olan bir yer
soruyoruz. Aldığımız tavsiye Hotel Coll.
Coll'un park yeri küçük bir meydana bakıyor. Eski şehir ile yenisi arasında bir konumda. Meydanlarda Katalan
bayrakları hemen dikkat çekiyor.
Klasik yerleşme ve aklanma durumundan sonra otel sahibemizin (çok iyi ve yardımsever bir insandı.) ayarladığı
bir taksi ile şehir merkezine iniyoruz. Taksici kartını veriyor ve nezaman dönmek istersek arayıp çağırabileceğimizi söylüyor.
Biraz çarşı turu sonrası yemek için mekan seçme çalışmaları başlıyor.
Cemil isteğin gibi kaybolabilirsin. O tişört ile seni her yerde bulurum.
Seçtiğimiz mekan da önce biraz deniz mahsulleri mezelerinden sonra, menüde yer alan karışık deniz mahsulleri
tabağı istiyoruz. Bilseydim bunun bu kadar büyük olduğunu başka bir şey istemezdim. Tıka basa doyuyoruz.
Üstüne yer olmamasına rağmen bu kadar çeşit dondurmayı görünce dayanamıyoruz tabiki. Tamamı farklı 48 çeşit.
Devam Edecek...... _________________ Mete ULAŞIR(42)
Varoluşumdaki tek olağanüstülük, dünyaya Türk olarak gelmemdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
S.Zeno Di Montagna'dan dağ yollarına tırmanacağız.
Tırmanış parkuru ve virajlar muhteşem. Asfalt kalitesi da öyle. Tadından yenmiyor.
TomTom Prada'ya gidin diyor. Gidelim bakalım.
Bu Prada modacı değil motorcu Prada'ymış. Şirin bir dağ köyü. Yollar eşsiz.
Köyün durağı, teleferiği ve tek marketinin olduğu kilit noktadayız.
Teleferik yolundaki çayırda möö'ler otlamakta. Her yer yemyeşil.
Bir yola geliyoruz ki aman aman...Bu ne böyle. Sol taraf çoğunlukla uçurum. İki motor yan yana anca geçer.
Karşıdan bir araba gelse durmak ve en sağa yanaşmak zorunda iki araç da.
Durum şimdilik sakin. Gelen giden yok. Cemiiiil hazırla kamerayı çekim yapalım.
Resmi tıklayıp bu yollarda çekilen görüntüleri izleyebilirsiniz.
Bu keyifli yollara tekrar tekrar gitmek istiyorum doğrusu.
İnişe geçtik. Göl manzarası tekrar karşımızda.
Göl civarında hava biraz puslu olsa da, canlı gözle görüntü muhteşem.
Porto Di Brenzone'nin yukarıdan görüntüsü.
Yolumuz buradan Malcesine'ye kadar devam edecek. Cemil taktı kafaya illa teleferiğe binip yukarı çıkalım diye.
Malcesine'de teleferik biniş noktasına geldiğimizde çıkışın ve dönüşün toplam 1,5 saat olduğunu öğrenince, işim gereği
Desenzano'ya yetişmem gerektiğinden Cemil'i teleferiği ile baş başa bırakıp geriye dönüyorum.
Garda ve sağ yakasında yaptığımız bir günlük turu böylece tamamlıyoruz.
Devam Edecek..... _________________ Mete ULAŞIR(42)
Varoluşumdaki tek olağanüstülük, dünyaya Türk olarak gelmemdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Dubrovnik girişindeki köprünün seyir noktasında Cemil ve Samim beni bekliyorlar.Yeni şehir körfezinin girişi.
Bir arabalı yükünü almış, adalara doğru seyire çıkıyor. Tam altımda muhteşem bir manzara.
Düşünsenize; eviniz orada, motorunuz garajda, katamaranı da önünüzdeki iskeleye bağlamışsınız.... Ohhh..
''Uyan,silkelen kendine gel, şimdi düşeceksin aşağıya.'' diyor içimdeki bir ses.
İki yolcu gemisi limanda, demek ki Dubro hareketli şu sıralar.
Yok..yok....Mutlaka bu akşam burada kalınmalı.!
Evet..evet..kalınmalı.Bu güzellik pas geçilmez..
Derken Samim içimi okumuş olmalı. Böylesine istekli ve dalmış bakınca, normal tabi.
''Siz kalın, ben devam edeyim.Yarın Üsküp'te buluşuruz'' diyor. Teklife balıklama atlıyacağım ama Cemil araya dalıyor.
