Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Cmt Ekm 03, 2009 10:09 am Mesaj konusu: AVRUPA RAPORU II – 3333 km. - ADRİYATİK ve GÜNEY BALKANLAR:
AVRUPA RAPORU II – 3333 km(Balkanlar).
ADRİYATİK ve GÜNEY BALKANLAR:
Yunanistan, Makedonya, Kosova, MonteNegro, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, İtalya
EMOK Festivalindeki bir sohbet sırasında ortaya çıkan Adriyatik turu önerisi, uzun süredir düşüncelerde olan planları güncellemeyi ve gerçekleştirmeyi sağladı.
Hazırlıklar, rota önerileri, zaman belli tabi bayram tatili ve biraz daha uzatılması belki…
Geliyor, kapsamlı, bol bilgi ve fotoğraflı, sıkılmayanlara sayfa sayfa, hadiiii başlıyor.
Az daha sonra…
Daha bunlar başlangıç, neler neler var...
% 30 Yağmur, %70 Güneş, bol resimli, az videolu rapor şimdiii... _________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
BMW R 1200 GSA
İstanbul
En son puhu tarafından Cmt Arl 11, 2010 12:20 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 5 kere değiştirildi
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Cmt Ekm 03, 2009 11:08 am Mesaj konusu:
Ramazan Bayramı tatiliyle birleşen hafta, 9 ve 14 gün olarak gerçekleştirdik turumuzu.
Neden 9 - 14 bölümünü raporumuz içinde açıklayacağım… Biraz uzun sürecek raporumuz, şimdiden haber vereyim. Geziyi birlikte gerçekleştirmemize karşın raporlamayı bir türlü gerçekleştiremedik. İşlerin yoğunluğu, izinlerin azlığı, hafta sonu tembellikleri… vb. bir türlü olmadı olmadı.
Rota hazırlamayı
Hakan PEKMEN üstlendiğinden hızlı bir çalışmayı bizlere gönderdiğinde Temmuz ayı aramızda yoğun e-posta trafiğine yol açtı. Hakan'ın rapor hazırlama becerisi ) tüm çalışmaları ona yüklememize yol açtı ama değiştirmelere karşın hiç sesini çıkarmadı sağolsun. Rotamızı başlangıçta motorları İtalya-Trieste’ye gönderecek şekilde planlamıştık, ta ki son haftaya ulaşınca planın tam tersini gerçekleştirinceye kadar ))
Yunanistan, Makedonya, Kosova, MonteNegro, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, İtalya rotamız içinde geçilecek - gezilecek ülkeler olarak belirlendi. Süremiz kısa, gezilecek yer çok, isteklerse değişken olduğundan ortak paydalarda buluşmak, uzun-uzuuun yazışmaları getirdi.
Ortak bir e-posta grubu oluşturmuştuk, herkes düşüncesini dile getiriyor, gruba gönderiyor, böylece katılıma göre rota ve yerler kesinleştiriliyordu. Biz üç erkek, zaman zaman aramızda “özel” yazışarak, geyik-sohbet kıvamında (Alp başlattı, biz de katıldık tabi…) özel planlar geliştiriyorduk. Ta ki kızların da aralarında özel yazıştıklarını İnci ağzından kaçırana kadar )
Plaj, alışveriş, konaklama yerleri tamamen kızların isteklerine göre yönlendirilmeye çalışılıyordu, hemen hain bir B planıyla denetimi ele geçirmenin yolunu bulmamız gerekiyordu. İnci ve Binnur’un konaklama yerleri listesini ele geçirdim. Başladık kırpmaya… Alp, gittiğimiz hemen tüm otellerdeki pazarlık gücüyle tatili oldukça ucuza geçirmemize yardımcı oldu. Binnur da kalite kontrolcülük görevindeydi.
ROTA PLANLAMA
Yeni ve yeniden gitmeyi planlayanlar için ayrıntılara biraz daha gireceğiz, sıkılanlar bir sonraki başlığa devam etsinler
Yunanistan’a giriş: Komşu’nun gümrük davranışları, sorunlar, vize problemleri her gezi raporunda farklı anlatılılıyor. Ya biz çok şanslıyız, farklı yıllarda, farklı kapılarında hemen hiç zorluk yaşamadık. Ama bilinçaltında yerleşik çekinceler planlamaları da etkiliyor ister istemez. Elçilikten 2-3 gün içerisinde vizeleri aldık, problem yaratmadılar. Dönüş için daha önceden de tecrübemiz olduğundan İtalya – Trieste dönüş rezervasyonlarını yaptırdık, ödemeleri yaptık, dönüşten bir gün öncesinde arayacağımız telefon numarası da elimizde motorları yükledik.
Feribot için ayrıntılar bir önceki Avrupa raporumuzda:
Binnur – Hakan PEKMEN / BMW 1200 GS - 2006
Aslı – Alp BAYSALLI / BMW 1200 GS - 2007
İnci – Kenan BALDOĞAN / SUZUKİ DL 1000 V-STROM – 2002,
Birlikte 26 Eylül günü Avrupa’ya doğru kontak açtık…
Bayram trafiği nedeniyle Cuma çıkış saatimiz öğleyi buldu, her grup ayrı bir yerden yola çıkıyor, işten kaçamaklarla izin alıyor, uçakla İzmir’den gelip havaalanından bize katılacak olan Aslı ile telefonlaşmalar sürüyordu.
Yol sevincini TEM Okmeydanı kavşağında başlayan sağanak yağmur bile gölgeleyemedi başta… İnanılmaz bir kalabalık var yollarda, yüklü motorumuzla aralardan, ek şeritten kah dura, kah gide Mahmutbey gişelere varıp beklemeye başladık. Yağış azar azar artıyor, ama ya daha çok devam ederse, ya aralıksız böyle sürecekse…
Alp devamlı IPHONE’undan güncellediği hava raporunda hiç iyi şeyler söylemiyordu, önümüzdeki üç gün yağışlıydı, sonraki gün de, sonra ki gün de. Offf susun artık, apırsa da sapırsa da çıktık yola, gidiyoruz Keşan’a
İlk durak Keşan, Şapçı Otel olarak belirlemiştik akşamüzeri çıkacağımızı varsayarak, gece sınır geçişi uzun sürerse, sabaha kalacaksak eğer, bir sürü olasılık aklımızdan geçiyordu. Aslı’nın öğlen İzmir’den gelecek olması gezi başlangıç saatini öne aldırdı ve Keşan konaklamasını iptal ettik. İlk gün gidebildiğimiz kadar yol alacak ve akşam konaklamayı Dedeağaç / Alexandropoli veya Kavala da yapacaktık. Yolda Tekirdağ köftelerimizi hızlıca yiyerek son iftarımızı yaptık, yağmur artmadan yola devam etmeye karar verdik.
Gümrük geçişini sorunsuz ve çok kısa sürede hallettik, üç motor ardı ardına dar köprüden geçerek Meriç’i ve Türkiye’yi geride bıraktık, Yunanistan alacakaranlıkta bizi karşılıyordu, otoban sessiz, uzun önümüzde beklerken tatlı bir heyecan başlamıştı, yolda olmak, dostlarla yol yapmak heyecanı.
İstanbul – Alexandropoli 295 km:
Alexandrapoli’de akşamüzeri 20.00 gibi olunca hemen sahilde yer alan geniş bulvarda uygun bir otel bulmaya giriştik. Burası gezi planına son anda girdiğinden herhangi bir araştırmamız yoktu. Dışarıdan hoş görünen, deniz manzaralı Hotel ERİKA’yı gözümüze kestirdik. Motorları otelin önündeki kaldırıma park ettirdiler yer açarak. Ne olur ne olmaz yolculuğun başında çantaları ve malzemelerimizi kaptırmayalım diye boşalttık tüm çantaları ve motorları zincirledik.
Hotel ERİKA Dimitriou Karaoli 110 68100 Alexandropoli Tel: 055134115 http://hotel-erika.gr
Uygun büyüklükte odaları, temiz, sessiz (belki sezon sonu olduğundan) fazla kalabalık olmayan lobbysinde dinlenen Almanlar ve Türkçe bilen yaşlı resepsiyonisti ile yakın geldi. Binnur’un odaları ön denetimi, Alp’in kısa ön pazarlığıyla 50 Euro’ya gecelik oda ve kahvaltı fiyatı olarak anlaştık. Hemen üzerimizi değişerek yemek için kendimizi ara sokaklara attık. Deniz ürünleri ağırlıklı düşünürken ufak ve kalabalık bir restoran dikkatimizi çekti, kısa bir bekleyişten sonra tabaksız servis edilen kağıt kebabı-karışık sebzeli tava karışımı sebzeli bir karışımla tıka basa doyduk. Fotoğraf makinelerini otelde bıraktığımızdan resimler yok ne yazık ki. Otel rüzgarlı ve yağmurlu trafiğin verdiği ilk gün yorgunluğunu hemen yok etti, yarın hava daha iyi olacak değil mi Alp?
Başlangıcında yağışlı yollarla geçen bir geziye başlayınca insanın ister istemez tatil havasına giremiyor, konuşmalar, bakışlar, laf atmalar rota ve zamanlama konuşmaları gezinin geleceğini tehlikeli sularda gezdiriyordu.
- Ayşe’ler güneye gidiyorlarmış, şimdi konuştuuum, hava ve yol günlük güneşlikmiiiş…
- Acaba biz de Yunanistan’ın adalarına doğru mu çevirsek yolu ne?
- Durun daha yolun başında ne değişikliği bu böyle, bir gün daha deneyelim de ))
- Abi atlayın motora, bir an evvel uzaklaşalım bu muhabbetten, İnciii hadi bin hayatıımm…
_________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
BMW R 1200 GSA
İstanbul
En son puhu tarafından Prş Ekm 22, 2009 9:51 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Cmt Ekm 03, 2009 12:10 pm Mesaj konusu:
Sabah erkenden yükledik motorlarımızı, şimdi Kavala'da kısa bir mola ardından Selanik / Theselloniki...
Yolda mola yerleri daha önce yaptığımız gezilerimizdeki konaklama yerlerinden farklı olsun istemiştik, ama gruptaki bazı arkadaşlar ben de görücem ben de görücem deyince Yunanistan da yol üstü duraklarımız ve yiyeceklerimiz de çok faklı olamadı
Kavala'da küçük limanda bir kahve molasında...
Dedeağaç /Alexandropli – Selanik / Theselloniki 290 km.
Sezon sonu olduğundan yollarda ve turistik yerlerde kalabalık yoktu. Erken saatte cafelerde daha çok yaşlı amcalar kahvelerini içiyor, gelen geçeni izliyorlardı.
Selanik yolunda trafik biraz daha arttı, İnci yola çıkmadan internetten otel rezervasyonumuzu yapmıştı, merkezin göbeğinde 60 Euro’ya otel bulmuş, daha sonra internetten baktığımızda gözlerimize inanamamıştık. Hotel Electra Palace – Selanik adresini web sayfasından girince aman dikkat edin diyelim. Nasıl mı yanıldık!
Otelin adresini Hakan’daki Garmin GPS cihazına girdiğimizde bir problem olduğunu gördük, harita bizi merkezin 60 km dışına yönlendiriyordu. Telefonla aradığımız otel resepsiyonu rezervasyonu doğruladı ama bizim niyetlendiğimiz merkezle ilgisi olmayan aynı isimli bir otel olduğunu öğrendik.
Yoldan gelip rahatça otele yerleşeceğimizi umarken yine yağmur altında otel aramaya koyulduk. Biz yol kenarında beklerken yine Alp ve Binnur görev başındalardı. Merkeze yakın bir bölgede caddeye çok yakın bir ara sokakta Minerva Otel’de gecelik 50 Euro’ya anlaştık. Küçük bir otel olmasına karşın, modern, bakımlı ve bir gece kalacak yolcular için gayet yeterliydi.
Hemen çantaları taşıyarak kendimizi sokaklara attık. Erken gelmenin avantajı şehri yorulmadan gezmeye olanak sağlıyordu. Hava kararmadan sahildeki kalabalığa karıştık, başladık turlamaya.
Yunanistan çok yakın komşu kapısı olduğundan birçok arkadaşımız gidip geldi, bir sürü gezi raporları yazdılar. Bizde Yunanistan bölümünü çok uzatmamaya karar verdik. İsteyen arkadaşlarımıza konaklama yerlerini ve diğer bilgileri aktarabiliriz.
Sabah erken saatte kalkmak üzere anlaştık, havanın kısmen iyi olacağını Alp müjdeleyince hepimizin yüzünde gülümseme oluştu. Yoksa yavaş yavaş kızlar mızmızlanmaya başlıyorlardı. Neden sıcak yerlere gitmemişiz, neden sonbahara kalmışız, şimdi güneyde denize giriyorlarmış filan. Baktım her bayram kutlaması için açılan telefonlardan bu kötü haberleri alıyorlar, yemeğe gidip rotayı konuşalım önerisi yaptım.
Otelden önerilen yakındaki bir restorana gittik, çok turistik olmayan (hafta sonu yemeğine gelmiş Yunanlı aileler vardı) – OYZEPI AгoPA (Tel: 2310 532428) gayet hoş, neredeyse yer bulunamayacak kadar kalabalık, fiyat olarak da orta – üst düzeyde bir restorandı. Yemekler tam istediğimiz gibi çok özel ve farklı, servis personeli hızlı, düzenli ve yemekler konusunda bilgiliydi.
Hakan balığı götürmeden...
Neyse karınları doyunca yağmuru unuttular, sabah Makedonya’ya doğru kuzeye gidiyoruz, umarım hava yağışsız olur
Bizler kahvelerimizi yudumlarken İnci'de yarınki yoldan emin olmak istiyor gibi... _________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
Takim mukemmel ve birbirine cok uyumlu, tabi o zaman da boylesi seyahatler unutulmaz keyifli anilarla suslenir...
Kenan'cigim devamini 4 gozle bekliyorum, her zamanki ince esprili anlatiminla sayende nefis bir sunuma basladik.
_________________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - Ist. & C.kale
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Cmt Ekm 03, 2009 9:30 pm Mesaj konusu:
Geliyor arkadaşlar geliyor, birazcık soluklanalım dedik
Eh sabah erkenden kalktık tabi ki...
Şimdiki hedefimiz kuzeye doğru: Selanik / Thesseloniki – Üsküp / Skopje MAKEDONYA 262 km.
Yol planı yaparken biraz daha batıdan giderek Ohri gölünü de görmek vardı rotamızda, ama en azından bir gün daha uzatıp yağmura daha fazla yakalanmamak için bir an önce kuzeye yönelmek istedik. Ohri ve Arnavutluk rotasını bir sonraki gezi programına kadar şimdilik beklemeye aldık.
Yunanistan ve Makedonya arasındaki sınırı sorunsuz bir şekilde geçtik. Makedonya’ya girişte tüm Avrupa’da geçerli olan trafik sigortasının geçerli olmaması nedeniyle sadece burası için geçerli özel bir sigorta için 20 KN ödeniyor. Sınırda bizimle uzun uzun sohbet eden ve Türkçe bilen sınır gümrük görevlisi ailesinin ve komşularının birçoğunun da dilimizi bildiğini söyledi.
1991 yılında bağımsızlığını kazanan Makedonya’nın, AB ülkeleri ve dünya tarafından henüz yeteri kadar tanınmamış olmasının verdiği problemler devam ediyor. Aynı şey Kosova için de geçerli. Yunanistan halen Makedonya’yı kendi ülkesinin bir parçası olarak görüyor ve haritalarında ayrı bir sınır göstermiyor. Yol levhalarında özel bir şekilde sınır geçişleri veya bu şehirlerin isimleri yer almıyor. Tamamı Grek alfabesine göre yazılmış farklı şehir isimleri var.
Makedonya Bayrağı
Makedonya arması
Yolda başlayan yağmurla (durup yağmurlukları giymemize rağmen) maalesef iyice ıslanmış olarak Üsküp’e ulaştık. Karşımızdan gelen araçların sıçrattığı sulardan çoraplarımıza kadar ıslanmıştık. Neyse ki yedeklerle değiştirerek şehir gezimizi yapabildik.
Geliş yolumuzda gördüğümüz camilerden, Müslüman köyleri hemen tanınıyordu. Bu kadar fazla olması hepimizi şaşırttı, Makedonya nüfusunun % 33,3 oranı Müslüman olmasına karşın ülke geneline yaygın değil, bölgesel olarak toplanmışlardı.
Avrupa’nın en yüksek Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olduğunu sonradan araştırınca öğrendim. Osmanlı İmparatorluğunun göç yollarında olduğundan yıllar boyunca gerek etnik, gerekse dinsel yayılma bölgede hissediliyor.
Sınır geçişinden sonra otoyol boyunca Vardar nehrini izledik, bazen sağdan bazen soldan köprülerle fazla uzun olmayan bir yolculukla Üsküp’e ulaştık. Bu bölgedeki en yoğun trafik olan yol olduğundan otobandan farksız.
Üsküp içinde ilk önce ıslanmış botlarımızı yedek ayakkabılarımız ve çoraplarımızı değiştirip şehir turuna hazırlandık. İyi ki yolda bizi helak eden yağmur durmuştu ama hava serindi. Zaman zaman bulutların arasından görünen güneş içimizi ısıtıyordu.
Eski şehrin girişinde taş köprü
Köprüden şehrin yeni bölümüne bakış
Çok büyük olmayan bir şehir Üsküp, 560.000nüfuslu daha çok kent merkezinde yerleşmiş eski bir görüntüye sahip. Eski kent merkezini gezmeye çıktık hep birlikte. Bu izlenimimiz şehirden çıkışta yeni ve zengin bölgeleri gördüğümüzde biraz değişti.
Daha çok Hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler daha modern, bakımlı ve düzenliydi. Bir ayrımcılık mı vardı yoksa bize mi öyle geldi bilemiyorum. Müslüman yerleşimindeki bölgeler daha bakımsız gibi?
Vardar'da balık avlayanlar
Yollarda kanal kapakları, şehrin amblemi
Rahibe Teresa heykeli
Sokaklar tatil olmasına karşın yağmurun yeni durmuş olması yüzünden tenhaydı, çoğu yer de kapalı olduğundan kısıtlı saatler içinde birkaç yeri gezebildik.
Bu müzeyi iki ara bir dere gezerken bize haber vermemiş Hakan, oyüzden neresi olduğunu bilmiyorum. Umarım gezi raporuna yardım ettiği gibi bir açıklama yazar da öğreniriz...
Abi ne ara gittiniz buraya yahu?
Resimler daha çok Hakan'ın makinesinden. Videolar'ın yapımcıları da Aslı ve İnci. Bizim makinenin hafıza kartı problemi oluştu, yolculuğun başındaki tüm çekimleri ne yazık ki aktaramadık, başka bir kart satın alarak yolculuğun geri kalanında resimleri medya marketlerde CD’lere aktararak önlem olarak yedekledik. Yoldaki yağmur resimleri, yağmurda sürüş videoları çıkmadı (((.
Bundan sonraki gezilere yedek makine alması için Alp’i sponsor olarak seçtik. Kaliteli bir kamera alarak bir sonraki geziyi kask kamerasından çekeceğiz.
Osmanlı hamamı, taş köprüye çok yakın
Şehrin hemen her yerinden görülebilen bu haç yaklaşık 70 mt yüksekliğindeymiş. Yolda bazı şehirlerde bu dini unsurları abartarak yinelediklerini gözlemledim. Bizim devasa camiler, gökdelen benzeri kat kat şerefeli minareler, benzeri yapılar görkemli bir yapı yaratma isteği yerine dinsel baskı unsuru olarak kabul ediliyor sanırım.
Eski şehir bölümünün (Stari Grad) görünüşü
Isak bey turbesi / Uskup
Çarşıda gezinirken aynı mağazada bizden önce gitmiş olan arkadaş grubumuzun da resimleri olduğunu raporları okurken farkettim. Raslantının bu kadarı veya Dejavu
Bilmediğiniz DUCATI
Eski çarşıda ufak dükkânlar, parke taşı kaplı sokaklar, tanıdık markaları satan bize yakın gelen bir ortam karşıladı bizi. Demleme çay satan kahvehaneler, baklava satan pastaneler, tanıdık yüzlerle karşılaştık. Sanki orta Anadolu da bir yerlerdeymiş duygusuna kapıldık.
Mado'da baklava bayram için, kahve ve dondurma
Üsküp yoldan geçerken uğranacak bir şehir değil bence, yeterince gezemedik, birkaç saatlik hem de yağmurla pek sevimli olmayan bir günde, tadına varamadık. Gelmeden biraz daha gezilecek görülecek yerleri çalışabilseydik daha verimli olurdu.
Eh, o kadar gezme olur da acıkmak olmaz mı? Çok acıkmışız ki yemeklerin resmini çekmemişiz, direkt mideye göndermişiz.
Yemekler et, kebap ağırlıklı ve çok yabancı olduğumuz bir mutfak kültürü yok. Turistik olmaya başlamışlar yavaş yavaş. Servisleri hızlı ve çok kaliteli olmasa da yakın davranıyorlar, pazarlığa pek yanaşmıyorlar. Ucuz sayılmayacak ortalama bir öğle yemeği ve salatalar, birkaç meze(kiremitte kuru fasulye) 6 kişi için 90 Euro civarında ödeme yaptık.
Taş köprünün çok yakınında Türkiye’den bir işletmecinin ortaklığında büyük bir otel var, The Stone Bridge Grand Hotel resepsiyonda bizden bir soydaşımız var, Aysel, çok yakın ve içten sohbetiyle kendimizi hiç yabancı hissettirmedi. Kendisiyle sohbetimizde şehrin Türk asıllı yerleşim bölgelerini, gezilmesi gereken yerlerini, ailesi ve Türkiye'yle ilgili konulardan bahsettik.
http://www.stonebridge-hotel.com
, konaklama için indirim yapacaklarına söz aldım. Yüksek fiyatlara bakmayın siz, memleketten geliyoruz deyin yeter…
Biz Alp'in IPHONE'undan çok yararlandık gezi boyunca,
"Ulan, adam almış eline telefonu, hava atıp duruyor bize, yok yarın yağacak abi, yok bu yol Google'da görünmüyo..."
filan derken, gezimizin geri kalanında bu oyuncağıyla bir ayarlama yaptı ki, hepimiz tebrik ettik kendisini...
E, o hikayeyi anlatmaya daha var canım, biraz daha sonra.
Biz gösterimlere katılamadık ama film festivali davetiyelerimizi de sakladık )). Oteldeki Aysel hanım, ne olur ne olmaz kalırsanız diye davetiyelerimizi de vermişti sağolsun, akşam kalamadığımızdan gösterimlere katılamadık ne yazık ki.
Tüm Avrupa ülkelerinden gelen film yapımcıları ve sanatçıların olduğu bir festivalde Türkiye’nin tanıtımı güzel bir etkinlikle bir hafta boyunca devam ediyormuş.
Otelin giriş Lobby'sinde değişik ülkelerden gelmiş yönetmenlerle TV röportajları yapılıyordu. Belki arka planda bizler de çıkmışızdır görüntülerde ))
Şehri tepeden gören bir noktaya yapılmış Mustafa Paşa Camisi, Türkiye’den destek olan firmaların uzun süreli bir onarım planında eski görkemli günlerindeki görüntüsüne kavuşturulmayı bekliyor. İçini gezemedik ama bir sonraki gezi planımıza aldığımız Üsküp programında tekrar gelmeyi listeye yazdık.
Bakımlı olan bazı bölgeler ve eski yapıların yer aldığı eski şehir bölgesinde henüz tam anlamıyla bir korumacılık ve restorasyondan söz etmek zor. Ama gelecekte bu bölge bizdeki Safranbolu örneğindeki gibi turizm gelirine katkı sağlatacak gibi görünüyor.
Ağaçtan oyma yapılmış ikonalar, Hakan'ın objektifinden
Gelinlik mağazası
Ününü Osmanlılara karşı savaşı ve direnmesinden alan Arnavut kahraman İskender Bey’in 2006 da açılan heykeli kentin meydanını süslüyor.
_________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
BMW R 1200 GSA
İstanbul
En son puhu tarafından Pzr Ksm 29, 2009 9:34 am tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Pzr Ekm 04, 2009 10:27 am Mesaj konusu:
Üsküp’ten çıktık yola, hedefimizde Prizren / KOSOVA ola...
Üsküp’te 3 – 4 saatlik moladan sonra Kuzey’e doğru yolumuza devam ederek Kosova’ya giriş yaptık, hedefimizde akşamüstü Prizren de olmak vardı. Gümrük polisi olarak çalışan, çok güzel Türkçe konuşan bir soydaşımız yol üzerindeki bir köyde özellikle durmamamız için uyardı. Anlaşılan savaş sonrası insanlar arasında düşmanlıklar henüz bitmemiş.
Dağ yolları manzaralı, bol virajlı ve harika görüntülerle süslüydü. Buralarda bir gün daha kalabilseydik keşke. Zaman insanı kısıtlıyor bu gezilerde, soğuk ve rüzgar olmasa daha da keyifli olacaktı.
Yol zaman zaman yine yağışlı olduğundan fazla sürat yapamadık, 60 – 80 arası hızlarla ancak saat 19:00 gibi şehrin merkezinde olabildik. Gençlerden ve çocuklardan oluşan bir kalabalığa otel sormak yaklaşmıştık ki "Hojgeldiniz be yavu"diye arabalı birisi yanaştı arkamızdan. Sadece otel soruyorduk deyince, olur mu hiç taa nerelerden bizim buralara gelmişsiniz, sizi bırakır mıyız hiç dedi...
Prizren’de bir rehber: Şaban PAPİÇ
Şaban Papiç bir soydaş, Prizren’de rehberimiz oldu, akşam iftar saatine dek bir saat boyunca otel otel dolaşarak yer sordu, pazarlık etti, en uygun yeri biz beğenene kadar birlikte araştırdı. Haberli gelmiş olsak bu kadar rahat konaklayamazdık. Otelimize yerleştikten sonra motorları da otelimizin kapalı garajına aldık, şehrin meydanında buluşmak üzere sözleştik.
Prizren şehir merkezinde yer alan Restaurant Familjar BESIMI-BESKA Tel: 029 633668 bildiğimiz her türde et ürünleri (döner, şiş, kebaplar, tandır), yediklerimizden çoğu isimleri farklı olsa da sulu sebze yemekleri de benzer tatlardan oluşuyordu. Toplam 40 Euro ödedik 6 kişi için, gayet uygun fiyatlı bir akşam yemeğiydi.
Prizren çok büyük olmayan çok tanıdık gelen sanki orta Anadolu da bir kentimiz. İnsanları tanıdık yüzlü, çocukları meraklı, bizim şehirlerden birinde duraklamışız gibi. Birkaç caddeden oluşan, kentin ana meydanını çevreleyen eski kent bölümünde lokantalar, alışverişlerinizi, hediyeliklerinizi alabileceğiniz dükkanlar, kahvelerinizi yudumlayarak tanıdıklarla sohbet edebileceğiniz kahvehanelerden oluşan yayalaştırılmış bir bölge. Ve bir de meydan çeşmesi…
Şaban’ın söylediğine göre; “aman dikkat, bu suyu içmeden önce bir düşünün, çeşmeden içen bu şehri bir daha görmek için tekrar geliyor, içerseniz tekrar görüşeceğiz demektir” dedi ))). Bakalım gerçekleşecek mi diye İnci’yle birlikte içtik, gerçekleşirse yine raporumuza ekleriz.
Şaban bize yer bulmamızda, yemekleri kaliteli ve lezzetli restoranı tarifinde, ertesi gün şehri gezmemizde, yaşanmış savaşın tanıklığında ve yakın dostluğuyla çok yardımcı oldu. Döndükten sonra yazışmaya devam ediyoruz. Oraya daha sonra giden başka dostlarımızı da gezdirmeye ve rehberlik etmeye devam ediyor. Prizren’den yolunuz geçecekse bizden numarasını adresini almayı unutmayın.
Gece ara sokaklarında gezindik, hamam kullanılıyormuş günümüzde
Yol kenarında bir duyuru panosu
Kullanılan dil çok tanıdık geldi
Ertesi gün sabahtan motorlara çantalarımızı yükledik. Bayram arifesinde sokaklarda trafik başlamıştı, çevre kasabalardan, köylerden şehre gelenlerin arttığını gördük. Çevredeki en büyük yerleşim olduğundan alışveriş için buraya geldiklerini söyledi Şaban Papiç.
Gece karanlığında sokaklarında gezinirken hayal meyal görebildiğimiz bazı görkemli yapıların sabah yola çıkarken birkaç fotoğrafını alabildi Hakan. Bunlardan onarımda olduğu için içerisini gezemediğimiz Ortodoks Katedrali, Virgin of Levisa (N42 12 0 E20 43 60) 2006 yılında Unesco’nun koruma altına aldığı dünya mirası listesinde yer alıyor.
Prizren’de Sinan Paşa Camisi (1561) restorasyonunda Türkiye’nin desteğiyle büyük bir onarım sürüyor. Taş ustaları Afyon’dan gönderilmiş, iki senedir burada çalışmaları devam ediyormuş. Daha işin yarısı tamamlanmış gibi görünüyordu. Henüz onarım bitmediğinden Caminin tarihçesini öğrenemedik, döndükten sonra araştırmak gerekir diye notlarımıza yazmışım.
Şehrin hemen sırtlarında yer alan Kiliseye ( Saint Savoir Manastırı) çıkan dar ve taşlık yoldan motorlarla tırmandık, ancak çantalar yüklü olduğundan, elbiseler, kasklar, yağmurluklar vb, gezmek için niyetlendiğimizde de kapalı olduğunu öğrenince güç bela gerisin geriye aşağı inerek yola koyulmaya karar verdik. Yine aynı yamaçta 11. Yüzyıldan kalma Kaljaja Kalesinden kalıntılarda görülebiliyor.
Tepeden şehrin genel görünüşü
Cami ve hamam
Sabah yola ve yağmura hazırız
Dikkatimizi çeken bir detayda yol tabelalarıyla ilgili. Üç dilde hazırlanmış tabelalar ( Arnavutça, Sırpça, Türkçe ) Kosova’nın çoğu yol kavşağında dikkatimizi çekti. Aynı şekilde Prizren’in içinde sokaka tabelaları da üç dilde düzenlenmişti.
Osmanlı Namazgahı
Fatih Sultan Mehmet zamanında 1455 yılında yaptırıldığı bilinen ve sefere çıkan orduların geniş halk kitleleriyle birlikte namaz kılabilmesi için bu Namazgah, Kosova Barış Gücünde yer alan askeri birlik tarafından onarılmış. Türkiye’den Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü ve Ankara Büyükşehir Belediyesinin destekleriyle yaptırılmış.
Ramazan bayramında seyahat edince Arife günü büyüklerin mezarlığını ziyaret geleneğini, çok çok eskilerden 15. Yüzyıldan atalarımızın mezarlığını ziyaret ederek gerçekleştirdik. Mezarlık çevresiyle birlikte büyük bir alanı kaplıyor. Onarım henüz tamamlanmamış gibi, küçük bir türbe çevresinde çok sayıda eski mezar var. Bu taşların da belli bir düzen ve bakım-onarım ile yerleştirilmesi daha iyi bir görüntü verir. Diğer mezarlıkların (Hıristiyan ve Yahudi mezarlıkları) çok daha bakımlı olması dikkat çekiyor.
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Pzr Ekm 04, 2009 11:42 am Mesaj konusu:
Ve MonteNegro dağlarına doğru:
Ve ayrılık zamanı geldi, yolumuz uzun, görülecek çok yer var. Şaban’la bayramlaşmayı yaparak yola devam ettik. Bize en uygun fiyatlı ve temiz benzini alabileceğimiz istasyonu da gösterdi, depoları doldurup yola devam ettik.
Yolda küçük camiler, Kosovayı geride bırakırken
Bugün zorlu bir yolumuz var, Hakan’ın en bilinmeyen rotamız dediği dağ geçişleri başlıyordu. Virajların yanı sıra yükseleceğiz, havanın iyi ve görüşün açık olmasını bekliyoruz. En uzun sürecek şekilde planladığımız bu geçiş, yolculuğumuzun en keyifli ve manzaralı yollarından biri oldu.
Yol planımızı yaparken alternatif yollar üzerine de B planı düşünmüştük. Hava durumuna göre, yol durumuna göre, plan dışı gerçekleşebilecek olasılıklara göre farklı rotaları da hazırlamıştık. Kosova’da başkenti Priştine’yi daha önce gören arkadaşlarımızdan fazla bir beğeni alamamıştık. Genel görüş de gitmemekten yana olunca yolu uzatmamaya ve daha az yağış görünen batıya ilerlemeye karar verdik.
Bol virajlardan oluşan yolla yükseliyor, yükseliyor ve hava soğumaya devam ediyordu. Öğle saatini çoktan geçirmiş, sabahtan kalan birkaç bisküvi ve birkaç elmayı birlikte molalarda paylaşıyorduk. Yol üzerinde hiç yiyecek içecek alabileceğimiz bir yer bulamamıştık.
Üşümemizin nedeni zirveye bakınca anlaşıldı, birkaç gün önce yağdığını söyledikleri kar bu soğuğun nedeniydi.
Bu havanın soğuması sırasında aramızda komik tartışmalar ve ilginç diyaloglar da geçiyordu. Bu konuşmaları diğer arkadaşlar da izin verirse anlatacağım...
Binnur - Hakan PEKMEN / BMW 1200 GS
Aslı - Alp BAYSALLI / BMW 1200 GS
İnci - Kenan BALDOĞAN / Suzuki DL 1000 V-Strom
Neredeyse zirveye yaklaşıyorduk. Ve birden uzakta bacasından duman çıkan Hansel ve Gratel’in kulübesini gördük. Kapıda sıcak yemek ve içecek yazmıyor mu? Rüya gibiydi…
Tahta kulübeden içeri girince ufacık dört masadan oluşan bir odacıkla karşılaştık. İçeride döküm bir kuzine yavaş yavaş yanıyordu. Hemen çevresine sıralandık, üstümüzdekileri çıkartıp ne şanslı olduğumuzu konuşuyorduk ki, içeriden tek kelime anlamadığımız ama bize hoşgeldinize benzer bir şeyler söylediğini düşündüğümüz bayan lokanta sahibi çıkıverdi.
Önce İnci bir iki İngilizce denedi, sonra Aslı Almanca ve Rusça, Alp yenge sen şurdan ne varsa getir dedi ama hanım pek anlar gibi gözükmüyor ve kendi dilinde bir şeyler anlatıp duruyordu.
En sonunda gidip mutfakta ne varsa onlara bakıp karar vermeye çalışıyorduk ki, peynir, yumurta gösterip “Kaygana” demez mi? Sırpça bilmiyorduk ama Kaygana hepimize tanıdık gelmişti. Kısa sürede masamızda çeşitli peynirler, bir tür tereyağ, sıcacık çay, sıcak ekmek, patates, sahanda yumurta derken tıka basa doyduk. Alp işi abartmış tek kelime anlaşamadığımız kadına “Yumurtalar sahanda olsun ama tam pişmeyip karıştırmadan göz göz sağlam kalsın” deyince bir süre şaşkınlıkla onun anlatışını izledik ve bastık kahkahayı…
Karnımızı doyurmuş sohbeti koyulaştırırken dışarıdaki hava bizi ürkütüyordu, yolumuz uzun deyip tam kalkmaya niyetleniyorduk ki kapı açıldı.
Ve bu kuş uçmaz kervan geçmez yolu bizden başka kullanan da var mıymış diye düşünürken, Honda Transalp motoruyla ta Berlin’den kalkıp tek başına Arnavutluk üzerinden güney Yunanistan’a gitmeyi planlayan bir Alman motorcu giriverdi içeri.
Bir süre ev sahipliği yaparak bir kahve ısmarlayıp sohbet ettik. Birlikte kalkarak onu güneye yolladıktan sonra biz de yola koyulduk.
Sağa virajlar...
Sola virajlar...
Yeşiller, kahveler, kızıllar, maviler...
Tek tük evler...
Yolda bir mola.... Şu arkadaki dağları da aştık mı tamam
Sabah yola çıkışımızdan akşam alacakaranlığına dek yol aldık. Hakan’ın da öngördüğü gibi hem yorucu hem de uzun süren bir rota olmuştu bugün. Monte Negro / Karadağ’ın başkenti Podgorica’ya vardığımızda saat 20.00 gibiydi. Burası için bir iki otel ismi not almıştık, ancak bir başkent için 8-10 otel çok azdı, ilk sorduğumuz 3, 4 otel hem çok pahalı (180 Euro) hem de bu fiyata göre çok lüks olmayan görüntüdeydi ve en önemlisi yer yoktu. Birkaç tur attıktan sonra o yorgunlukla artık kaç para olursa kalalım dediğimiz yerlerde bile ya bir oda ya bir yatak eksik oluyordu.
Araya araya, orası mı burası mı derken saat 22.00 olmuştu. Kızların yol üzerinde bıyıklı bir adam olan otel tabelasını 20 km geri giderek aradıktan sonra, durarak yemek yemeye ve kafamızı toplamaya karar verdik. (bu arada o oteli de bulamadık ya her neyse) Tekrar gerisin geriye dönerek Podgorica girişinde yol üstü restoranlardan birinde karnımızı olsun doyurduk.
Birkaç küçük motel ve pansiyonda da yer bulamayınca son bir gayretle 35 km daha ileriye giderek Çetinje’ye ulaştık. Çetinje, Karadağ İmparatorluğu devrinin eski başkentiydi. Nüfusu 19.000 olmasına karşın, sezon sonu olduğundan sokaklar ıssız, dükkanlar kapanmıştı. Güç bela sokaklarda dolanıp dururken evinden çıkıp arabasına binen bir adama Hotel diye sorunca sağ olsun bizi merkezin 2-3 km dışında yer alan Grand Cetinje Hotel’e götürdü.
Resepsiyona girerken görevliden otelin 420 yataklı olduğunu ve 20, 30 odanın dolu olduğunu duyunca kulaklarımıza inanamadık. İki saattir boşu boşuna dolaşıp hem üşümüş, hem yorulmuş hem de ister istemez gerginlikler oluşmuştu aramızda.
Neyse ki odalarımız eski de olsa rahat ve sıcaktı! İnanılmaz, kaloriferler yanıyordu, daha ne isterdik ki?
Ama istedik; Hakan telefonla resepsiyondan saç kurutma makinesi istediğinde “Not to day!” cevabı alıp şok olduğunda telefonu kapatamamıştı bile))). Neyse ki, resepsiyona kendisi gidip sorduğunda konu halledilip bir makine verilmiş. Sıcak bir duş sonrası günün yorgunluğunu atmak üzere yataklarımızda deliksiz bir uyku çektik.
1984 yılında yenilenen ama yeniden yıpranmış otel bizdeki eski Turban otellerine benziyordu. Sabah kahvaltıda eski doğu bloku ülkelerinden kalan kadın servis görevlileri (daha kolay canlandırabilmek için; minimum 60 yaş, kısa boy, tınaz ve kilolu beden tapısı, hafif bıyıklı ve suratsız tavrını takınmış bir yüzle birbirine benzeyen kadınlar) ile otelin görüntüsü tamamlanıyordu.
Hotel Grand Cetinje Tel: 086/242 400, 235 047
Gecelik 66 Euro ödedik (2 kişi) konaklama ve kahvaltı için. Kapalı bir yüzme havuzu ve Bovling salonu bile olan (bir zamanlar 5 yıldızlı ! ) otel yeterli ilgiyi görmemesine karşın kış turizmi için çok uygun bir bölgede yer alıyor.
Sabah dinlenmiş olarak kahvaltımızı bitirdikten sonra gece kapalı otoparkta kalan motorlarımızı yükledik. İyi ki kapalı garaj varmış, dışarıda çimlerin üzerindeki kırağı havanın soğukluğunu gösteriyordu. (Gece kaloriferin yandığını da not düşeyim)
Bizden birkaç hafta önce yollarda olup, Trieste’den tam tersi rotayı kullanarak dönüş yapan Şahin ŞAİR ile konuşmuştuk, yol bilgisi almıştık.
“Bu manzarayı gündüz göreceksiniz, biz gece karanlığında hem yorulduk hem de bu güzelliği yeterince izleyemedik” tavsiyesine uyduk ve yanlış yapmadığımızı anladık. Adriyatik fiyordları tam tepeden olanca güzelliğiyle karşımızdaydı.
Kayıt: Aug 01, 2003 Mesajlar: 185 Nerden: İstanbul
Tarih: Sal Ekm 06, 2009 6:19 am Mesaj konusu:
Yorumlarınız için teşekkürler,
Eh bu yogunluğun üzerine bir iki gün dinlenelim, düzenleyelim dedik
Geliyor devamı sevgili VAP, rapora katılan diğer arkadaşlarımın da yorumlarına zaman bırakmak istedim, sonra demesinler, yahu yazmışın yazacağını kaptırmış gidiyorsun...
Eh birkaç km daha ekleyeyim bari, genel istek üzerine atladık motorumuza... _________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
Bu manzaranın her virajda karşınıza çıktığını düşünebiliyor musunuz?
Hırvatistan kıyıları ve Adriyatik fiyordları Avrupa’nın en derin kıyılarından, Fiyordlar denize paralel uzanan dağların arasında kalan vadilerin sular altında kalmasıyla oluşuyor. Bu derinlik yer yer 70-80 metrelerden başlayıp güney Adriyatik’te 1200 metrelere ulaşır. Kıyıları tekneyle gezmek üzerine Erkan ÇAYLI kaptanımızı kandırabilir miyiz acaba gelecek yaza....
Bir de tekneyle kıyıdan gezebilmek var ya bu harika güzelliği...
Kıyıya vardık ve hafiften kalabalıklaşmaya başlayan trafikle birlikte ufak yerleşim bölgelerinden geçerek hedefimize Kotor’a vardık. Kotor, hemen bütün Kurvaziyer gezi turlarının uğradığı bir kıyı şehri.
Unesco’nun dünya mirası listesinde (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dunya Miraslari), bu ününe bağlı olarak da kalabalık bir turist nüfusuna sahip. Konaklama olanakları çok fazla değil. Otel sayısı az, bu yüzden Durovnik ve çevresinde konaklayan gezi turları günübirlik olarak burayı da listelerine alıyorlar.
Hava inanılmaz derecede sıcak olmuştu, kalın montlarımızı, içlikleri, hafifletebileceğimiz ne varsa üstümüzden çıkartıp eski şehrin (Stari Grad) sokaklarına girdik. Az önce onlarca virajla indiğimiz dik kayalıklar hemen şehrin arkasında olanca görkemiyle yükseliyordu.
Eski şehrin arkasında yükselen yamaçta kalenin surları devam ediyordu
[/b] _________________ PUHU
Kenan BALDOGAN
BMW R 1200 GSA
İstanbul
En son puhu tarafından Prş Ksm 26, 2009 5:27 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız