Arama     Konular    
  Üye Ol antalya escort Ana Sayfa  ·  Konular  ·  Dosyalar  ·  Hesabınız  ·  Haber Gönder  ·  Top 10  ·  T.C Karayollari Haritasi  
Ana Menü
· Ana Sayfa
· 2. El Ilanlar
· Anketler
· Ansiklopedi
· Arkadaşına Tavsiye Et
· Arşiv
· Bize Ulaşın
· Dosyalar
· Faydalı İçerik
· Forumlar
· GizlilikPolitikasi
· Haber Gönder
· Hakkimizda
· Harita
· Konu Başlıkları
· Oyun Alanı
· Top 10
· Videolar
· Web Links
· Üye Günlüğü
· Üye Listesi
· İzlenimler
· Özel Mesajlar

Kimler Sitede
Şu an sitede, 447 ziyaretçi ve 0 üye bulunuyor.

Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.

Giris
Nickname

Şifre

Guvenlik Kodu: Guvenlik Kodu
Guvenlik Kodunu Yeniden Yaziniz

Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.

Dost Siteler
www.webevi.com www.lamaorda.com www.saglikbilgisi.com www.bilgisayarbulteni.com www.thelostdownload.com www.ucretbordrosu.com


Ikiteker Motosiklet Fan Klubu - Motosiklet ve motosikletli yasam kulturu: Forums

Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi :: Başlık Görüntüleniyor - Bulutlarla dans ederken - 3280km
 YardımYardım   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Bulutlarla dans ederken - 3280km
Sayfa 1, 2  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 9:33 am    Mesaj konusu: Bulutlarla dans ederken - 3280km Alıntıyla Cevap Ver

Ne zamandır uzun soluklu bir gezi için düşünüyordum. İşlerimin yoğunlaşacağını da göze alarak en uygun zamanın geldiğine karar veriyor ve haritayı elime alıyorum. Ben haritaya bakıyorum, harita bana bakıyor. Gidilecek, görecek çok yer var ama hepsinden önce Ayvalık’ta birkaç gün geçirerek hem annemi görmem hemde enerji toplamam lazım.

Ben gene en iyisi yola çıkayım, gerisine sonra bakarım diyerek 26 Haziran’da 12:30 Bandırma feribotu için sıraya giriyorum.


1. gün (26.06.06)



Feribottan iniyorum ve yol çalışması sebebiyle şehir merkezinden geçerek Balıkesir yoluna bağlanıyorum. Şehir içinde kornamın çalışmadığını farkederek bir benzin istasyonunda kabloları elden geçiyorum. Anayola çıkınca karayollarının geçen seneden beri bir arpa boyu yol almadığını ve hatta yolların daha kötüye gittiğini görüyorum.

Bandırma-Susurluk arası bu şekilde birkaç yerde çalışma var.



Susurluk Yörsan’da yemek için verdiğim molanın ardından Edremit’e yaklaşırken benzin için duruyorum. İstasyonda bir su, bir soda ve bir çay için 1 Lira ödeyince Anadolu’da olduğumu idrak ediyorum.

Sorunsuz bir yolculuktan sonra eve varıyorum.


Km: 0 – 250


2. gün (27.06.06)
Temiz hava bünyeye girince yorgunluk çöküyor. Kediye pist diyecek halim yok. Buna rağmen çevreye bakmak ve birkaç merhaba demek için arabayla Ayvalık’ta bir tur atıyorum. Öğlen 12 gibi eve geliyor, televizyon başında uyuya kalıyor ve akşam 8’de uyanıyorum. Geceyi Cunda’da kapadıktan sonra eve geliyorum.

3. gün (28.06.06)
Sabah erkenden annemle yola çıkıyoruz. Maksat etrafı görmek, bir yemek yiyip dönmek. Edremit’i geçtikten sonra Kadıköy isimli bir beldeye geliyoruz.

Kahve


Bakkal


Tepedeki bir türbe-tesis


Meydan


Dönüşte Burhaniye’yi geçtikten sonra Taylıeli köyündeki bir lokantaya giriyoruz. Buranın kuzu tandırı meşhurmuş.

Sıcak havada esen sert rüzgar ve asmaların verdiği serinlik enfes manzaraya eşlik ediyor.




Bir kuyunun içinde sarkıtılarak saatlerce ve yavaş yavaş pişen tandırın unutulmaz lezzeti biraz sonra aramıza katılıyor. Cacık ve salatanın tadları arasında kendimden geçmişken hayatımda yediğim en lezzetli eti yeme fırsatı buluyorum.


Beydağı Restaurant
Taylıeli Köyü – Burhaniye
0266 416 41 18

Öğleden sonra sezonu açmak için denize doğru yol alıyorum. Badavut plajı her zaman sakin ortamı, rüzgarlı havası, sakin ve soğuk denizi ile karşımda uzanıyor.



Geceyi Ayvalık’ta kapadıktan sonra eve geliyorum. Yarın sabah yola çıkacağım ve dinlenmem gerekiyor. Aklımın ve kalbimin bir parçasını Ayvalık’ta bırakacak olmam sebebiyle sabah doğru uyuyabiliyorum.

Devam edecek...
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
ruzgarla1
Yeni Kullanici
Yeni Kullanici


Kayıt: Sep 22, 2005
Mesajlar: 29

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 9:49 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Son bir haftadır... forumlarda görünmemenden Sencer uzun soluklu bir geziye çıktı diye ciddi şüphelerim vardı...icon_smile.gif Haklıymışım...

Arayı açmadan sıcağı sıcağına raporun devamını bekliyoruz...

sevgiler.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi
VAP53
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 28, 2003
Mesajlar: 12125
Nerden: İstanbul/Çanakkale

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 12:19 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Sencer cok guzel, devam devam ver gazi 4 gozle bekliyoruz. icon_eek.gif
_________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli

Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 12:29 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

4. gün (29.06.06)

Sabah erken kalkarak haritayı açıyorum. Önceden düşündüğüm rotaya göre yolu belirlemeye çalışıyorum ve ilk konaklama için Burdur-Yeşilova’da karar veriyorum.


Annem her zamanki gibi hop oturup hop kalkıyor. Merak ettiği için zırt pırt arayarak beni strese sokmamasını, arada bir haber vereceğimi söylüyorum. Konuyu hallettikten sonra saat 10’da evden ayrılıyorum.

Ayvalık’a gelmeden önce Gömeç’te tepelerin Atatürk’ün silüetini yansıttığı yerde fotoğraf çekerek yoluma devam ediyorum.


Burhaniye- Dikili arasında yol, genişletme çalışmalar sebebiyle birçok yerde yol bölünmüş ve/veya toprak yüzeye dönüştüğü için yol sıkıntılı geçiyor.



Saat 11:30 gibi Aliağa’daki ilk moladan sonra İzmir’den, oradan otobana çıkarak Varan tesislerinde yemek molası verdikten sonra Aydın’a doğru Selatin tünelinden geçiyorum. Tünelin içine girince yankı nedeniyle korkunç sesler etrafımı sarıyor. Az sonra hoparlörlerden anonslar yapıldığını anlıyorum. Bir noktada tünelin resmini çekmek için durmak isterken birisi hoparlörlerden beni uyarıyor. Şaşkınlık ve tedirginlik içinde aceleyle tünelden çıkarak Aydın’a ulaşıyorum.

Tünel girişi


İş saati Aydın’ın trafik çilesi!


Aydın’ı ve sonrasında Nazilli’yi geçtikten sonra Kuyucak’ta bir mola daha veriyorum.


Durduğum yerin işletmecisi Yaşar abiyle tanışıyorum. Kendisiyle Kuyucak ve İstanbul yaşantısı hakkında uzun uzun konuşuyoruz. O bana şehir yaşamıyla ilgili hevesli sorular sorarken ben ona şehir yaşamının (İstanbul’un) insanı nasıl tükettiğini taşra hayatına duyduğum özeni katarak anlatmaya çalışıyorum. Kendisi babadan gelen köfteciliğinin civarda ünlü olduğunu söylüyor ve resim çekme talebimi telaşa kapılarak ‘Şimdi mi? Hemen mi?’ diyerek karşılıyor. ‘Tezgahı hazırlayayım, başında köfte yoğururken çek’ derken çektiğim fotoğrafı kendisine gösteriyorum. Kendisine, daha doğrusu üniversite çağındaki iki kızından birisine bu fotoğrafa internetten nasıl ulaşacaklarını söyledikten sonra saatin epey ilerlediğini fark ediyorum. Yaşar abi beni ve arkadaşlarımı mutlaka köfte yemeye beklediğini söyleyerek beni yolcu ediyor. Bu arada içtiklerimin parasını da almıyor. Kendisine buradan saygı ve sevgilerimi iletiyorum icon_smile.gif

Yaşar Sağlam – (Kuyucak Köftecisi, 0256 371 22 01)


Denizli’ye doğru yol alırken önümdeki kara bulutlar beni endişelendiriyor.


Endişelerim gerçek oluyor ve Denizli girişinde benden önce yağmış olan yağmurun son faslına yakalanıyorum. Bu vesileyle benzin alırken yağmurun dinmesini bekliyorum. Yağmur durunca Acıpayam’a doğru yola çıkıyorum.

Geçen seneki yol çalışmaları Denizli’de hala devam ediyor. Şehrin içi şantiye alanı gibi.


Islanınca kayganlaşan mıcır zemin tehlikeli bir hal alıyor.


Acıpayam istikameti


Yeşilova’ya sapmadan önce Serinhisar’a geliyorum. Meğer burası leblebisiyle meşhurmuş. Yol boyunca yanyana sıralanmış satış dükkanlarından birisinde durarak hem bilgi alıyorum hemde leblebilerden tadıyorum. Burada leblerin birçok çeşidi mevcut. Susamlı-karamelli, portakallı, çilekli, limonlu, siyah çikolatalı, beyaz çikolatalı, mısırlı vs. Üretimin büyük bölümü ihraç ediliyormuş. Ayrıca istenirse her yere kargo ile yollanıyormuş. (Kabukçu Kuruyemiş – 0258 591 24 61)

Serinhisar


Leblebiler


Serinhisar’dan sonra Yeşilova yol ayrımına geliyorum. Bulutlar önümde tüm heybetiyle adeta beni bekliyor.


Ayrımdan hemen sonra, Ovayurt köyünden geçerken top oynayan çocukları görüyorum. Nedense kendi yaşantımı onlarınki ile kıyaslamaya çalışıyor, aradaki farkı idrak etmeye çalışıyorum.


Yeşilova yolu





Yeşilova’ya yaklaşırken Salda gölü karşıma çıkıyor.



Gölün kenarından geçen yolda bir müddet gittikten sonra Orman Bakanlığı’na bağlı bir tesise giriyorum. Giriş ücretli ama kapıda kimse yok, etraf bomboş.







Akşam saatlerinde Yeşilova’ya geliyorum. İlçenin içinde kısa bir tur attıktan sonra bulduğum iki otelden birisine yerleşiyorum. Gecesi 15 Lira olan otel henüz hijyen kavramıyla tanışmamış.


Km : 250 - 754

İlçe ufacık bir yer olduğu için geçtiğim her yerde tüm gözler bana çevriliyor. Otelin önünde motordan eşyalarımı alırken birkaç esnaf yanıma gelerek yolculuk ve motor hakkına soruyorlar. Daha sonra etrafta kısa bir tur atmak ve yemek için dışarı çıkıyorum. Bir kafede hem birşeyler atıştırıyorum hemde internete giriyorum. İki adet hazır donmuş pizza, bir kola, bir su ve bir saat kadar internete şaka gibi 5 Lira ödüyorum.




Otele döndüğümde havanın durumu için endişelenirken yağmur yağmaya başlıyor. Ertesi gün için rotamı Konya olarak belirliyor ve uykuya dalıyorum.
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
3teker
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Sep 23, 2003
Mesajlar: 152
Nerden: Istanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 2:39 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Sencer güzel bir gezi olmuş. Devamını bekliyoruz.
CBF500 uzun yol performansı için neler söyleyebilirsin?
_________________
bbhakan
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 6:35 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

5.gün (30.06.06)



Sabah güneşli havayı görünce neşeleniyorum.


Eşyalarımı toplayıp odadan çıkıyorum. Resepsiyondaki adama kahvaltı nerede diye soruyorum, adam ‘Hemen hazırlayim’ diyor, yalnızca bir parça ekmek ve peynir isteyerek otelden koşarcasına çıkıyor, Burdur’a doğru gaz açıyorum.

İçinde yaşayanların yaşam tarzlarının apaçık görülebildiği köylerden geçiyorum. Saklayacak, gizleyecek, utanacak hiçbirşeyleri olmayan insanların yaşadığı köylerden. Orada sadece onlar ve benim gibi yoldan geçenler var. Bu insanlar sinemaya gitmiyor, cep telefonundan mesaj atmıyor, internet bankacılığı kullanmıyor, kullandıkları cihaz bozulunca tüketici haklarını açıp okumuyor, kredi kartı nedir bilmiyor. Acaba hangimiz daha mutlu diye düşünüyorum. Bu hayatı ben mi seçtim yoksa mecburen mi yaşıyorum? Rastladığım her köylüye, her traktöre, tarlalarda çalışanlara selam veriyorum ve karşılık alıyorum. Kendimi onlardan birisi gibi hissetmek istiyorum ancak elimden sadece bu kadar geliyor. Onlarla kurabildiğim tek bağ bir korna sesi ve bir el kaldırma. Hepsi bu. Durup resim çekmek istiyorum. İçimi bir suçluluk duygusu kaplıyor, vazgeçiyorum.

Düşüncelerimi, duygularımı bu köy gibi geride bırakmak istiyorum.


Ama birşey yaşadığım ikilemi körüklüyor. Etrafıma bakıyorum, bomboş. Yaşadığım yalnızlık duygusunun tam ortasında, uçsuz bucaksız tarlaların arasında buluyorum kendimi.




Yola devam ediyorum. Sağımda Yarışlı gölü gözüküyor. Kenarında mevsimlik işciler çadırlarını kurmuş, tarlalarda ürün topluyor. Bir süre motorun yanına oturuyorum. Yanlarına gidip konuşma isteği ile bunu yapamayacak olmanın verdiği üzüntü birbiriyle savaşıyor.



Kendimi toparlayıp yola koyuluyorum. Burdur’a yaklaşırken Burdur gölü kendini gösteriyor.



Şehir merkezine vardığımda çantalarımdaki fazla yükten kurtulmak istiyorum. Her zaman çalıştığım ve güvendiğim bir kargo firmasının ofisini yerini sormak için arıyorum. Meğerse hemen yanındaymışım.

Ben eşyalarımı paketlerken yandaki taksi durağında Hacı Dayı diye hitap edilen bir amca ile motosiklet hakkında konuşmaya başlıyoruz. Bu arada bana bir çay söylüyor. Çaylar gelmeden müşteri için yanımdan ayrılıyor. Eşyalarımı paketleyip çayımı içiyorum.

Paketimi teslim ederken firmanın şube müdürü Bilgen Görgeç ile tanışıyoruz.

Ofiste bulunmayan soğuk suyu hemen dışarıdan temin ediyor. Motosiklet ile İstanbul’dan geldiğimi öğrenince tatlı bir sohbete başlıyoruz. İstanbul’dan, Burdur’dan, kargo işinin inceliklerinden, zorluklarından konuşuyoruz. Tatlı muhabbet gene zaman alıyor, izin isteyerek yanından ayrılıyorum. Kendisine ilgisi ve sohbeti için bir kere daha buradan teşekkür ederim icon_smile.gif

Hacı Dayı ile vedalaştıktan sonra Burdur’a girerken tabelasını gördüğüm İnsuyu mağarasına doğru hareket ediyorum. Şehir merkezine çok yakın olan mağaraya ulaşmam kısa sürüyor.


Motoru park edip bilet alıyorum (2 Lira). Mağaraya girince hava birden buz kesiyor. Fazla zaman kaybetmemek için hızlıca ilerliyor ve sonundaki büyük göle ulaşıyorum.




Mağaradan ayrılırken girişteki büfeden genç bir garson yanıma gelerek motorla ilgili soruyor. Benim motor hakkında biraz lafladıktan sonra kendisinde 125R olduğunu ve 600R almak istediğini söylüyor. O motorla Burdur civarında hız yapamayacağını, şehir için ideal motor olmadığını, mıcır yolların çok tehlikeli olduğunu anlatıyorum. Cep harçlığı için garsonluk yaptığını söyleyince benzine dahi yetişemeyeceğini söylüyorum, kendisi de üzüntüyle bana hak veriyor.

Arkadaşın dünyasını başına yıktıktan sonra 12:30 gibi mağaradan ayrılarak Isparta’ya yöneliyorum. Süleyman Demirel isminin verilmesini yadırgadığım tesisleri görmeye başlayınca Isparta’ya geldiğimi anlıyorum. Burada herşeyin bir tane Süleyman Demirel isimli olanından var. icon_biggrin.gif

Şehire giriş


Şehirden çıkış


Isparta’dan henüz ayrılmışken karşıma duvar gibi çok etkileyici bir dağ çıkıyor. Dağa yaklaştıkça heybeti artıyor.



Dağın eteğini döner dönmez turkuaz rengindeki suyuyla Eğirdir gölü ve üzerindeki beyaz bulutlar beni karşılıyor.





Bu fotoğrafları çekerken önünde durduğum komando eğitim merkezindeki nöbetçinin bana düdük çaldığını nelerden sonra farkediyorum. Başıma bir iş gelmeden hızla uzaklaşıyorum.


Eğirdir ilçesinin içinden geçerek göl kenarını takip eden manzaralı yolda birkaç resim için duruyorum.




Burdur’dan bu yana ilk molamı Şarkikaraağaç’tan sonra Fele’de, 15:10’da veriyorum. Beyşehir’i de geçtikten sonra Konya’ya gelirken bulutlar tekrar kararıyor.



Yağmur korkusuyla kara bulutları geride bırakırken saat 17:00 gibi Konya gözüküyor. Şehir dümdüz bir alanda halı gibi serilmiş.



Şehrin içinde bir müddet kaybolduktan sonra bir internet kafeye girerek otellere bakıyorum. Resimlere ve telefon konuşmasına göre bir oteli seçerek yollara düşüyorum. Fazla zaman harcamadan oteli bularak yerleşiyorum.

Km: 754 - 1164

Hemen eşyalarımı bırakarak önce karnımı doyurmak sonra şehri tanımak istiyorum. Dışarı çıktığımda otelin yanında bir berber dükkanı gözüme ilişiyor. Ustra ile traş olmayalı çok oldu diyerek içeri giriyorum.

Babası Halil’in mesleğini devam ettiren Abdullah beni bir güzel traş ediyor, çırağı ellerime masaj yapıyor. Borcum 2,5 Lira icon_eek.gif


Berberden sonra şehirin her yerinde ismini gördüğüm Konya’nın meşhur etli ekmeğini yemek için bir lokantaya giriyorum. Etli ekmek bildiğimiz lahmacun çıkıyor ama hamuru çıtır çıtır ve lezzetli. İki porsiyon etli ekmek, 2 ayran, bir salata; hesap gene komik bir rakam, 7 Lira.

Lokantada hesabı öderken yağmur boşalıyor. İnsanlar saklanacak bir yer ararken beni yolda yakalayamadığı için seviniyorum. Kısa süreli yağıştan sonra şehirde yürümeye başlıyorum.





1671-1676 tarihleri arasında yapılan Aziziye Camii



Konya çarşısı













Kışın motorda giymek üzere yün korse alıyorum.


Şehirde hemen dikkati çeken iki unsur var; islamiyet ve bisiklet. Konya’nın yaşam tarzına hakim olan islam kuralları ve bisikletle ulaşım burada herşeyi belirliyor.

Düz bir şehir olmanın avantajıyla uzak doğulular gibi burada çoluk, çocuk, yaşlı, genç herkes bisiklete biniyor. Bisikletler trafiğin arasına karışmış, adeta araba gibi gidiyorlar.


Din buradaki yaşam tarzını belirleyen ana unsur. Konya’nın gördüğüm kısmında başı açık kadın neredeyse yok gibi. Erkeklerin çoğu yeşil renklerde giyinmiş, sakallı. Kitapçılarda islam kitapları dışında bir eser yok.

Otelime dönerken Mevlana türbesinin bulunduğu meydanda yanyana oteller görüyorum. Bana lazım olan herşeye sahipler ve yarı yarıya ucuzlar. Kendi kendime Dünya’nın sonu değil diyerek plansız programsız geziden aldığım hazzı bozmuyorum.

Kaldığım otel – Otel Selçuk, 3 yıldız, 65 Lira (gulp!)


Akşam güzel bir banyonun ardından bir yandan kupa maçını seyrederken bir yandan haritaya bakıyorum. Nevşehir’e gidip gitmeme konusunda kafa patlatırken bu yolun birde dönüşü olduğunu hatırlayınca zaten gördüğüm Kapadokya’yı başka zamana bırakıyorum. Yarın sabah erkenden Mevlana türbesini ziyaret ederek yola çıkmam gerektiği için maç biter bitmez hemen yatıyorum. Zira Antakya’ya kadar epey bir yolum var.
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
mkelleci
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 24, 2005
Mesajlar: 2263
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 7:37 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Yorumlar çok güzel, Konya'da bir yerde oturup insanlarla sohbet etmedinmi?

Oradaki yorumlar eksik kalmış.

Resimlerde çok güzel ellerine sağlık.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Mithat
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 23, 2003
Mesajlar: 1396
Nerden: Istanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 8:02 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Ellerine sağlık, devamını dörtgözle bekliyorum icon_smile.gif
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi MSN Messenger
teoman28
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Nov 05, 2005
Mesajlar: 207
Nerden: İstanbul-Giresun-Edirne

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 8:24 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Bravo Sencer gezilerini takip ediyoruz.
sende anlaşılan ''olmadığım yerde olmak ''tarzında bir düşünceye sahipsin icon_smile.gif gezilerinin devamını bekliyoruz
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Tem 05, 2006 11:35 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

6. gün (01.07.06)



Sabah 8 gibi kalkıyorum. Şampiyonlara yakışır bir kahvaltı ettikten sonra otelden ayrılıyorum. Otoparka geldiğimde bir daha motoru ağaç altına park etmemem gerektiğini öğreniyorum, her yeri kuş pisliği içinde. Islak mendillerle epey çabalıyorum ama fayda etmiyor. Yakında bir yıkamacı bulup ısrarla ‘biz motor yıkamıyoruz’ diyen yıkamacıya sadece su tutacağını anlatmam zaman alıyor. Motor temizlendikten sonra yıkamacıya teşekkür edip içimden kendisine akıl sağlığı diliyorum.

Mevlana türbesi için bilet alıp içeri giriyorum.





Saat 10 gibi Konya’dan çıkarak Ereğli’ye doğru hareket ediyorum. Konya ovasından geçen yolun her iki yanında ufukta biten tarlalar uzanıyor. Zaten sert esen rüzgar bazen tehlikeli ölçüde sallıyor. Yolun düzlüğü ve boşluğu yüzünden zaman geçtikçe konsantrasyonum azalıyor. Arkasından yaklaştığım kamyonları bile farkedemez hale geliyorum. Önüme baktığım halde sanki önümde hiç kamyon yokmuş gibi gaz kesmeden yaklaşırken buluyorum kendimi. Tehlike fazla büyümeden kontrollü biçimde solluyorum. Sonrasında ilgimi canlı tutmak için şarkı söylemeye, arada bir kontra yapmaya, şeritler arasında motoru sağa sola yatırmaya başlıyorum.






Karapınar’dan birkaç kilometre sonra yolda gördüğüm bir levhadan içeri sapıyorum.


Meke krater gölü



Zaman kaybetmeden yola geri dönerek Ereğli’yi geçtikten sonra Ulukışla’dan Pozantı yoluna bağlanıyorum. Bu yol Akdeniz bölgesini İç Anadolu’ya bağlayan ana yollardan birisi olduğu için kamyon dolu. İki şeritli yolda sürekli sollama vaziyetinde saat 13:20’de Pozantı’ya ulaşıyorum.

Pozantı’dan otobana girerek Adana’ya doğru yol alıyorum. Bembeyaz bulutlar gene karşımda.


Dağ evleri


Keyifsiz otoban sürüşü devam ederken hava bunaltıcı ve yapış yapış bir hal alıyor. Kask içinde nefes alamaz hale geliyorum. Pantolonum bacaklarıma yapışmış, rahatsızlık veriyor. Bana mı birşeyler oluyor yoksa hava mı değişti derken Adana için Batı çıkışı levhasını görüyorum. Adana’ya kadar gelmişken kebabını yememek olmaz diyerek levhayı takip ediyorum.

Şehrin merkezine kadar uzanan dümdüz bir yolu takip ederek Seyhan nehrine kadar geliyorum. Boğucu sıcak ve nem trafiğin keşmekeşiyle birleşince Hilton oteli çölün ortasındaki vaha gibi gözüküyor gözüme. Yabancı olduğum bir şehirde bayıltıcı sıcak ve nemden perişan olmuşken bir benzinciye atıyorum kendimi. Mola verirsem çıkmam zor olur diyerek civarda bilinen bir kebapçı olup olmadığını soruyorum. Pompacı bir yerleri tarif ettikten sonra kask ve balaklava kafama kaynamış bir halde tekrar yola çıkıyorum.

Söylenen yeri kolayca bularak motoru park ediyorum. Kebapçı Şeyhmus ustanın yeri Adana’nın en bilinen iki yerinen birisiymiş.


İçeri girince halime acıyan garson beni klimanın en etkili olduğu noktaya yerleştiriyor. Bildiğimiz fast-food tarzı çalışan kebapçıda kolanın yanında sipariş vermeden masaya gelen ilaveler göz dolduruyor.

Yemek siparişim elbette Adana kebap oluyor. Gelen şey İstanbul’da yediğim kebapın aynısı. Tüm hesap 6 Lira.

Dükkandan çıktıktan sonra tuhaf bakışlar altında montumu, balaklavamı ve kaskımı giyiyorum. Etrafımdakilere çaresizce ‘bunları giymem gerek, motorda lazım’ diyen gözlerle bakıyorum.

Geldiğim yoldan geri dönerek tekrar otobana bağlanıyorum. Ceyhan-Yumurtalık ayrımından sonra durduğum bir tır parkında otobanda yaşanan gasp olaylarını dinliyorum. Üst geçitlerden beton parçaları atma veya araba ile sıkıştırma yolu ile duydukları, gördükleri vakaları anlatıyorlar. En yaygın yöntemin ise kadın üyelere aldanıp duran arabalara saldırma olduğunu öğreniyorum.

Kendilerine teşekkür ederek park yerinden ayrılıyorum. Üst geçitlere ve arabalara dikkat ederek tam gaz giderken nihayet İskenderun sağımda gözüküyor.


Kara bulutları gene önümde set kurmuş görünce yol kenarında yağmurluğumu giyiyorum.


Bezdirici otoban sürüşü biterken hava açıyor. Gişelerde yağmurluğu çıkarıp yoluma devam ediyorum. Otobandan çıkınca geldiğim beldeyi Antakya zannedip önce seviniyorum. Meğer Belen isminde bir ilçeymiş.

Belen’den sonra bir dağı çıkmaya başlıyorum. Sağımda gördüğüm manzara etkileyici düzlüğü ile Amik ovası.


Dağın çıkışıda inişide virajları, yol yapısı ve yoğun trafiği ile tehlikeli. Ovaya inince Serinyol ilçesine geliyorum. Buraya neden Serinyol dediklerini anlamam uzun sürmüyor. Yan rüzgarın kralıyla burada tanışıyorum. Rüzgar o kadar şiddetli ki motoru düz tutmak için olmadık manevralar yapmak zorunda kalıyorum.


Saat 18:00 gibi beni girişteki Honda bayisinde bekleyen Güven ile buluşuyorum. Kendisi doğma büyüme Antakya’lı ve CBF grubunun bölgedeki tek temsilcisi, medarıiftiharı.


Önde Güven arkada ben Antakya’ya giriyoruz. Güven’in evinde yol hakkında konuşup dinlendikten sonra internetten otellere bakıyorum. Güven’in beni evinde misafir etme davetini huyum kurusun kabul edemiyorum. Otelde kalırsam daha rahat edeceğimi söyleyerek kendisinden affını rica ediyorum.

Bulduğum oteli gözümüz kesmiyor, az ötede başka bir otel görerek içeri giriyoruz. Bana lazım olan minimumlar geceliği 20 Lira olunca yoğurdu üflemek için odaya bir bakıyorum ve girişimi yapıyorum. Otel biraz pespaye ama son derece temiz.

Otel Akdeniz, 0 326 212 45 85-86, İstiklal Cad. No.77

Hemen eşyalarımı bırakarak Antakya’nın yöresel tatlarıyla buluşmak üzere Güven’in tanıdığı bir lokantaya gidiyoruz. Menümüzde;

Yoğurt aşı çorbası


Soldan sağa - Katıklı börek, Oruk (içli köfte), Saçta Oruk, Kaytaz böreği


Kağıt kebabı


Kireç köpüğünde yapılmış kabak tatlısı, ceviz tatlısı ve künefe var.


Hatay Sultan Sofrası – 0 326 213 87 59, İstiklal Cad. No. 20 (sultansofrasi.com)

Enfes yemeklerimizi yerken Antakya’dan, yöre kültüründen, Suriye-Türkiye ilişkilerinden konuşuyoruz. Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadan akşamın ilerleyen saatlerinde ertesi gün için yol planımızı yaparak lokantadan çıkıyoruz. Yarın Antakya’yı gezeceğim için duyduğum heyecan ve Güven’in arkadaşlığı bana çok güzel bir doğum günü hediyesi oluyor.

Km : 1164 - 1737
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
VAP53
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 28, 2003
Mesajlar: 12125
Nerden: İstanbul/Çanakkale

MesajTarih: Prş Tem 06, 2006 1:24 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Eeee, haydi nerede devami? Dur bari bu arada yiyecek birseyler soyliyeyim, icim sisti yahu. icon_lol.gif
Bekliyoruz Sencer haydi cabuk. icon_rolleyes.gif
_________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli

Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Prş Tem 06, 2006 5:06 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

7.gün (02.07.06)

Sabah erken kalkarak camdan bakıyorum, bugün güzel olacak.


Biraz sonra Güven otele geliyor. Hemen karşıdaki pastanede kahvaltımızı ettikten sonra Antakya’yı tepeden görmek üzere tırmanışa geçiyoruz. Şehir merkezinden yarım saatlik mesafede Antakya Kalesi’nin olduğu mevkiiye varıyoruz. Manzara muhteşem.




Asi nehrinin iki yakasına kurulu olan şehrin doğu yakası Eski Antakya kısmı. Vakit olsa oraları yürüyerek dolaşmak gerekiyor.



Bölgedeki rüzgar şiddetli ama esmediği zaman sıcağın dayanılmaz olduğunu tahmin ediyorum.


Yeryüzüne geri dönüyoruz. Çok kısa bir yol giderek Hristiyanlığın ilk kilisesi olduğu kabul edilen St. Pierre kilisesine varıyoruz. Dünya’nın her yerinden inançlı kişiler Hacı olmak için buraya geliyor. Müslümanlar için Kabe ne ise burasıda Hristiyanlar için öyle.

Şekil itibariyle dağa oyulmuş bir oyuktan farkı yok.




Baskı altındaki inananlar acil kaçışlar için dağa tüneller oymuşlar.


Sonraki noktamız Dünya’nın ikinci büyük (birincisi Mısır’da) mozaik müzesi olan Antakya Arkeoloji müzesi.

Girişte Antakya Lahdi karşılıyor bizi.1993 yılında Kışlasaray mahallesinde yapılan bir inşaat sırasında bulunan lahit, Milat'tan önce 260-270 yıllarında Roma döneminde yapılmış. Sanduka ve üzerinde bir kapaktan oluşan lahit, mermer ve taştan yapılmış. Uzunluğu 247 santimetre, yüksekliği 120 santimetre. Üstünde insan figürleri bulunan lahitten, Alpin ırkından olan 2'si kadın olmak üzere 3 erişkin insan iskeleti çıkmış.




Lahitten çıkan merhumlar


Lahitten sonra mozaiklerin olduğu bölüm geliyor. Mozaik (renkli taşların biraraya getirilmesiyle oluşturulan desenler, resimler) ilk olarak M.Ö. 4.bin yılın sonunda Mezopotamya’da görülmeye başlanmış. M.Ö. 1.yy.da Roma İmparatorluğu’nda yaygınlaşan mozaik, Mısır kaynaklı eserlerde santimetrekarede 20 taşa kadar inmiş.

Antakya’da sergilenen eserler, Harbiye bölgesinin o zamanlarda zengin halk kesimi için mesire yeri olması nedeniyle yaptırılan büyük malikhanelerin, villaların, hamamların tabanlarında kullanılan mozaiklerden oluşuyor.














M.Ö. 4.yy.da yaşamış Yunan mimar Satyrus’un baş heykeli. Daha çok dönemin şaklabanı gibi sırıtan bu arkadaş Halikarnas’ta Kral Maussollos için yapılan ve Dünya’nın yedi harikasından biri olan mozolenin mimarıymış.


M.Ö. 3.yy.da yapılan ve atletlerin çalışma yerini tasvir eden bu mozaik Samandağı’nda bulunmuş. Atletler hangi yöne giderseniz bakışlarıyla sizi takip ediyor.



Müzeden sonra rotamızı Harbiye’ye doğru çeviriyoruz. Harbiye, şelaleleriyle ünlü olan bir yermiş eskiden. Sonradan yapılan turistik tesisler sebebiyle katledilmiş. Şu anda mevcut suyun çok az bir bölümü kalmış. Kalan su da beton kanallar içinden tesislerin içine verilmiş. Nerde güzel birşey varsa onu bozmak, yok etmek bizim milletin adetidir zaten. Mısır’daki piramitler bizde olsa içine köfteci, kebapçı açılırdı herhalde.





Harbiye’de fazla zaman kaybetmeden Samandağı’na doğru gidiyoruz. Antakya’ya yaklaşık 25km mesafedeki ilçeye girince kültür şoku yaşıyorum. Burası Türkiye değil sanki Bağdat veya Filistin. Yapılar, sokaklar, caddeler o kadar düzensiz ve köhne ki sanki savaştan çıkmış bir bölgeyi andırıyor. İlçenin içinden geçerek sahile ulaşıyoruz. Her yer vıcık vıcık insan kaynıyor. Motosikletler, arabalar, yayalar....tam curcuna bir ortam.

Çevlik mevkiine doğru gitmek isterken askerlerin kurduğu kontrol noktasında durduruluyoruz. Motosikletlerin geçişine izin olmadığı için birkaç metre geriye giderek yolun kenarına motorları park ediyoruz. Askerlerden biri uzaktan bana motoru daha da kenara almam için bağırıyor. O keşmekeşin, kaosun içerisinde yola engel olmayan(!) motorumun askere dert olmasına sinirlenip bende askere bağırıyorum. Fotoğraf makinemi çıkartıp etrafı resimlemeye başlıyorum. Az sonra asker bir kere daha bağırıyor ve askerle tartışmayarak motorumu daha kenara alıyorum. Asker tatmin olmuyor ve yanıma gelerek beni karakola çağırıyor. Sebebini sorarken konuşmasından eğitimli biri olduğu belli olan genç komutan geliyor. Çektiğim fotoğrafları görmek istediğini söylerek kontrol noktasını içine alan kareyi makinemden sildiriyor. Yüzlerce kişinin önünden denize girdiği ve hiçbir stratejik özelliği olmayan bir binanın, kendilerinin ruhu bile duymadan her türlü resminin çekilebileceğini anlatmak istiyorum ama tanka, topa, ağaca ceza veren zihniyetle tartışmanın manasız olduğunu düşünerek nefesimi tüketmeden söyleninenleri yapıyorum.

Samandağı sahili



Medeniyete ulaşma arzusuyla Samandağı’ndan kaçarcasına ayrılıyoruz. Antakya’ya gelmeden önce, bilinen ismiyle Batı Ayvaz, şimdiki ismiyle Tekkepınar mevkiisine doğru yemek için sapıyoruz. İçinde yüzme havuzu, diskosu, restaurantı olan bir tesise giriyoruz. Yörenin geleneksel tatları olan humus, tarator, cevizli biber ezmesi ve oruk ile karnımızı doyuruyoruz.

Dönüşte Güven’in kardeşinin evine, tesadüfen birkaç komşunun düzenlediği bir mangal partisinin içine düşünüyoruz. Karnımız tok olduğu için hayıflanıyoruz. Antakya bölgesindeki hayvancılığın yem ile değil doğal biçimde beslenmesinden ötürü farklı tatda olduğu belirtilen etlerden tadıyorum. Buranın gıdası hakikaten başka bir lezzetde.

Akşam üstü Güven’in eşi ve kızı ile tanıştıktan sonra Güven, ertesi sabah yola çıkmadan önce beni dükkanında kahvaltı için davet ediyor ve günü şehir merkezinde çaylarımızı içerek kapatıyoruz.

Km : 1737 - 1867
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Cum Tem 07, 2006 9:24 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

8.gün (03.07.06)

Dönüş için daha önce düşündüğüm rotalar şimdi o kadar çekici gelmiyor. Nedense artık bu yolculuğu bir an önce bitirme duygusu ağır basıyor. Ankara’da görmek istediğim dostlarım da olunca güzergah belli oluyor.


Motorumu hazırlayarak şehir merkezine birkaç kilometre mesafedeki Güven’in iş yerine gidiyorum.

Pazartesi sabahı Antakya’nın trafik kabusu!


Güven yöreye özgü tatlardan oluşan enfes bir kahvaltı hazırlatmış. Özellikle susamlı biberli etli ekmek ve zahter damağımda kalan lezzetler.

Saati 10 ederken artık yola çıkmam gerektiğini söyleyerek izin istiyorum. Güven şehir çıkışına kadar bana eşlik ediyor ve bir noktada vedalaşıyoruz.

Bu yolculuk içinde benim için özel bir yeri olan Antakya’nın değerlerini tanımamda bana eşlik edip, beni en güzel şekilde ağırlamak için elinden gelen her türlü imkanı sunan Güven’e ve ailesine misafirperverliklerinden dolayı çok teşekkür ederim icon_smile.gif



Bir zamanlar göl olan ve devlet tarafından kurutularak tarıma açılan Amik Ovası’nın ardından Nur Dağları’nı aşan 740 rakımlı Belen Geçiti’ni arkamda bıraktıktan sonra otobana giriyorum.

Bezdirici otoban sürüşü daha yolun başından enerjimi tüketiyor. Sıkıntıdan motor üzerinde değişik şekiller, konumlar almaya çalışıyorum. Yol bir türlü bitmek bilmiyor. 180km hızda bile sanki duruyormuşum gibi geliyor.

Yaklaşık 200km sonra, Adana Doğu çıkışını geçtikten sonra benzin için durduğum bir istasyonda depo üstü çantayı yere koyuyorum. Bir süre sonra yanık kokuları alınca çantayı yapıştığı egzozdan ayırıyorum. Neyseki temas ufak bir noktada olmuş ama canım çok sıkılıyor tabi. Egzoz bir şekilde temizlenir ama çantaya yazık oldu diye düşünürken bir yandan yapışmış plastiği egzozdan çıkarmaya çalışıyorum. Bu arada bir polis memuru ile tanışıyoruz.

Durduğum benzin istasyonu aynı zamanda Tır Büro Amirliği noktasıymış. Yurt dışına mal götüren tırların sınırdan çıkış için mutlaka alması gereken belgeleri hazırlamakla görevli olan Seçkin abi ile motosikletten, İstanbul’dan, taşra hayatından, polislik mesleğinden konuşuyoruz. Keyifli sohbet bir saat sürünce ben telaş içinde izin istiyorum.


İstasyondan ayrıldıktan az sonra Pozantı otobanına giriş yapıyorum. Kara bulutlar yüzlerinde hain bir gülümseme ile bana bakarak aralarında fısıldaşıyorlar.


Bu sefer kaçış olmadığını tahmin ederek yağmurluğumu giyiyor, ıslanabilecek tüm eşyalarımı korumaya alarak hareket ediyorum. Daha vitesleri yükseltirken bulutlar ‘son gülen iyi gülermiş’ diyor. Fındık tanesi büyüklüğünde damlalar mermi gibi inmeye başlıyor. Yaklaşık yarım saat boyunca 40-50km hızda soğuktan takırdayarak şelale-yağmurun altında ilerliyorum.

Pozantı’ya ulaştığımda motor ve ben sulardan ancak arınmış oluyoruz.


Ulukışla’yı geçtikten sonra Aksaray’a doğru yemek için bir noktada duruyorum.


Yemekler bol, ucuz ve güzel. Yemekten sonra birkaç şoföre motor hakkında her zaman sorulan sorulara ipli oyuncaklar gibi cevaplar vererek hareket ediyorum; iki silindir, 125 lik değil 500 lük, su soğutmalı, İstanbul’dan geliyorum, tek başımayım çünkü böyle istiyorum, vs. vs.

Aksaray yolu gene bir ovanın, Aksaray Ovası’nın içinden geçiyor ve gene dümdüz, bomboş, rüzgarlı.






Rüzgar o kadar şiddetli ki kısa bir süre sonra boyun kaslarım ağrıyor. Başımı düz tutamaz hale geliyor, zaman zaman sağdan esen rüzgara doğru çevirerek gözlerimle yolu takip etmeye çalışıyorum. Motor bir sağa bir sola yalpalıyor.

Nihayet Aksaray’ı geride bırakıyorum. Ancak bulutlar gene bana bakarak sinsice ellerini ovuşturuyorlar.



Şereflikoçhisar’a yaklaşırken kısa süren şiddetli bir yağışla muhattap oluyorum. Ankara’ya az bir yolum kaldığı için artık hiçbirşeyi önemsemiyorum.

Gölbaşı’na gelene kadar yolda birkaç taze kazaya denk geliyorum. Hepside yoldan çıkmak suretiyle meydana gelmiş solo kazalar. Neyseki hiçbirinde yaralanma dahi yok.

Akşam saat 18 gibi CBF grubundan Eser ile buluşarak Ümitköy’de akşam yemeği yiyoruz. Saatlerce süren ova ve otoban sürüşünden sonra sıkışık trafikte araçların arasında cambazlık yapmak hoşuma gidiyor. Eser’le Ankara’daki yaşam ve motosikletlerimiz hakkında konuştuktan sonra yollarımıza ayrılıyoruz. Geceyi uzun zamandır görmediğim dostlarımın yanında, kızları Beray’ın etrafa saçtığı enerjiden payımı alarak bitiriyorum.

Km : 1867 - 2552
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
kunduz
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jun 23, 2005
Mesajlar: 2823
Nerden: İSTANBUL

MesajTarih: Cum Tem 07, 2006 10:43 am    Mesaj konusu: Re: Bulutlarla dans ederken - 3280km Alıntıyla Cevap Ver

Formatc demiş ki:
Şehir içinde kornamın çalışmadığını farkederek bir benzin istasyonunda kabloları elden geçiyorum.


Allah korna kardeşliğimize zeval vermesin kardeş. icon_wink.gif
_________________
Motosiklet Teorisi ni ve Motosiklet Yol Sanatı nı okuyalım, okutalım...

Volkan GÜNDÜZ
Honda Varadero 04
AB rh -
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et AIM Adresi Yahoo Messenger
Formatc
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 16, 2004
Mesajlar: 1074
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Cum Tem 07, 2006 7:24 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

9.gün (04.07.06)

Tam istediğim saatte otobana giriyorum. Hala gitmem gereken çok km var ama eve yaklaştığımı hissediyorum. Cankurtaran mevkiinde hava soğuyor, üşüyorum. Girdiğim istasyonda benzin alırken Gerede çıkışının yakın olduğunu fark ediyorum. Buralara kadar gelmişken yolu bir parça uzatabilirim diyerek içeri giriyorum.



Önce Karabük ve ardından Safranbolu’dan geçiyorum. Gerede’den Eskipazar ayrımına kadar yol çok güzel. Eskipazar – Karabük arası yol son derece bozuk, dalganan bayrak yüzeyi gibi engebeli.

Safranbolu






Safranbolu’dan çıkar çıkmaz Bartın’a doğru dönüyorum. Tabiat bir anda Karadeniz’in o bilinen muhteşem yeşilliğine bürünüyor.







Safranbolu – Bartın arası yol yüzey olarak düzgün ama biçim olarak tehlikeli. Keskin virajlar ve eğimler dikkat istiyor. Bartın’a gelmeden hemen önce devam eden baraj inşaatı sebebiyle bazı kesimler toprak-kaya zemin halinde.

Bartın-Zonguldak arası yol her açıdan mükemmel.


Zonguldak-Ereğli arası yol problemsiz. Ancak Ereğli-Akçakoca ve Akçakoca-Düzce arası yollar çalışmalar nedeniyle şantiye alanından farksız. Bir motosiklet için tercih edilebilecek en kötü yollardan geçerek Düzce’ye ulaşıyorum.

Düzce’den otobana girerek derin bir nefes alıyor ve akşam 8 gibi motoru kapattığımda odometre tam tamına 3280’i gösteriyor. Uzun, yorucu, plansız ama bir o kadar keyifli ve güzel bir geziyi daha bitirdiğim için kendimi mutlu hissediyorum.

Tüm rota


Notlar:
Motor
Motosikletimi alırken son dakika değişikliği ile CBF 500’ü aldığım için ilk başlarda hayıflanıyordum. Özellikle rodajdan sonra motorun aslında ne kadar güçlü ve yeterli olduğunun farkına varmıştım. Ancak bu gezide, ağır yüküme rağmen motorun uzun yolculuklar içinde ne kadar yeterli olduğunu gördüm. Rampa yukarı sollamalarda, kalkışlarda veya geride bırakılması gereken her pozisyonda motor isteklere cevap vermekte zorlanmıyor.* Frenler, özellikle arka-ön fren beraber kullanıldığında gayet başarılı ve sorunsuz.* Tüketim tamamen sürücü ile alakalı. Otoban sürüşlerinde yüksek hızlarda (180-190) tüketim, birde yük varsa 100km de 9lt.ye kadar çıkıyor. Ortalama 100km hızla tam depo yaklaşık 280-300km götürüyor.* Önceleri hava filtresinin tıkanmasından zannettiğim, 5.7-6.3bin devir arası tam gazda motorun silkelemesi probleminin kötü, muhtemelen su katılmış benzinden kaynaklandığını anladım.

Yol
Yollar ana arterler dışında hep ziftli mıcır ama düzgün, sorunsuz. Bu yollar ıslandığı zaman çok kaygan oluyor.* Karadeniz kıyısı ve Susurluk yolu hariç hiçbiryerde bir şikayetim olmadı.* Geniş düzlüklerde yolun üstüne tünemiş kuşlar ancak çok yakına gelindiğinde havalanıyor ve can sıkıcı olabiliyorlar.* Motosikletin yoğun olduğu kentlerde oranın düzenine ayak uydurmak zor oluyor ve trafikte problemler çıkabiliyor.* Fotoğraf çekmek için durulan noktaların askeri alan olmamasına dikkat etmek lazım.*

Hazırlık
Gerekli olan şeyler listesi uzayıp gidiyor elbette ama lazım olandan fazlası problem yaratıyor. Alınabilecek yöresel ürünler içinde yer bırakmak gerekli. * Islak mendil hayat kurtarıcı olabiliyor. Kaskın vizörüne ve fara yapışan böcek-sinek, kuş pislikleri, ele bulaşan yağ vs. her türlü temizlikte bolca tüketiliyor.
_________________

Si Bi Ef değil, Ce Be Fe
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder MSN Messenger
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar Tüm saatler GMT
Sayfa 1, 2  Sonraki
1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
Forums ©

   
 

All logos and trademarks in this site are property of their respective owner. The comments are property of their posters, all the rest © 2002 by me
You can syndicate our news using the file backend.php or ultramode.txt