Ben de Cemil'e...Smile
Ben kalmak istiyorum, Samim gitmek zorunda, Cemil'de onu yalnız yollamak istemiyor... Çıkmazdayız.
En sonunda ''Siz devam edin,ben yarın Üsküp'e gelirim orada buluşuruz'' diyorum. Herkes memnun.
Onlar Karadağ-Sırbistan üzerinden Üsküp'e doğru yola çıkacaklar, ben de kendime kalacak yer bakacağım.
Tam bu sırada yanımıza scooter ile biri geliyor ve oda lazımmı diye soruyor. Adam temiz görünümlü, efendi biri.
Tek kişi kalacağımı ve bana göre yeri olup olmadığını soruyorum. Bulunduğumuz yere 3 dakika mesafede evini
pansiyon olarak verdiğini ve geceliğinin 30 € olacağını söylüyor. Ehh hadi bakalım bir görelim.
Ante adındaki vatandaşın evine geliyoruz.(Evin girişinden manzara.) Limanın sırtlarında iki katlı, kendi çapında malikanesinde
beni oğlu ve hanımı karşılıyor. Bahçeli eve giriyoruz. Alt kat kendi yaşam alanları. Üst kat 5 odalı ve ayrı banyolu pansiyon.
Tertemiz bir yer. Ok verdikten sonra Ante oğlu ve hanımı ile beni bırakıp, yeni müşteri aramak üzere aynı noktaya gidiyor.
Ben 20 yaşlarındaki oğlu ile şehir ve seyahat hakkında sohbet ederken, hanımıda buz gibi bir şise su ve Türk kahvesi gibimsi
bir kahve ile ikramda bulunuyor. Espresso içmekten şişmiş birine bu kahve ilaç gibi gelir.
Ante 20 dakika sonra yeni müşterileri ile dönüyor. Opel astra bir araba ile bir çift ve ikizleri. Bakıyorum Türkçe konuşuyorlar.
Aaa,maa derken gelen arkadaş Bosna'daki Türk birliğinde görevli bir Jandarma üsteğmen çıkyor. Ailesi ile izin kullanmaya
gelmişler. Bizim usta avcı Ante onlarıda avlayıp getirmiş. Biribirimizin varlığı, hemen ortama güven ve samimiyet getiriyor.
Yerleştikten sonra Ante ve oğlu Marijo'dan şehir ve otobüs tüyolarını alıp aşağıya iniyorum.
Ev 3 numaralı otobüsün son durağına 100 mt mesafede. Otobüse binerek 10 Kuna (1.45€) karşılğı eski şehrin girişine
geliyorum.
Şehir ve limanı surlarla çevrili.
Surların içindeki şehrin en geniş ve uzun caddesi. Yürünmekten, taşlar cilalı gibi olmuşlar.
Tarihi, tüm Avrupa'da olduğu gibi büyük bir özenle koruyorlar.
Gemilerin varlığı işe yaramış, ortalık oldukça haraketli.
Bir Dubrovnik Korsanı ve yaygaracı papağanları.
Şehrin arka tarafı ve balıkçı barınağı.
Aynı yerin daha yüksek manzarası. Bu arada hatırlatayım, gidecekler olur ise; arkamda görülen üç kemerli mekandan
sonraki ilk restorant oldukça iyi. Hem lezzetleri, hem de fiyatları.
Kim ne derse desin...Adamlar hem sorumluluk sahibi, hem de belediyeleri iyi çalışıyor. Yine aynı özen ve bütünlük
göze çarpıyor.
Yeni yapılmış binaları bile bölgeye ait taşlar ve benzer mimari ile yapmışlar. Bizim Assos gibi.
Şehrin ara sokakları arasında öylesine dar olanlar var ki; iki kişi karşıdan gelirken üçüncü zor geçiyor. İçeride
yayılmış kafeler,mağazalar ve sanat galerileri çok güzel. Akşam için yemek ve sonrasında içmeye devam edilecek
resto-bar tarzı iki güzel ve kaliteli mekan var. Bunlar da bir daha ki gelişte değerlendirilmek üzere kulak arkası yapıldı.
Akşam yemeği ardından gece turu ve demlenmesi sonrası son otobüs ile pansiyona dönüyorum. Malum yarın Üsküp'e
kadar uzun ve zor bir yolumuz var.
Devam Edecek...... _________________ Mete ULAŞIR(42)
Varoluşumdaki tek olağanüstülük, dünyaya Türk olarak gelmemdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız