Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Apr 06, 2005 Mesajlar: 112 Nerden: Istanbul
Tarih: Pzr May 28, 2006 5:48 pm Mesaj konusu:
Ayrılmak ne mümkün, fragmanlardaki fotolar bile böyleyse "Watch this topic" yapıp devamlı mailbox'ı kontrol edeceğiz artık.
Hevesle bekliyoruz Ahmet.
Sevgiler. _________________ Serkan Dilver
532 4336965
---------------------------------------------------
"Hızlı gidip birini değil, yavaş gidip hepsini..."
GEZİ FİKRİ VE HAZIRLIĞI:
-------------------------------------------------------------------------------------
Aklıma GS fikri düştüğünden beri, bu tur ağırlıklı iri enduronun farklı yeryüzü şekillerinde gidişini gösteren BMW kataloglarından, yabancı gezginlerin gezi raporlarına kadar o kadar fazla şey görmüştüm ki, GS’me kavuşunca bu resmin gerçek bir parçası olmak aklımdan çıkmaz olmuştu.
Önce biraz lise yılları coğrafya bilgileri canlandı; evvelce arzulanan yerler de programa ilave edilince rota ortaya çıktı…
Bir çok nedenden ötürü, Mayıs aylarını bu tip uzun yollar için çok uygun bulurum. Ne aşırı trafik ne de sıcak olur yollarda. Yağmur ihtimali, kuzey rotaları hariç, hemen hemen kaybolur. Tabiat en güzel yüzünü bu ay gösterir, mayıs yolcularına özel bir ödüldür bu adeta…
Uzun süredir beklediğim bazı aksesuar ve kıyafetlerin yurtiçinden ve dışından tamamlanması, pürüzsüz bir gezinin işareti olmalıydı.
Geçtiğimiz cumartesi gecesi merkezde hummalı bir çalışma ile listelerimizdeki malzemelerimizi motorlarımıza yükledik.
Ziyarete gelen dostların muhabbeti de eklenince geç saatte önce Ali abi,
Sonra da ben hazır hale geldik.
Uzun bir yol bizleri bekliyordu… _________________ 72' Ahmet ERTÜR
70' BMW R 75/5 (Yorgun Frolayn)
05' BMW R 1200 GS (Sarı Şekerim)
05' Kanuni 125 Cheetah (Kara Uçurtma)
CR'dan güvenli sürüş önerisi: Motorumuzu bir gün çocuğumuzun sürmesini isteyeceğimiz gibi sürelim!
İlk günümüzü asıl programın yapılacağı bölgeye intikal ile geçirecektik. Bu da makul asgari molalarla
Akşam Konya’ya varmak demekti.
Sabah erken saatte hazır motorlarımızı alıp yola çıktık, kısa bir kahvaltı için her zamanki gibi Ekbir tesislerinde ilk molayı verdik.
Menemen’e kadar duble yoldan sabahın serininde yol aldık. Kışlık eldivenler bile fazla gelmedi.
Menemen’den ayrılıp Muradiye’ye vardığınızda, doğuda giderek büyüyen Spil Manisa’ya az kaldığını müjdeler.
Manisa’ya kadar ve sonrasında Gediz’in hayat verdiği üzüm bağlarını bölen yolumuzda Salihli’ye kadar aralıksız ilerledik.
Artık giderek ısınan hava, içliklerle yol almayı zorlaştırmaya başlamıştı. Benzin molasını bahane edip
Sıcak iklim hazırlığımızı yapıyoruz.
Ali abi diğer depo doldurma molasına kadar hazır…
Uşak’a doğru denizden uzaklaştıkça irtifamız arttı. Önce zeytin, sonra bağlar kayboldu, taş çekirdekli meyveler serpiştirilmiş ağırlıkla buğday ekili araziler, dağların ormanların elverdiği boşlukları dodurmaya başladı. Ve tabi ki, kah koyu lacivert, kah beyaz çiçek açmış haşhaş tarlalarını da unutmayalım.
Afyon’a doğru Düzağaç’ta bir benzin molası daha… Ali abi, düzlüklerde o kadar tempolu gitti ki, yetişeyim derken, tüketimim 6,5 lt’ye sıçradı.
Tepe üzerlerinde kıştan kalmış karı ilk burada gördük. Tuhaf bir tesadüfle bu yüksek tepeye “Küçük Ağrı” deniyormuş.
Bu molada Afyon İkbal’de yemek molası vermeyi kararlaştırıyoruz.
İkbal’e vardığımızda, bir Goldwing grubuna rastlıyoruz. Restorana doğru bir bakıyoruz ki Sina Afyoneri de orada… Selam veriyoruz hemen. Ayak üzeri sıcak sohbete dalıyoruz.
Rukka’nın eldiven üretmemesi sorunu burada da gündeme geliyor. Sina çaresiz , durumu Finlandiya’ya ileteceğini söylüyor .
Tandırın tadına bakmadan buradan geçmemeli. Mmmm...
İkbal tesislerinden tam ayrılacağımız sırada, Zafer Akçay, eşi ve Uğur abimize iki adet Pan'larıyla birlikte rastlıyoruz. Günün sürprizi bu olmalı...
Karşılıklı iyi yolculuklar diledikten sonra, farklı yönlere hareket ediyoruz.
Akşehir’de Nasreddin hocanın nasıl ticarileştirildiğine hayret edip yol kenarında bir mola yeri ve aynı zamanda kır lokantası olan bir mekanda çay molası veriyoruz.
Motorlarımızı buraya kadar adeta bir sinek, böcek bulutları içinde sürdük. Bol suyu bulunca, leş gibi motorlarla şehir merkezine girmekten kurtuluyoruz. Kolay kirden arınma konusunda TA daha şanslı...
Akşehir’de gölün arttırdığı bağıl nem, göl çevresinde kiraz, vişne vs. meyve ağaçlarının yetişmesine fırsat vermiş.
Artık hedef Konya… Buğdayların kapladığı yeşil düzlüklerden geçip Konya’ya doğudan giriş yapacağız. Mustafa Güzel’in önerdiği merkezdeki Selçuk otelde konaklayacağız. Bulursak eğer…
Konyalıların Alaatttin Tepesi dedikleri çay bahçeleri ile çevrilmiş dinlence tepesinin etrafını birkaç kez turladıktan sonra otelimizi buluyoruz.
Akşam bir şeyler atıştırdıktan sonra, doğu girişinden şehir merkezine kadar gördüğümüz şirin tramvayları fotoğraflıyorum.
Karşılıklı hatalar sonucu Mustafa ile de buluşamıyoruz. Yine de teşekkürler Mustafa…
Biz, Konya merkeze ziyaret amaçlı gelmedik. Fazla oyalanmadan otelimize dönüyoruz. _________________ 72' Ahmet ERTÜR
70' BMW R 75/5 (Yorgun Frolayn)
05' BMW R 1200 GS (Sarı Şekerim)
05' Kanuni 125 Cheetah (Kara Uçurtma)
CR'dan güvenli sürüş önerisi: Motorumuzu bir gün çocuğumuzun sürmesini isteyeceğimiz gibi sürelim!
Ahmet Abi yine harika bir rapor hazırlamışsın ve devamı var biliyorum. Akşam evde bira+fıstık eşliğinde tamamını seyredeceğim.
Siz Marmaris yakınlarında iken, sanırım Çarşamba günü Edremit'deydim, selamlarımı almışsınızdır umuyorum.
Kulak tıkaçlarımın verdiği imkanla, yol arkadaşımın gürültülü uykusuna yine direnip bir önceki günün 739 km’lik (şimdilik benim için max. km/gün) yorgunluğunu bir hayli attım.
Sıkı bir sabah kahvaltısının ardından, Selçuk otelin sevimli elemanı adaşım ve otel müdürü diğer adaşım ile gayet hoş bir şekilde vedalaştık. Otel kısıtlı kapalı park alanını bize açarak, motosikletlerimizi yıkamamıza yardım ederek tam notu aldı bizden…
GS’mi otel önünde yüklerken, bir Amerika’lı turistin beni ilgiyle izlediğine fark ettim. İngilizce konuştuğumu anlayınca ayaküstü “beemer” sohbetine koyulduk. Yaklaşık 45-50 yaşlarındaki ağabeyimizin motoru K serisinden bir turing BMW imiş. Eşiyle daha ziyade kısa turlar atarlarmış. Dikkatini benim depo üstü GS çantası çekince, fotoğraf merakı da varsa bu tip çantaların çok kullanışlı olduğunu söylüyorum.
Benim eski motorum R75/5’ten bahsedince benim bir “boksör müptelası” olduğum tescilleniyor. Adamcağız, aklı muhabbette kalarak eşinin kolundan çekmesiyle kalkmakta olan otobüslerine yetişti.
Öğle yemeğinde planlanan alabalık için beyaz, kampta İkbal’den alınmış sucuklarla kırmızı şarap içmek hazırlığa başlıyoruz. Tek şansımız olan Migros, şanslıyız ki yakınımızda.
Migros personelinin şaşkın ifadeli karşılamalarına aldırmadan öğle yemeği ve kamptaki akşam yemeği için nevale toplamaya başlıyoruz.
Koskoca Konya’daki Migros “MM” statüsünde ve trafik, çeşit çok kısıtlı. Konya’lıların burayı öncelikle tercih etmedikleri açık. Küçük şarap reyonunu bulmakta güçlük çekmiyoruz.
Öğlen alabalık eşliğinde “Doluca Kav Narince” (bilhassa soslu balık veya kanatlı için çok iyi bir tercih bence) akşam da “Vinolive” fuarında keşfettiğim Sevilen’den “Majestik” (Şiraz+Kalecik karası) içilecek…
Birkaç nevale tedariki de tamamlanınca rotamıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
İstikamet hala Doğu… Karapınar’a gidip Acıgöl’de duracak oradan da Ereğli’ye doğru hareket edeceğiz.
Karapınar Türkiye’de rüzgar erozyonu ve çölleşmenin en şiddetli yaşandığı ilçemiz. Bu çetin coğrafyada çok ilginç yerlere evsahipliği yapıyor. Acıgöl de bunlardan biri…
Ali abi tam gaz doğuya teker çevirirken…
İç Anadolu platosunun bu kısmında hemen hiç viraj almadan uzun düzlüklerde kamyonları sollayarak süratle yol aldık.
Solda Acıgölü görür görmez durduk. Konya-Adana karayolu Acıgöl’e neredeyse teğet geçiyor.
Gölü yukarıdan biraz izleyip aşağıya iniyoruz.
Acıgöl ve kızkardeşi demekte sakınca görmediğim Meke gölü daha kuzeydeki Obruk platosundaki “obruk”lardan farklı olarak volkanik bir sürecin sonucu oluşmuşlar…
Meke gibi Acıgöl de bir krater gölü. Gölün yanına kıvrılan yolun başında bir benzin istasyonu ve ağırlıklı olarak kamyonculara hizmet veren bir lokanta-mola yeri var. Mekanın sahibi “Çiçek Ömer” ve biz çay içerken yemekte olan Karapınar’lı beyler bize göl ve bölge hakkında bilgi verdiler.
Gölün sularının aniden derinleştiğini gözlemlemiştik. Onlar da ilk olarak bunu ifade ettiler. Aslında normal, zira derinliği 300m’ye varan içi su dolu bir krater var önümüzde.
Göl çevre halkı için yazın serinlemek amacıyla kullanılırmış. Sülfatlı suyunun kaldırma gücü fazla olduğu gibi muhtelif cilt hastalıklarına da faydalı oluyormuş.
Karapınar’daki amansız kuraklıkla mücadeleye TSK da katılmış. Toprağın müdafaası bazen de doğa güçlerine karşı veriliyor. Karapınar’daki derin sulama kuyularından temin edilen sularla damla sulama tekniği kullanılarak sulanan çamlar büyümeyi ve bölgeyi kurtarmayı bekliyor.
Program yoğun… Listedeki en doğu nokta İvriz’e doğru hareket ediyoruz.
Torosların güney yüzüne kocaman bir yarıktan geçerek akan İvriz Çayı, aynı adla anılan barajının sağladığı imkanla Ereğli’yi Karapınar’ın kaderinde kurtarıyor.
Doğal olarak, Ereğli’den bu subaşı alandan istifade etmek için, yanı mesire yeri haline getirilmiş baraj gölüne ve Hititler’den kalan kaya kabartmasının bulunduğu İvriz köyüne (yeni adıyla Aydınkent) bir akın var.
İvriz’e varınca, biz de kendimizi meşhur kaya kabartmasının yanında buluyoruz.
Fotoğraflardan algılanandan çok daha büyük bulduğum kabartmanın tarihi MÖ 8.yy’a kadar geri gidiyor. Dönemin kralı Varpalavas, bir elinde üzüm salkımı bir elinde başak, tanrı Tarhundas önünde dua ederken tasvir edilmiş. Yazılı ifadede “Ben hakim ve kahraman Tuvana kralı Varpalavas, sarayda bir prensken bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bolluk ve bereket versin.” diyormuş.
Toprağa ilk tohumun ekilişinden bugüne değişen çok az şey var. Eken dikenin emeği ve umudu, en az su, güneş toprağın kendisi kadar önem taşıyor.
İvriz’in girişinde (yerleşimlerin eski adlarını severim) Cumali beyin işlettiği, bozkırın ortasında adeta bir vaha niteliğindeki açık mekanda, alabalığımızı getirdiğimiz narince şarabı ile alacağız.
Şarabı soğuk almadık ve bu ısıda içilemez. Ali abi, yanımızdan gürültü ve hızla akan İvriz çayında şişeyi kaçırmadan soğutmayı başarıyor.
Balıklarımız gelince menü tamamlanıyor.
Şarap eşliğinde alabalıktan sonra, bu su sesinin etkisiyle bir müddet kendimi boş hamaklardan birine atıyorum.
Ooooo, kahveler harika olmuş Cumali abi!..
Bir süre dinlenip bozkırda macera sürücülüğü oynamaya gideceğiz.
İvriz’den biraz çıkıp geriye bakınca, çayın geldiği yarık apaçık görünüyor.
İvriz’den sonra, kamp için ekmek aldığımız Ereğli’yi geçip yeşile ve suya adeta veda ediyoruz… _________________ 72' Ahmet ERTÜR
70' BMW R 75/5 (Yorgun Frolayn)
05' BMW R 1200 GS (Sarı Şekerim)
05' Kanuni 125 Cheetah (Kara Uçurtma)
CR'dan güvenli sürüş önerisi: Motorumuzu bir gün çocuğumuzun sürmesini isteyeceğimiz gibi sürelim!
İkinci günün öğleden sonra etabı, öğleye kadarki programın rahatlığına ve yeşillik subaşı alanların uzaklığına göre zıt şekilde gerçekleşti.
Ereğli’den çıkıp Böğecik sapağından Ambar’a oradan da Kavuklar üzerinden Meke dağını batımızda bırakacak ve kamp yapmak üzere, Karapınar’dan geçmeden toprak yoldan Meke gölü kıyısına gidecektik.
Ambar’a doğru cılız buğday ekilişleri yerini kendi florasından başka pek bir şeye fırsat vermeyen bozkıra bıraktı. Koyun sürüleri bu geniş manzarada zaman zaman karşınıza çıkıyor.
Çıplak fakat alçak tepeler yolumuzun sol-güney tarafında yükseliyor, kuzeyde ise Akgöl sazlıkları olarak geçen sözde sulak alan, baharın elverdiği cılız bitki örtüsüyle kaplanmış halde, sağımızda akıyordu. Birkaç fotoğraf çekmek için fırsatı değerlendirmek üzere bu kurumuş göl tabanında yol alıyoruz.
GS’min ağırlığından dolayı bir gömülme olmasından endişe ediyorum. Geride tatlı derin bir iz bırakmanın ötesinde zemin bana zorluk çıkarmıyor.
Bir süre burada vakit geçirdikten sonra, hareket ediyoruz.
Yolun güneyini sınırlayan tepelerin eteklerinde, ellerinde sopalarıyla yere sanki bir şey yoklarcasına vuran köylü kadınlara rastlıyoruz. Yolda aynı sopalar ellerinde yürüyen üçlü bir grup görünce, artık dayanamayıp bu işin detayına iniyorum.
Düşündüğümün aksine rahat iletişim kurduğum kadınlar “Domalan” adı verilen, kısmen veya tamamen yeraltında yetişen bir mantar türünü, ellerindeki sopaları vurmak suretiyle aradıklarını söylediler. “Sopayı vurunca o bize yerini söyler.” diyorlar ve domalan bulmada oldukça iddialılar.
Kısa sohbetten sonra yola devam ediyoruz…
Ambar’dan sonra yolumuz kuzeye dönüyor. Bir süre sonra, Kavuklar köyüne giriyoruz. Burada, hele ki yöre şartlarına göre çok başarılı bir kiraz bahçesi karşıma çıkınca seviniyorum.
Geniş çorak arazilerin bıraktığı burukluktan, bu bahçe yöre insanı için refaha bir umut penceresi açıyor. Ne var ki, arkadan bir yerden beliren Ceylani bey kötü haberi verene dek…
Bir şeyler yapılmazsa bu kiraz bahçesi kuruyacakmış. Köylerinde günlük ihtiyaç için kullanılan yaklaşık 30m derinliğinde kuyular su vermez olmuş. Geride bıraktığımız Akgöl, her yıl kurumasına karşın evvelce bugünkü kurak haline, yıl içerisinde çok daha sonra gelirmiş. Dahası Mayıs aylarında bölge on yıl öncesine kadar yağmur alırmış.
Şu sıralar köy halkına zaman ve miktar kısıtlaması ile su veriliyormuş. Derin yer altı kuyuları bile buralarda vazife yapmıyormuş. Söylence olarak Karaman taraflarından su getirme projesi varmış ama henüz ortada kesin bir şey yok. Kırk yaşlarında ama köyün hemen hemen en genciymiş. Köyde iş yaptıracak insan güçlükle bulunmazmış.
Suyu temin edecek bir proje üretilemezse, binlerce dönümlük arazi, kısa mera sezonu hariç, çöpe gidecek… Burada doğmuş insanların hayalleri ile birlikte….
Biraz canımız sıkkın kuzeye yöneliyoruz.
Yine bir volkanik oluşum olan Meke dağı solumuzda beliriyor.
Meke dağı bozkırın ortasında, onunla alay edercesine mantar gibi bitmiş. Volkanik bir oluşum olduğu, külden rengi ve krateri ile açıklıkla ortada.
Meke dağının yanından geçen yol aslında asfalt olarak Karapınar’a kadar uzanıyor. Ancak ben, Ali abinin onayını tam alamasam da, Meke gölüne toprak yoldan geçerek güney tarafından ulaşmak istiyorum.
Gönülsüz de olsa yol arkadaşım beni izliyor.
Yeni fidan dikilişleri için hazırlanan demir direk sıralarını geride bırakıyoruz. TSK fidanları korumak için koyuncuları gözetlemek üzere araziye yüksek kuleler yerleştirmiş…
Düz yolumuzun kuzeyinde tek katlı yerleşimler koyunlara, koyunculara ve ailelerine ev sahipliği yapıyor.
Bir noktadan sonra, GPS’imden de teyit alarak çoban köpeklerine aldırmadan yönü doğudan kuzeye, Meke gölüne çeviriyorum.
Ali abi peşimde…
Güneş giderek alçaldı. Kampı gün ışığından da faydalanarak kurmak için vaktimiz daraldı.
Bunu bahane ederek, koyuncuların arabalarının açtığı, kül-kum karışımı zemine sahip yolda biraz gaz veriyorum. Bu yüke göre GS hafif enduro gibi rahat bir kullanım sergiliyor. Bu şımarıklıkla 50-60 km/s sürate rahatça çıkıp yol alabiliyorum.
Otomobillerin lastiklerinin zeminde yarattığı dişler ve yer yer ön tekeri kucaklayan derin yumuşak alanlar tatsızlık yaratmasa hiç gaz kesmeyeceğim…
Meke’ye vardığımızda güneş bir hayli kaybolmuş, gölün en fotojenik batı yüzü karanlığa gömülmek üzereydi.
Önce can diyerek çadırımızı kurduk ve akşam yemeği için hazırlığa başladık. Pratik mangalımız hazır hale gelirken, Ali abi domatesleri Gobi’nin musluğuna dayamıştı bile…
Köşeli yan çantalarımı kullanarak sofrayı kuruyoruz.
Karanlık iyice çöktüğünde, tripodumuz lüks lambamıza destek oluyor ve şarapla birlikte derin sohbete dalıyoruz.
Aysız gecede, milyonlarca yıldız, Meke’nin ortasındaki kambur tepenin üzerinde asılı duruyor. İlk kez, bir su yüzeyinde bazı parlak yıldızların aksini görmenin şaşkınlığını yaşıyorum.
Farklı zamanlarda, iki volkanik faaliyetin meydana getirdiği Meke Gölü, kesinlikle büyülü bir yer… _________________ 72' Ahmet ERTÜR
70' BMW R 75/5 (Yorgun Frolayn)
05' BMW R 1200 GS (Sarı Şekerim)
05' Kanuni 125 Cheetah (Kara Uçurtma)
CR'dan güvenli sürüş önerisi: Motorumuzu bir gün çocuğumuzun sürmesini isteyeceğimiz gibi sürelim!
Eh be Ahmet, tam bu seneki tur için Konya-Karaman-Kapadokya planları yapıyordum bir de baktım ki sen o civardan dönmüşsün bile.
Meke Gölü en çok merak ettiğim ve mutlaka gitmeliyim dediğim yerlerden biri. EMOK festivaline gelirsen mutlaka görüşelim (bizimkisi de "senede bir gün" hesabı), senden civar hakkında detaylı bilgi alabileceğim anlaşılan ...
Gezi yazının devamını da merakla bekliyorum. _________________ Utku "Triumph" Hamarat'70
Honda XRV750 Africa Twin'01 - "Şeytan"
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız