Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Güzel bir kampanya ancak destek verdiğini söyleyenlerin bile özenti olması nedeniyle etkili olamadı, olamıyor.
Sencer'cigim, sorun varsa cozum de vardir!
Elestirilerin sonunda, tersine dondurmek icin cabalamak gerekir... Malum, "elestirmek" her zaman en kolay olanidir (bkz: bir liderimiz)...
_________________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - Ist. & C.kale
Hepsine katiliyorum da sadece su hazirlik sinifina karsi olmanin nedenini pek anlamadim. Kendi dilimizi dogru konusmakla yabanci dil ogrenmek farkli konular degil midir? Mevcut egitim sisteminde ingilizce ogrenmek mumkun olmadigindan hazirlik siniflari olmasi bir gereksinim oluyor sonucta.
Kayıt: May 05, 2004 Mesajlar: 1614 Nerden: İstanbul
Tarih: Pzr Tem 25, 2010 12:23 am Mesaj konusu:
Bir yanıyla sonuna kadar haklısınız ama konunun bence bir başka boyutu da var.
Her kuşak kendi jargonunu yaratıyor ve engellenemez bir süreç bu. Ben kendi adıma şöyle bakıyorum, yazısında İngilizce (veya bilmemnece) kökenli kural dışı bir jargon yaratıp bunu kullanan genç eğer istediğinde ve gerektiğinde öbür türlüsünü de yapabiliyorsa , yani o delikanlı düzgün ve kurallara uyan Türkçe'yi de kullanabiliyorsa bence en küçük sorun yok.
Sorun yok çünkü nice kocaman adamlar tanıyorum ki koca koca okullardan mezunlar ve koca koca yerlerde çalışıyorlar ve yalnız yerine yaNlız, sohbet yerine sohPet yazıyorlar. Hayatında üç kitaptan fazlasını okumadığını kolayca anlayabildiğimiz bu koca koca saygın adamlardan o kadar çok var ki, farklı ve kutsal "Türkche" dışı bir jargon kullanan gençler bunların yanında olsa olsa azınlık kalır. Ne ona , ne diğerine çok fazla takılmıyorum.
Rahatsız oluyor muyum ? Bazen çok. Ama kendim de Türkçe'nin birçok kuralını bilerek deliyorum, bilerek yaptığını gördüğüm kişi de beni rahatsız etmiyor. Durumun farkında olmadan yapanların durumu vahim, özellikle de eğitim seviyesi yüksek kesim sözkonusu olduğunda. Kazık kadar adam olmuş ama hala sohPet yazıyor ? E bilse yapar mı ? Elbette yapmaz. Ona da kızmıyorum ama "okumuş adamın" onca yıl hiçbirşey okumadığı o kadar belli ki gülme hakkım baki ..
---
Bence asıl vahim olan şey yüce Atatürk'ümüzün de üzerinde bizzat çalıştığı ama ne yazık ki bilim ve tarih önünde komik olmaktan kurtulamayacak olan Güneş Dil Teorimizin yüce Türkchee'si ve onun kurallara aykırı kullanımı değil. Veya yeni jenerasyonun gençliğinde kullanıp yaş kemale erdiğinde terkedeceği kendi jargonunu yaratması da çok vahim değil.. Asıl vahim olan bizim derdini anlatmaktan ve okuduğunu anlamaktan aciz insanlar toplumu olmamız. Dilde birlik yaratıp milli birlik ve beraberlik yaratma , bir ulus yaratma çabalarını anlıyorum ve takdir de ediyorum ama dönemine göre, döneminin ve çağın ruhuna , ihtiyaçlarına ve gereklerine göre. Bugünkü facia ise bunun çok ötesinde ve Türkçe'de kuralcılıkla yakından uzaktan ilgisi olmayan bir konu.
Konuyla asıl alakayı kurduğum başka bir konuda bol alıntı ekliyorum, alıntılar uzun olduğu için kusuruma bakmayın, vakti ve ilgisi olan baksın.
Alıntı:
Türkiye sosyal gelişmişlik düzeyini gösteren yedi göstergeden yedisinin de alarm verdiği tek OECD ülkesi oldu
ANKARA - Türkiye nereye gidiyor? Daha doğrusu nereden başladı nereye ve ne hızla gidiyor? OECD raporuna göre, sosyal gelişmişlik düzeyini gösteren yedi göstergeden yedisi de Türkiye’de ‘kırmızı’. Sosyal gelişmişlik düzeyini gösteren bu göstergelerin tamamında alarm zilleri çalan bir OECD ülkesi yok.
Alıntı:
Öğrenci başarısı sondan ikinci
Raporda Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)’nın 2006 yılı değerlendirmelerine de yer verildi. (PISA, zorunlu eğitim sonunda öğrencilerin donanımlarını değerlendiren en kapsamlı sistemlerden biri.) Testler için OECD ülkelerinden 15 yaşındaki öğrenciler okuduğunu anlama, matematik ve bilim alanında sınava tabi tutuluyor.
Buna göre Koreli öğrenciler okuduğunu anlama, Finlandiyalı öğrenciler ise matematik ve bilim alanında OECD birincisi oldu. OECD ülkeleri arasında Türkiye her üç alanda da sondan ikincilikte yer aldı. Türkiye sadece Meksika’yı geçti.
Bu test–sınav, ilköğretimin sonuna gelmiş öğrencilere uygulanıyor. Öğrencilerin matematik ve fen bilgilerini ölçüp değerlendirmeyi amaçlıyor. 1995’te 41, 1999’da ise 38 ülkede bu test-sınav yapılmış. Türkiye 1999 yılında yapılan sınava katılmış. Öğrencilerimiz 38 ülke arasında, matematikte 31. fen bilgilerinde ise 33. olmuştur.
Dört yılda bir yapılan bu sınava Türkiye bir daha katılmamıştır.
Alıntı:
2. PIRLS Uluslararası Test-sınav Sonuçları
Bu test-sınav ilkokul 4. sınıf öğrencilerine uygulanıyor. Öğrencilerin okuma, kavrama, okuduğunu kavrama becerilerini ölçmeyi amaçlıyor. Türkiye’den 5000 ilkokul öğrencisi bu teste katılmış. Alınan sonuçlara göre Türkiye, 35 ülke arasında 28. olmuştur.
(Murat Belge, Radikal, 3.8.2004 ve Milli Eğitim Bakanlığı Basın Bildirisi)
Alıntı:
PISA Araştırması’nda okuma becerisini ölçme ve değerlendirme önemli bir yer alıyor. Okuma testleri, öğrencilerin okuduğu bir metinden bilgi edinme; okuduğu metni yorumlama; günlük hayatın çeşitli durumlarına ilişkin metinleri anlama ve anladığını yeniden uygulayabilme becerilerini ölçmeyi amaçlıyor.
PISA Araştırması’na katılan ülkerin “okuma becerisi” testinde aldıkları puan sıralamasını, daha anlaşılır olması için aynen veriyorum:
4. Finlandiya
5. Güney Kore
6. Kanada
7. Avustralya
8. Lichtenstein
9. Yeni Zellanda
10. İrlan
11. İsveç
12. Hollanda
13. Hongkong (Çin)
14. Belçika
15. Norveç
16. İsviçre
17. Japonya
18. Macau (Çin)
19. Polonya
20. Faransa
21. ABD
22. Danimarka
23. İsland
24. Almanya
25. Avusturya
26. Letonya
27. Çekoslovakya
28. Macaristan
29. İspanya
30. Lüxemburg
31. Portekiz
32. İtalya
33. Yunanistan
34. Slovakya
35. Rusya
36. TÜRKİYE
37. Uruguay
38. Tayland
39. Sırbistan
40. Brezilya
41. Meksika
42. Endonezya
43. Tunus
Alıntı:
Türkiye’de öğrenciler ve okuma çağındaki insanlar arasında okuma alışkanlığı da uluslararası karşılaştırmalarda çok düşündürücü oranlardadır. İstanbul’da haftalık Almanca olarak yayınlanan “Istanbul Post” adlı internet magazin dergisinin verdiği bilgilere göre; düzenli kitap okuyan insanların oranı Japonya’da %14; ABD’de %12 iken, Türkiye’de “on binde bir”dir. Yetmiş milyonluk bir ülkede roman, öykü, araştırma kitaplarının bin kadar basılması okuma alışkanlığı diye bir şeyin olmadığının göstergesidir.
Türkiye’de 1960-1980 döneminde okunan kitap sayısı ve okuma alışkanlığının düzeyi 2004’lerdekinden çok fazlaydı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yakılan kitapların dumanı insanlarda kitap dergi okuyacak göz bırakmamışa benziyor.
Alıntı:
2003 PISA sonuçları açıklandığında, ortalama değerlerin üstünde yer almış olmasına rağmen Alman eğitim dünyası ayağa kalkmıştı. Türkiye’yi yakından izleyen Avrupa çevreleri, Türkiye’deki sessizlik karşısında hayrete düştüler. “PISA Araştırması’nda böylesine kötü sonuçlar alan bir ülke Avrupa Birliği’ne nasıl uyum sağlayabilir?” diye soranlar bile oldu.
Alıntı:
PISA Araştırması’nın Almanya’daki yankıları ve etkileri
Yirmi üç yıldan beri Almanya’da yaşadığımdan ve burada öğretmenlik yaptığımdan PISA Araştırması’nın Almanya’daki yankılarını ve son beş yılda alınan önlemleri özetleyebilirim.
İlk PISA Araştırması, 2000 yılında yayınlandı. Almanya’nın 30 OECD ülkesi arasında, matematikte 20. tabiat bilimlerinde 20. ve okuma becerisinde 21. sırada olduğu görülür görülmez tüm Almanya sarsıldı.
Almanya Eğitim Bakanlığı, Federal Hükümet ve Eyalet hükümetleri, siyasal partiler, sendikalar, veli dernekleri, öğrenci birlikleri, üniversiteler, araştırma kurumları, göçmen dernekleri, Türk Veli Dernekleri, Almanya Türk Öğretmen Dernekleri, bilim insanları kısaca konuyla ilgili herkes PISA 2000 Araştırma sonuçlarını araştırmaya, anlamaya, analiz etmeye, düşünce üretmeye başladı.
Böyle bir başarısızlık nasıl olabilirdi?
Alman eğitim sistemi neden geri kalmıştı?
Bunun sorumluları kimlerdi?
Testlerde en başarılı olan Finlandiya, Güney Kore, Hollanda, Japonya, Kanada gibi ülkelerin eğitim sistemlerinin özellikleri nelerdi?
Bu ve buna benzer sorular, bilimsel yöntemlerle cevaplanmaya çalışıldı.
Okullarda öğretmenler kurulları bu konuyu değerlendirdi. Her okul kendi içinde yapabileceklerini konuştu, tartıştı, yeni yöntemler araştırdı. Bütün düşünceler tutanaklara geçti. Öneriler ilgililere sunuldu. Okullar arasında bilgi akışı hızlandırıldı. Örneğin okuma becerisi ve okuma alışkanlığını geliştirmek için araştırmalar yapıldı. Bulunan yenilikler internet ortamında diğer okulların bilgisine sunuldu.
Eğitim bakanlıkları sorunu araştırmak için bilim kurulları oluşturdu. Eğitim fakülteleri ve diğer bilimsel kurullar Finlandiya gibi ülkelerin eğitim sistemlerinden öğrenmeye gitti.
PISA 2000 Araştırma sonuçları ve alınacak önlemler hakında makaleler, kitaplar, raporlar, konferans sonuçları yayınlandı. Almanya’nın ciddi bilimsel araştırma enstitüleri sorunu didik didik ettiler. Onlarca bilimsel araştırma yayınlandı. Bu bilimsel araştırmalar değerlendirildi; varılan sonuçlara göre federal ve eyaletler düzeyinde eğitimle ilgili bakanlıklar, kurumlar, Eğitim Bilim Sendikası önlemler, yeni öğretim metotları geliştirmeye ve uygulamaya başladı.
Kimse eğitim gibi önemli bir işi basit, günlük parti çıkarlarına indirgemedi. İndirgeyenleri de kimse ciddiye almadı. Bütün bunlar yapılırken kimse düşüncesinden dolayı kınanmadı. Düşüncesinden dolayı hiçbir öğretmen ceza almadı. Özgür, demokratik, barışçı ve çöyümleyici bir ortamda mesele ele alındı. Bu konuda konuşan, yazan, düşünce üreten, araştıran öğretmenler desteklendi, teşvik edildi. Konuşan değil; susan, “bana ne?”ci tembel öğretmenler, sendikacılar, dernekçiler, politikacılar yadırgandı.
Öğretmen yetiştiren pedagoji enstitüleri, eğitim fakülteleri sonuçlardan kendilerine görev çıkardılar. Ders programları, eğitim yöntemleri geliştirildi ve yenilendi.
Almanya’da anaokulu, özel eğitim, temel eğitim ve lise öğretmenleri dört yıllık üniversite eğitiminden sonra iki yıl süren staj eğitimini tamamlamak ve uygulama sınavı başarmak zorundadır.
Almanya’da, üniversiteyi, eğitim fakültelerini bitirmiş öğretmenlere atama için tekrar bir test sınavı uygulanmaz. Resim öğretmeni olacaklarla, fizik öğretmeni olacaklara aynı sorular sorulmaz. Üniversiteyi bitirmiş genç öğretmenler belli bir okulda iki yıl uygulamalı ders yapmak ve yanında uygulama yaptığı öğretmenden de geçerli bir rapor almak zorundadırlar.
Alıntı:
Sonuç:
Türk eğitim sisteminin gelişmiş ülkeler içinde en gerilere düşmesi bir yılda, on yılda olmadı. Eğitim tarihine ve son yüz yılın siyasal, ekonomik sosyal tarihine bakarak bazı düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.
Türkiye, diğer alanlarda olduğu gibi özellikle eğitim ve öğretim alanında çok önemli fırsatları kendi elleriyle yok etti.
Köy Enstitüleri, 1940’lar Türkiyesinin koşullarına göre meydana getirilmiş özgün bir eğitim uygulamasıydı. Ancak on yıl yaşayabildi.
Köy enstitüleri kapatılmasa, daha da geliştirilip yaygınlaştırılsaydı Türkiye bugün başka yerlerde olurdu.
1951’de Köy Enstitülerini kapatan Menderes Hükümeti, 2003 yılında Türk Eğitim sisteminin dibe vurmasına da sebeb olmuştur.
Türkiye’nin kendine özgü eğitim uygulamalarını siyasal çıkar hesaplarıyla terkedip, Amerikancı eğitim sistemlerinin deneme tahtası yapan iktidarlar bugünkü acınacak duruma yol açmışlardır.
Demokratik, özgür, bilimsel eğitim isteyen Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS); Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği’ni (TÖB-DER) kanunsuz olarak, süngü gücüyle kapatıp yöneticilerini askeri hapishanelere dolduranlar bugünkü çöküntünün başlıca sorumlularındandır.
Köy Enstitülerini, öğretmen okullarını kapatıp, İmam Hatip Okulları açanlar Türk eğitim sistemini dünyada gülünç duruma gelmesine neden olmuşlardır.
Düşünen beyinleri, değerli öğretmenleri sürüm sürüm süründürenler; 1969’da Kayseri’de Alemdar Sineması içinde TÖS Genel Kurulu yapmak için toplamış 600’den fazla öğretmeni yakmak için gerici güçleri seferber edenler bugünkü eğitim faciasını hazırlamışlardır.
Kısaca bilimden, felsefeden, özgür düşünceden korkan iktidarlar; yüzlerce öğretmenin, yazarın, öğrencinin, öğretim üyesinin kanına girenler Türkiye’nin kanına girmişlerdir.
İnsan öldürmek kolaydır, insanı insanlaştırmak zordur.
Tazecik, tertemiz beyinleri şartlamak, yıkamak, kullaştırmak kolaydır; fakat çoçukta sağlıklı ve dengeli beyin gelişmesinin olanaklarını yaratmak zordur.
Eğitimde nakilcilik, taklitçilik çok kolaydır. Ama yaratıcılık, özgür üretkenlik zordur.
Sendikaları kapatmak, kitapları yakmak, düşünen kafaları koparmak kolaydır; fakat düşünen beyin yetiştirmek, kimsenin yazmadığını yazan, herkesin sustuğu yerde bile konuşan, düşüncesini ifade edebilen aydınlar, öğretmenler, bilimciler yetiştirmek çok zordur.
Türkiye’yi son altmış yılda yönetenlerin çoğunluğu hep kolay yolu seçti. O kolay yol ülkemizi bugünkü hale getirdi.
Türk Milli Eğitimin dünya ülkeleri arasında çok kötü notlar almasında bütün sorumluğu sadece hükümetlere yıkıp kendimizi sorumluluktan kurtaramayız. Bu sonuçlarda her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, velilerin, üniversitelerin, eğitim fakültelerinin, öğretmen sendikalarının, eğitim derneklerinin, muhalefet partilerinin, basının, yayının, yazarların, bilim insanlarının vbg. ilgili her kişi ve kurumun da payı vardır. Herkes; her kurum ve kuruluş bu konuda özgürce, bilimin ve felsefenin aydınlığında düşünce üretebilmelidir.
2005 Mart ayı başlangıcında açıklanan, dünyadaki üniversitelerin bilimsel bilgi üretimini esas alan uluslararası bir araştırmada; Türkiye’deki hiç bir üniversitesin en iyi beş yüz üniversite sıralamasına girememesi PISA sonuçlarıyla çakışmaktadır.
Türkiye’deki eğitim sistemi, her yönden, anaokulundan üniversiteye kadar çağın gerisinde kalmıştır. Ülkenin ve dünyanın gelişmelerine ayak uyduramamıştır. Bugünkü haliyle Milli Eğitim Sistemi, Türkiye’deki toplumsal, düşünsel gelişmelerin önündeki engellerden biri haline gelmiştir.
Okuduğunu anlamayan ve iki satır yazmaktan aciz adam Türkçe yazsa ne yazar, Turkchee yazsa ne yazar? Kaldı ki derdini anlatabilen herkesi anlayabiliyorum. W-X-Q kullanması estetik ve hoş olmayabilir ama mana açısından en küçük sorun yaratmıyor benim için. Burada yazıp yazdıkları anlaşılmayanlar ne olacak ? İki satır yazıyı bir araya getiremeyenler? Bir yazıda giriş-gelişme-sonuç temel yapısından habersiz koca koca adamlar? Yazdıkları anlaşılmayanlar? Basit kurallara takılıyoruz, ki amacımız bu; işin kolay yanı, asıl faciayı görmezden gelmenin ve susmanın en kolay yolu.
---
Dili korumanın "milliyetçilik"le, "vatanseverlik"le , veya muteber bir YURTTAŞ ! olmayla ilgisi mi ?
Bence kocaman bir palavra Bir nevi içi boş "vatan-millet-sakarya" edebiyatı. Zaten tabu olan ve savunması en kolay, eleştirisi en zor konularda vatan kurtaran, milliyetçi en vatanperver ve ezber sohPete devam.. Biz yine de kolay vatanseverlik yapıp bizi Türk olmaktan uzaklaştırdıkları için o "özenti" gençlere kızalım. Hatta arada şehitlerimizi de alet edelim ve her işte olduğu gibi bu işin de içine sokup analım. Belki herşey güzel olur..
Bu ülke, okuduğu bir paragraflık metni anlamada 30 ülke içinde sonuncu sırada ve kafası basmayan milyonlarca insanı gezegene kazandırmakta ısrarla devam ediyor ama olsun biz vahim gerçeklere gözlerimizi kapatıp kulaklarımızı tıkamalı ve türlü tabularımızı, Türkçe'mizi ve milli birlik, beraberliğimizi, ve vatan-millet-sakarya dili ve edebiyatımızı ne pahasına olursa olsun sürdürmeliyiz ki başka bi numaramızın olmadığını ve dünyanın ne kadar gerisinde olduğumuzu çaktırmayalım. Asıl sıkıntıları konuşamayan bu sahte ve nihayetinde başarısız dil ve edebiyat, vatanı, hatta tüm dünyayı kurtaracak inşallah.
Kahrolsun kahpe dünya ve dış mihraklar !
Türkçe dışı anadillerinde eğitim haklarını isteyenler de kahrolsun.
Kurallara uymayan, dilimizi ve milli varlığımızı yozlaştıran bu özenti yeni nesil de kahrolsun.
Bizler, Türkçe'yi güzel kullanma sevdalısı, vatan için canını veren, kendi için bişey istiyosa namert vatansever kuşaklar öyle omurgalıyız, bugüne dek öyle dik davrandık ve öyle aydınız ki şimdi bütün bunlar olsa olsa kendi dilini bilmeyen bu "yoz" özenti çocuklar yüzünden oluyordur..
Şu yabancı dilde isim de ayrı bir geyik konusu olabilir rahatlıkla. Öz türkçe kaç tane isim kaldı ki? En sevdiğim işimlerden bir olan Yoldaş yüzünden insanlar Komünist diye damgalandılar bu ülkede, oysa ki öz Türkçe ve çok güzel bir isimdir.
Mustafa, Muzaffer, Barbaros, Ali, Selman, Muhammed (ya da Muhammet), İbrahim (orj. Abraham) vs pek çok isim Arapça ya da Farsça kökenli. Attila bile Atilla oldu. "Kağan" ise "Kaan" na döndürüldü.
Batılı ülkelerdeki isimlerin pek çoğu da Latin kökenli ya da Hristiyanlık tarihinden gelmedir. Christian, Christ, Leon, John, Mary, Claus vs isimleri veya versiyonlarını Avrupanın çeşitli ülkelerinde görebilirsiniz. Alexander kimin adıdır? kime yabancıdır? kim yasak koyabilir?
İngilizce bugün beğenseniz de beğenmeseniz de bilim dili olarak pek çok ülke tarafından kabul görmüş bir dildir. Bunun en büyük sebebi ise son 50-60 yılda yapılan çoğu bilimsel çalışmanın, anadili İngilizce olan ülkeler tarafından yapılmış olması olabilir mi acaba?
Bir dilin bilim dili olabilmesindeki en büyük mihenk taşı o dilde bilim yapılmasıdır. Eğer sadece bilimi takip etmek için bilimle uğraşıyorsa bir ülkenin bilim insanları, İngilizce öğrenmeden bunu yapmaları mümkün değil. Hatta İngilizcenin yanına Almanca ve Japonca yı da eklemeleri daha da iyi olacaktır. (mühendislik açısından)
Eğer bilim üretemiyorsanız bu durumda "İngilizce yerine adam gibi Türkçe ögrensiler" talebi komik olmaktan öteye geçemiyor malesef. Tabii eğer şu anki bilimsel durumumuz ohooo bize 200 yıl yeter" deniliyorsa o zaman başka.
Yazıyı "Hadi leen" ile bitirmek istiyordum ama tam bağlayamadım malesef. Genede" Hadi leeeeen" demek istiyorum. Özellikle de Türk, Kürt, Laz Çerkez, Yahudi, Ermeni, Süryani, Yezidi, daha hatırlayamadığım pek çok rengin bir arada yaşadığı bu topraklarda.....(hah şimdi oldu galiba)
Hadi leeen. _________________ NC700X
Oooohhh suyundan da koy.
Kayıt: May 05, 2004 Mesajlar: 1614 Nerden: İstanbul
Tarih: Çrş Ağu 18, 2010 10:28 am Mesaj konusu:
Biz biraz da namus meselesi yaptık dili. Yani Cumhuriyet rejimine geçiş sırasındaki şartlar bazı şeylere zorladı o dönemin yöneticilerini. Bir ulus millet ve devlet yaratmak istediler, dil de kurallar konan, yasaklar konan konulardan biri haline geldi bu dönemde. O günün şartlarında anlarım ben bunu ama bugünün dünyasında savunamam.
Dilin gelişimi ve değişimi bence kendi gelişimini kendi doğal süreci içinde sürdürmesi gereken , dışarıdan müdahale ve yasaklar , zorla yönlendirmeler uygulanmaması gereken bir süreç. Herşey kendiliğinden olmalı, en azından bu çağda, bu yüzyılda.
Türkçe dediğimiz ve bugün konuştuğumuz dilin içindeki kelimelerin kökenlerine fena halde takmış durumdayız. Bu aslında dil ile ilgili değil, ideolojik bir yanılsama. Bizim dilimiz zaten öz Türkçe değil ki. Olamaz ki ve hiçbir zaman olmadı ve olmayacak ki. Nedir bu öz Türkçe ? Kim öz Türk ? Öz Türk mü var bu gezegen üzerinde ? Kimmiş o ???
Bugün farklı etnik kökenleri olan, veya farklı dünya görüşlerine sahip olan kesimler dil üzerinde ve onun kullanımında baskılar oluşturarak , bu kimsenin hegamonyasında olmayan konuyu kendi görüşlerine göre egemenlikleri altına almaya çalışıyorlar. Muhafazakarlar ve dindar kesimler Arapça kökenli kelimeler kullanılsın istiyor. Bunlara karşı kesimler o Arapça kelimeler kullanılmasın , onun yerine bilmemne kurumunun türettiği kelimeler benimsensin istiyor. Biz daha düne kadar milyonlarca nufusa sahip bir dili yok etmeye çalışıyorduk. Daha düne kadar Kürtçe şarkı söylemenin yasak olduğunu , insanların anadillerini konuşmasının ciddi baskı altında olduğunu unutmayalım. Dil bizim en bağnaz olduğumuz konulardan biri. Bu konuda tarafların tümü bağnaz, tümü dediğim dedik, tümü baskıcı ve saygısız. Dil yıllar boyu bir başka kavganın malzemesi oldu bu ülkede ve böyle bir durumda gayet olağan bir sonuç olarak resmen içine edildi..
Türk Dil Kurumu diye bir kurumumuz var , hepimizin bildiği hikayedir. Pc'ye karşılık olarak bulduğu "Bilgisayar" gibi başarılı işler de çıkartan, öteyandan hepimizin bitarafımızla güldüğümüz , makara malzemesi olan abuk subuk kelimeler de türeten bir kurum. O da bu savaşın taraflarından oldu, o bile dili malzeme etti bu kavgaya. Oysa olması gereken bu değildi.
70 yaş üzeri, dili güzel ve etkin kullanan, bugünün ihtiyarı ancak kendi zamanının entekllektüeli olan birileri televizyona çıkıp konuşmaya başladığında hep içim sızlamıştır. Evet, bugün kullanmadığımız Arapça, Farsça, hatta Latince kökenli kelimeleri de kullanıyorlar. Kullandıkları kelime sayısı bizden kat kat fazla ve hiçbiri fazlalık değil, hiçbiri gereksiz değil. Okul yıllarımda tabi olduğum beyin yıkama safhasından yıllar sonra ancak bugün görebiliyorum ki , biz canım Türkçe'nin zaten çoktan içine etmişiz yahu. Her birinin ayrı bir anlamı olan onbinlerce kelimeyi katledip yok etmişiz. Anlam ile mana bir mi ? Anlamlar dünyası derken, veya mana kelimesini kullanırken aynı şeyi mi kastediyoruz ? Bu ikisi arasındaki farkı bile öğretmediler bize, oysa eş anlamlı gibi görünen ama tamamen başka başka şeyleri izah eden daha onlarca binlerce kelime ve onları kullanarak anlatabileceklerimiz , ancak onları zihnimizden geçirirken aklımızda canlandırabileceğimiz onca şey.. Biz hepsini kaldırıp çöpe atmışız zaten. Arapça kökenli diye , Farsça kökenli diye , Kürtçe diye bilmemne kökenli diye bir zenginliği yok etmişiz. O dil zenginliğinin zihinlerde yaratabildiği imkanları başka yollardan yaratamayacağımızı , bu işlerin öyle suni yollarla olamayacağını bilememişiz. Sonra da kalkıp "İngilizce'de şu kadar kelime var, bizim dilimiz fakir sayılır" diye şikayet etmişiz. Onca köreltirsen olacağı budur be adam. Her taraftan bişey yağar ve içine zıçar. Şimdi eldeki üç beşbin yaygın kullanımdaki kelimeyi birbirinin önüne arkasına ekleye ekleye yeni kelimeler , isimler türetmek zorunda kalıyoruz. Kavramsal bir konuyu anlatabilmek için İngilizce kelimeleri cümle içinde kullanmak zorunda kalıyoruz çünkü onun bu dildeki karşılığı çoktan tırpanlanıp bu ideolojik savaşa kurban gitmiş.
---
İlle de öz Türkçe olacak düşüncesinin bir ideolojik kavga olduğunu, bunun dille ilgili olmadığını, hatta bu kavganın dile ve onun zihnimizde yarattığı potansiyele zarar verdiğini, zihnimizi ve onun tüm ürünlerini körelttiğini düşünüyorum. Dil ufak tefek temel düzenleme ve tavsiyelerin dışında tamamen özgür bırakılmalı. Bu sonu gelmez kavgaya alet edilmemeli ! en azından bundan sonra. Ve binyılların kazanımı olan o tırpanladığımız kelimeler yeniden kazanılmalı. 80'lik ihtiyar bizden zengin bir dil ile, bizlerden anlamlı ve güzel konuşuyor, meramını bizden güzel anlatıyor, ben dinlerken utanıyorum.
Güzel bir başlık ama önce kendi forumumuzdan başlasak da yarı Türkçe yarı İngilizce okumaya çalışmasak güzel olurdu ... forumdaki İngilizce kısımlardan bahsediyorum , mesela bu mesajı yazdığım pencerenin sol tarafındali Message Body yazısı gibi ya da onun hemen altındaki View More Emoticons yazısı gibi ... _________________
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız