Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: May 27, 2005 Mesajlar: 1900 Nerden: Istanbul
Tarih: Cum Tem 28, 2006 6:31 pm Mesaj konusu:
1-) Sakin sadece bu kadar resim var demeyin
2-) Bu geziyi yapanlardan ikisi AT olunca tadinda da bir artim oluyor sanki
3-) Karadeniz'in guzelligini bize tasidiginiz icin tesekkur ediyorum
Daha foto vardir diyerek on koltuktaki yerimi aliyorum _________________ 950 ADV
Kayıt: Sep 03, 2005 Mesajlar: 134 Nerden: İstanbul
Tarih: Cum Tem 28, 2006 8:39 pm Mesaj konusu:
kimse alınmasın ama gezicem deyipte 160 lık lastiklerini çıkarıp 180 lik cadde lastikleri takıp kendini avrupa yollarına vurup gezdik gördük deyip gelen abilerime kardeşlerime herkeze ibreti alem olsun.
işte;
macera budur .
gezmek budur.
hakkını vermek budur.
Kayıt: Mar 31, 2004 Mesajlar: 741 Nerden: istanbul
Tarih: Cmt Tem 29, 2006 10:53 am Mesaj konusu:
Aslında geçen sene gerçekleştirmek isteyip yapamadığımız bir geziydi Doğu Karadeniz Gezisi. Eşlerden ve çocuklardan izinler çooook öncelerden koparılmıştı. Daha doğrusu eşlere sorulmuş ama rotanın sertliği ve toplam 7-8 günde yapılacak yolun fazlalığı bizim tek başımıza gitmemizin daha doğru olacağına inandırmıştı onları da ...
Sabah 05.00'de gündoğmadan hareket etmeyi planlıyoruz ve yarım saat rötarla Beylikdüzü’nden hareket etmek için hazırız.
Ekip alfabetik sırayla şu şekilde (resimde sağdan sola):
Cem Unutmazlar – Africa Twin – afrikali
Erkan Ağırbaş – 1150 GS ADV – nwanda
Taner Üstün – Africa Twin – taner
Benim lastikler TKC 80, Erkan da geziden bir gün önce TKC 80 taktırıyor ADV’ye ve gezi sırasında yararlarını görüyor, Cem’in AT’da Conti Escape var.
1. GÜN : İSTANBUL - ORDU : 950 KM
İlk gün kendi çapımızda bir Iron Butt denemesi yapacağız , malum 2 kişi AT selesi üzerindeyiz , rotamız şu şekilde:
Disiplinli bir planlama yapıyoruz, çok sevmediğimiz ama zaman kısıtlamasından dolayı en uygun seçenek olan otoban yolculuğundan sonra hedeflediğimiz saatlerde 08.00-08.30 civarı Bolu’da İsmail’in Yeri’ne ulaşıyoruz, solda yakın planda ben, uzak planda Cem, sağda uzak planda Erkan:
Ne? resimde bir kişi daha mı var? Aaaa, evet, 3 kişiydik normalde, yolda karşılaştığımız Ankara’ya giden Deuville’li bir motorcuyla beraber sohbet ederek kahvaltımızı yapıyoruz.
Sonrasında tekrar otoban ve Gerede’den sonra normal yollara geçiyoruz, Kurşunlu üzerinden Merzifon’a ulaşıyoruz saat 14.30’da. Aradaki ufak molalarda yanımızdaki malzemelerden atıştırmıştık, öğlen yemeği için Merzifon’un içinde bir yer buluyoruz:
Yola çıkarken listelerimize göre her şeyimiz tamam, bir tek zincir yağı takviyesi lazım, Erkan’da zincir değil de başka türlü yağ ihtiyacı çıkacak sonraki günlerde , Cem’de loobman var, zincir yağı benim için gerekli olacak. Her yerde olduğu gibi sanayide de motorlara ilgi büyük:
Zincir yağı olarak o bölgede kullanılan yağ ise şu aşağıda gördüğünüz, mecburen alıyorum 1 tane menteşe yağından :
Çay da ikram ediyorlar sağolsunlar:
Samsun’a gelmedendi sanırım bir yerlerde trafik duruyor, biz hemen ön saflara geçiyoruz, birden bir patlama duyuluyor:
Yol açma ve yapım çalışmaları sayesinde bir 15 dakika kadar dinleniyoruz, saat 18.45’de Ünye’deyiz, burda bir mola veriyoruz, yağmur yağmış bizden önce, parçalı bulutlu bir hava var, önümüz kapalı, oldukça yorulduk, deniz kenarında sıvı takviyesi yapacak bir yer buluyoruz ve oturuyoruz:
Fazla yolumuz kalmadı diye biraz rahat davranıyoruz ama Fatsa Perşembe arası canımıza okuyor , yaklaşık 25 km süren çok dar virajlı ve tırlı kamyonlu konvoyları geçme imkanı çok zor bulunan çok kalabalık bir yol bu. Yeşillikler içinden geçiyor, solda arada bir deniz gözüküyor, aslında keyifli. Bir taraftan Karadeniz’i hissetmeye başlıyorsunuz ama diğer tarafta yorgunluk ve sele üzerinde oturmaktan arka nahiyede iyice artan uyuşma ve ağrılardan oluşan eziyet silsilesi var
Saat 20.30 sularında kendimizi Ordu’da bir otele atıyoruz, gündüz alkol almama kararını bütün yolculuk boyunca uyguladık ama akşamlar bizim , üstelik bir hayli yorulduk, yemek yemek için otelin bahçesindeki kapalı yerdeyiz, sadece yol almak amaçlı ilk günümüzü bu şekilde bitirmiş oluyoruz:
_________________ Taner Üstün
Honda XRV 750 Africa Twin'03
yol gidilmez yaşanır
Kayıt: Mar 31, 2004 Mesajlar: 741 Nerden: istanbul
Tarih: Çrş Ağu 02, 2006 4:43 pm Mesaj konusu:
2. GÜN : ORDU - UZUNGÖL: 390 KM
Karadeniz Trabzon'dan başlar diye bir söz vardır, buna dayanarak bugün amacımız hedef bölgeye doğru gitmek, öncelikle turistik yerleri görüp aradan çıkarmak, bugün de asfalttayız daha anlayacağınız, bugünkü hedef rotamız biraz daha farklıydı ama sonuçta yaptığımız rota ile hedef rota 2. günde de hemen hemen uyuştu:
Sabah kararlaştırdığımız gibi 08.00 gibi buluşuyoruz aşağıda Cem'le, Erkan yok henüz, etrafta telefon göremeyince resepsiyona doğru ilerliyoruz:
Cem (kibarca): eee, acaba arkadaşın odasının telefonunu bi çaldırabilir miyiz?
Resepsiyoncu : çaldırmak ne demek abi, direk (bu kelimeyi vurgulu ve gaza gelmiş bir şekilde söylüyor) arayabilirsiniz
Biz gülümsüyoruz, resepsiyoncu arkadaş da gülüyor biz kendimizi gülümseme kıvamında tutamayıp gülme şekline kayınca, ben "tamam beklediğim an budur" diye düşünerek dalıyorum konuya:
Taner: ehem, benim de bir ricam olacaktı, benim motosikletin arka çantasında bir sorun var da, burada bıraksak 4-5 gün sonra dönüşte alsak olur mu?
Res.: tabii abi ne demek
Önceki gün Cem ve Erkan'la konuşurken bazı malzemeleri arka çantamla beraber Ordu'da bırakıp bu şekilde devam etmenin arazide sağlayacağı avantajları konuşmuştuk, zaten sarsıntı ve takırtı şeklinde gürültü de epeyi bir tedirgin ediyordu beni, kararın isabetliğini daha sonra daha iyi anlayacaktık tabii... Bu arada kalan tek top-case'imiz Erkan'ın case'ine çok iyi bakıyoruz (Cem zaten baştan almamıştı yanına), hürmet ediyoruz ona ve sahibine, kutsal kase diyoruz zaman içinde...
Neyse yola çıktık 09.00 gibi, keyfimiz yerinde,sahilden gayet güzel ve geniş (çoğu zaman duble) bir yol bizi Giresun üzerinden Tirebolu'ya getirdi. Buralarda sağdaki Gümüşhane tabelasını görünce rotayı azıcık değiştirme / güzelleştirme / kısaltma fikriyle durduk. Aslında sahilden girip eski Zigana yeni Zigana gidiş dönüş yapalım diye düşünüyorduk ama gördüğümüz tabeladan bir geçiş standart sahil yolundan bir an önce kurtulup muhtemel bir virajlı yol silsilesine kavuşmamızı sağlayabilir görünüyordu. Durduğumuz yerde minicik bir dükkan ve "Akçakoca'lı Temel Usta'nın Yeri" türünde bir yazı mevcut, ben yürüyorum içeri doğru:
Taner: selamlar, ustacım şu Gümüşhane tabelası olan yol Zigana Geçidi'ne çıkar mı, Torul'dan geçer mi?
Temel usta: ha o yoldan cideyirsun, ordan cümüşhaneye çıktınmu, ordan don ceru, Torul'a da cidersun ziganaya da cidersun
Taner: ama biz Gümüşhane'ye değil Zigana'ya gitmek istiyoruz
Temel: e o zaman niye cümüşhaneye cidiyosunuz daa, yol ayırumundan sola cirin, ziganaya çıkarsunuz
Taner: (kendini zor tutar gülme kısmını abartmamak için)
Erkan ve Cem'e hemen anlatmaya çalışıyorum durumu, gülmekten tam anlatamıyorum, bu arada Temel abimiz de geliyor, motorlara bakıyor, onun sorduğu klasik soruların (kaç para, kaç km hız yapar...) ardından dalıyoruz bu yoldan içerilere, gayet keyifli virajlar, her tarafta yeşillik:
Sağımızda bir dere akıyor, Doğankent'e geliyoruz, daha sonra Kürtün diye bir yere varıyoruz, burda bir baraj yapılmış, kısa bir mola:
Devam ediyoruz virajlarla:
Kim demiş TKC'ler asfalt sevmez diye :
Bu arada sayısız demiyim ama çok sayıda tünelden geçiyoruz yol boyunca ve tünel içleri çok soğuk, bazıları da bir hayli uzun, Cem'in deklanşöründen bunlardan biri:
Su fışkırtısı görünce duruyorum bir yerlerde, bizimkiler devam ediyor, ben biraz kafamı sokuyorum şelalemsi suyun altına, resim de çekiyorum durmuşken:
Bir süre sonra yol ayırımı, sağa devam edersek Torul-Gümüşhane, sola devam edersek Maçka-Trabzon. Soldan devam ediyoruz, hemen Zigana Geçidi beliriyor önümüzde:
Bir süre duruyoruz ve geçiyoruz diğer tarafa ve nerdeyse nutkumuz tutuluyor. Renkler, hemen yanımızdaki sis bulut tabakaları, gözümüzü alamıyoruz etraftan, uygun bir yerde duruyoruz hemen:
Cem bir şeyler yapıyor , atlamaz herhal diye düşünüyoruz, Erkan zaten bakamıyor bile ona:
Hamsiköy buralarda olmalı ama nerdedir acep diye düşünürken bir önce resim çektiğimiz yerin biraz aşağıdan nasıl göründüğüne bakmak için durduğumuz yerdeki levhayı son anda erkan farkediyor, meğer ordaki toprak inişten gidiliyormuş Hamsiköy'e. İniyoruz biz de:
Daha doğrusu inişte gördüğümüz mekana dalıyoruz Hamsiköy'ün içine gelmeden, saat 13.00. Meğer Hamsiköy Eski Zigana yolundaymış ve yol üstü olduğu için o kadar meşhurlaşmış, yeni yol yapılınca haliyle eskisi gibi rağbet olmuyormuş. Sütlaç gerşekten lezizdi bu arada, kuymağa göre daha başarılı dulduğumuzdan resmi de daha büyük .
Hedef Maçka üzeri Sümela Manastırı, düşüyoruz keyifli yollara yine:
Sümela'ya motorla çıkılacak son noktaya geldiğimizde 1200 GS ADV görüyoruz bir tane, wolvarin, biraz sohbet ediyoruz, akşama Uzungöl'de kalacaklarmış onlar da, Sümela'yı ve resimlerini bir çok rapordan gördüğünüz için sadece 3 resim koyiyim ben de:
Gerçekten çok etkileyici, o yükseklikteki dimdik yerde yapılan kilise etraftai yeşilin güzelliğiyle ve su sesleriyle daha bir farklı, ama günlerden pazara denk geldiğimizden kalabalık da var bir hayli...
Motorların başına geldiğimizde ve biraz ilerlediğimizde Dilaver Yaylası okunu görüyoruz ve stabilize yolun bulutların ve sislerin ardına doğru gittiğini görüyoruz, dostlarımız Kaya, Armağan, Selami geliyor aklımıza, aklımızda kalan Santa Vadisi'ni alamamıştık da programa, saat 16.00 olmuş, hedef Uzungöl ama yine de Sümela'dan Uzungöl'e bu yolla geçermiyiz diye düşünmüyor değiliz, soracak birini arıyoruz, sis ve akşam saati birleştiğinde tavsiye etmiyor mısır satan gençten çocuk, biz de zorlamıyoruz ve Maçka'dan sahil yoluna dönüp:
Bir süre gittikten sonra Of'dan Uzungöl'e doğru yol almaya başlıyoruz:
Yol keyifli, virajlı çıkışlarla Uzungöl'e ulaşmamız saat 19.00'u buluyor. Kalacak yer için Erkan'ın farkettiği güzel bir mekan buluyoruz ve 2 katlı bir bungalow hoşumuza gidiyor Aygün Hotel'de. Hemen duş alıp yemek yiyecek bir yerler arıyoruz, içkili mekan yok maalesef, etrafta akşam karanlığında bir tur attıktan sonra otelin restauranına dönüyoruz. Garson tipik bir karadenizli ve malzeme çıkacağını hissediyoruz . Yiyecek neler olduğunu sorduğumuzda köfte, tavuk, saç kavurma ve balık alternatiflerini söylüyor. Bundan sonraki gelişmeler:
Ben: ne yesek acaba, öğlen alabalık yemiştik zaten
Cem: hmmm, ortaya saç kavurma da olabilir
Erkan: evet iyi olur,
Birimiz (hangimizdi hatırlamyorum): bir köfte bir de tavuk söyleyelim, beraber yeriz, olmaz mı?
Garson: aaaa, abi bi de karışık var
Biz: ne diyosuuun?
Garson (gaza gelmiş): tabii
Biz: ne var içinde
G: tavukla köfte
Biz hoaaaaa şeklinde bir gürültü çıkarıyoruz aynı anda, garson da gülüyor sonra, abartısız bir 5 dakika hep beraber gülüyoruz
Bizim haricimizde 1 masa daha var. Bir süre sonra kemençe ve orgdan oluşan bir ikili geliyor ortaya, belli ki antreman amaçlı bir şeyler çalacaklar, "ses bir ki, ss" şeklindeki çocukluğumuzun düğün salonu ortamlarını hatırlatan bazı sesler ardından gayet keyifli bir müziğin içinde buluyoruz kendimizi. Kemençe çalan kişi çok becerikli, çalıp söylerken bir taraftan dolaşıyor, bir taraftan açık kalan bir pencereyi kapatıyor , ses de güzel. Sonradan gelen 4 kişi bir süre sonra kalkıyor, hafiften başlayan horon, titremelerden oluşan bir coşku dalgasına o 4 kişiden oluşan topluluktan hiç de beklemediğimiz bir görsel ziyafete dönüştürüyor ortamı, bayılıyoruz, bir tarafta da bizim garson ve diğer garson orda birine öğretme bahanesiyle coşuyorlar, hissederek oynadıkları hareket halinde olan her hücrelerinden belli, biz de masa altından figürleri öğrenmeye çalışıyoruz...
En keyif aldığımız akşamlardan birisini orda yaşıyoruz... _________________ Taner Üstün
Honda XRV 750 Africa Twin'03
yol gidilmez yaşanır
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız