Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Tarih: Prş Eyl 09, 2004 1:27 pm Mesaj konusu: İtalya, Fransa, İsviçre Gezimiz
Selamlar,
Biraz kendimizi tanıtayım; sonra rapora geçeriz:
Van'da Üniversitede Öğretim Görevlisiyim. Eşim de aynı üniversitede İdari Amir konumunda. Onun sayesinde Yeşil Pasaport aldım. Gerçi pasaportuma "Enstitü Sekreteri Eşi" yazılması biraz karizmayı çizdi ama sizden başka kimse bilmiyor; aramızda kalsın. Vizeler konusunda hiç bir problem çıkmıyor. Önceki gezimizde (Yunanistan-Arnavutluk... Raporu yazacağım) Yunanistan vizesini çok rahat almıştık. İtalya, Fransa ve İsviçre vize bile istemiyorlar. Zaten İtalya ile Fransa arasında sınır bile kalmamış. Sadece bir trafik levhası; o kadar.
Motorculuk geçmişim çok eski. Ancak yeni eşimi (5.) motosiklete alıştırmam gerekiyordu. Birinci gezimiz kısa (12 gün) sürdüğü ve yaptığımız yol da az olduğundan 301 Seyhan (MZ-Kanuni) yeter sanıyordu. Ortak bütçemizle almıştık. Neyse ki bu gezide yanımızdan "wrroomm" diye geçiveren motorları gördü de fikri değişti. Artık -yardımlarınızla- sıfır bir turing alırız.
Gezimiz Van'dan başladı. Tecrübeli olduğumuzdan, alınacaklar konusunda, bir eksiğimiz olmadığını düşünüyorduk. Belgeler de sınır kapılarında Turing Kurumu tarafından rahatça alınıyordu. Van'dan Tatvan'a kadar 141 km.yi zevkle geçip motoru trene yükledik.
İzmir'e kadar aktarmalı olarak gelip bir gün akrabalarda dinlendik.
Sonra Çeşme'ye geldik. Buradan feribotla Brindisi-İtalya'ya geçecektik. İlk sorun çıkıverdi. Çeşme'de Turing Kurumu yoktu. Dolayısı ile ne triptik, ne yeşil sigorta ne de uluslararası ehliyet alabildik. Gümrükçülerin yardımı ile kuru bir "motosiklet gümrük çıkış kağıdı" ile yolculuğumuza başladık.
Yol bütçemiz fazla olmadığından -sözde- pahalı şeylerden uzak duracaktık. Gemi biletine sadece kahvaltı dahil olduğundan açık büfe kahvaltıyı üç öğünlük olarak yiyerek 30 saatlik seferi atlattık.
Feribot Yunanistan'ı dolaşmak yerine Corinth Canal'ından geçerek yolu iyice kısalttı.
İtalya'ya ayak bastığımızda elimizde hiç bir trafik evrakının olmayışı stresi içindeydik. Bir ihtimal, eksik evrakı -cezası ile birlikte-, buradan temin edebilirdik. Kasklarımız motorun arkasına asılı bir şekilde gümrükten geçmeye çalışıyorduk ki; polis durdurdu. "Kasko, kasko!" diye bağırıyordu. "Eyvah" dedik; kasko-sigorta filan mı soruyordu acaba... Meğer "kasklarınızı takın" diye bağırıyormuş. Kasksız şurdan-şuraya bile gidilemiyormuş. Öyle rahatlamıştık ki, hemen tüm korumalarımızı takıp yola koyulduk. Liman ile Brindisi arasındaki birkaç kilometrelik yolu alıp sigorta şirketi filan aramaya başladık.
Hiç bir şekilde evrakımızı tamamlayamadık. Trafiğe yakalandığımız anda işimiz tamamdı. Neyse ki sevdiğimiz tek kural trafik kuralıydı. Ancak tüm gezi boyunca bu stresi yaşayacaktık.
Önce Lecce denilen şehire geldik ancak buranın çok güzel bir yer olduğunu bilmediğimizden programımıza almamıştık. Gezi nasıl olsa yine burada bitecekti. "Dönüşte uğrarız" diye yola devam ettik. Rahat bir şekilde Taranto'ya kadar geldik ve ilk denizimize girdik.
Reggio Di Calabria ve Salerno arasındaki otoyolun ücretsiz; diğerlerinin paralı olduğunu öğrenmiştik. İlk işimiz otoyola girmek oldu. Salerno civarında otoyolda geceledik. Ertesi gün şehri gezmek için bol bol vaktimiz olacaktı. Bu arada İtalya'daki "motorların ayrıcalığını" görmüş ve biraz rahatlamıştık.
Salerno'dan sonra sırada Pompei Harabeleri vardı. Turistik her yerde olduğu gibi giriş ücretli. 10'ar euroyu bayılıp girdik. Yüksek Lisans Öğrenci kartlarımız hiç işe yaramadı -Avrupa Birliği ya da herhangi bir Avrupa ülkesi sayılmıyoruz henüz-.
Napoli burnumuzun dibi. Çok beğendik. En çok da parklarını. Her tür insan ile karşılaşıyoruz. Bolca sohbet imkanı çıkıyor. İngilizce'mizden başka iletişim aracımız yok. Neyse ki İngilizce bilenler var. Sıcak insanlar. Bazen İngilizce'yi bırakıp İtalyanca'ya konuşmaya başlıyorlar. Anlamasak bile kafa sallıyoruz (Umarız küfür filan etmiyorlar).
Napoli'ye gelip Pizza yememek olur mu? Belki ortamdan, belki gerçekten; yediğimiz en lezzetli pizza. Her türünü denedik. Bu arada pahalı şeylerden uzak durma planımız işe yaramıyor. Eşimin bir buçuk aylık hamile olduğunu öğreniyoruz. Canı her şeyi istiyor.
Roma'da gezilecek çok yer var. Girdiğimizde hava biraz bulutluydu.
Bir parkta durum değerlendirmesi yapıp...
... tarihi yerleri -bizi pek ilgilendirmese de- dolaşmaya başladık.
Burası da motor cenneti. Motorlar için ayrı park yerleri filan... Söylemeden geçemeyeceğim, bize anlatılan ya da işittiğimiz hırsızlık olaylarına hiç bir şekilde rastlamadık. Bize mi denk gelmedi acaba? Gerçi herkes motorunu kilitliyordu ama... Bizim motorun bagajlarından başka üzerinde bir de lastiklerle sabitlediğimiz sırt çantamız vardı. "Çalınırsa ne olur?" diye düşünmeyeceğimiz eşyalarımızı koymamıza rağmen dokunan bile olmadı. Motorla her yer gezilmiyor. Bırakıp bırakıp girdiğimiz müzeler, tarihi yerlerin çıkışlarında her şeyimizi yerli yerinde bulmamıza şaşırmıyor değiliz. Söylendiği gibi -tatil nedeni ile- tenha yerler de değil. İğne atsan düşmeyecek yerler, İstanbul'umuzu aratmıyor.
Bunlar da Vatikan'dan... Bu kadar meleğin koruduğu yere vampir filan giremez herhalde... Yanınızda mutlaka uzun pantalon ve askısız gömlek bulundurun. Şort, mini etek, askılı gömleklerle giremiyorsunuz. Uyanık esnaf fahiş fiyata -bir defalık, kağıt gibi bir kumaştan- bu giysileri satıyor.
Bu arada sağnak yağmur yağdığını söylemeyi unutmuştum...
Bu da yıkılmaktan kurtardıkları Pisa Kuleleri. Kule ile ilgili İnternetten epey bilgi almıştım. İtalyan mühendislerin düzelteyim diye iyice eğdikleri, Amerikan yardımını kabul etmedikleri bu yapı hakkında çok şey okumuştuk. O dönemlerde kule turistik ziyarete de kapalıymış. Şu sıralar açık. Ancak her yer gibi burası da ücretli. Motorumuzu parkın dışına -sadece direksiyon kilidi ile- bırakıp gezmeye başladık. Yine bir şey olmadı (Hırsızlar tatile mi çıkmışlar acaba?).
Canımın içi benzin ocağım bozuldu. Daha yirmi yaşındaydı. Vedalaşıp ayrıldık. İlk marketten yenisini alacağız.
Yine yollardayız. Savona'ya az kaldı. Otoyol ücretleri fazla gelmiyor (200-300 km. kadar yol için 15-20 euro, değişiyor...). Ancak manzaralı yolları da tercih ettiğimiz oluyor. Otoyolda gecelemek daha rahat. Tesisler çok güzel. Ancak denize filan girmek için yine kamyon yollarını tercih ediyoruz. Deniz kenarlarında istediğimiz yerde çadır kurup geceliyoruz.
Monaco'ya girdik. Burası ayrı bir ülke. Sınır filan yok tabiki. Dili Fransızca. Hırsızlık korkumuz yok olmuş durumda. İtalya'da bile bir şeyimiz çalınmadığına göre... Bir anımızı daha anlatayım: İnternetten 20'şer milyon liraya aldığımız kasklarımızı (kask denirse) yenilemek istiyorduk. Büyük bir motor mağazası bulduk. Çene kısmı açılan Shoe marka kaskları beğendik. Fiyatlar Türkiye'deki ile hemen hemen aynı. Nolan kasklarda pazarlık var. Bunlar ithal. Yine de sıkı pazarlıklar ile aldık. Eski kasklarımızı önce çalınsın diye açıkta-motorun üzerinde bıraktık. Baktık olmuyor, kaldırıma koyduk. Zabıta çöplerimizi yere atıyoruz diye ceza yazmaya kalktı. Biz de küçük çocuklara hediye ettik. Oyun oynarken kullansınlar...
Burası Cannes. Festivallere denk gelmediğimizden ünlü çıplakları göremedik. Plajlar bizim Alanya plajlarımız filan gibi. Üstsüzler filan var ama altsızlara rastlayamadık (ühüüü).
Turistik tren-benzeri araçlarla şehir turları var. Ama bizim motorumuz yeter. Her yeri gezdik...
Burası da ünlü festival meydanları. Parktaki karolarda ünlü sinemacıların el izleri var... Kimler yok ki...
Lokantalarda verilen "en bol" ekmek bu kadar...
Artık Paris'e yola çıkalım. Otoyollar inanılmaz lüks kampingler gibi. Çamaşır yıkama yerlerinden sportif tesislere kadar -nerdeyse- her şey var. Lyon yolundayız.
Bazı otoyol parkları böyle...
Bebek biraz yoruldu mu ne?
Paris'de hiç kaybolmadık. Eyfel her yerden görülüyor. Oteli de beş dakikalık bir yerden bulduk. Hem ucuz (30'ar euro) hem cici...
Yakından böyle görünüyor.
Eşinizin ayakları dibine yatınca böyle görüntüler de alabilirsiniz.
Ayaklarınız kokuyorsa eşiniz de böyle bir poz çekebilir ancak...
La Fonten parkı (yazılışını unuttum).
Ve Zürih. İkiteker'den Atilla ile buluşacağız. Bir türlü bizi bulamıyor. Bir sürü Türk plakamızı görerek tanışmaya geliyor. Mozambikli kapkara bir bebeği Lale bırakmak istemiyor. İsviçreliler bile çevremizi sardılar. Kimi evimize gidelim bir duş alın diyor, kimi çay-dondurma ikram ediyor. Bu Türk aile Lale'ye zeytinyağlı dolma ikram etti. Ben soğuk kahve ve dondurmalardan tıkandığım için yiyemedim.
O gece yol kenarında bir yerde kamp attık. Atilla'nın tarif ettiği kamp yerini bulamadık. Ertesi gün Alplerin içerisinde bir dağ gölü kıyısında 4 yıldızlı bir kamp yerindeyiz (Motor-çadır-iki kişi günlük 44 euro).
Ertesi gün çevre gezimiz başladı. Eşyalar kampta. Çıplak motorla dağları geziyoruz. Her yer bisikletli turcu ile dolu. Çoğu Alman. Dağlarda bile temizlik ekipleri çöp topluyor. "Arıyor" demek daha doğru olacak. Her yer tertemiz.
Der Rorwald denilen doğanın "ellenmediği" bir yer. Orkide bile yetişiyor. Korucusuz, sadece "bilinçle" korunan bir yer.
Burası Luzern...
Luzern'de bir Meksika Lokantası. Hesap 135 Frank. (Eşiniz aşeriyorsa vereceksiniz arkadaş.)
Tekrar İtalya. İsviçre'den sonra pek çekilmiyor ya... Milano'da mola. (Kasklar motorun üzerinde emanet durmuş. Gider gitmez...)
Venedik. Harleyli York ile tanışıyoruz. "Ben burayı merak bile etmiyorum" diyor. Yine de kanalları görmeden dönmek olmaz. Oteller fahiş fiyatla olduğu için Venedik girişinde bir kamp yerindeyiz (Günlük 40 euro).
Lağım kanalları. Gerçi koku fazla yok, ama renginden pisliği belli.
Gondol ücretlerini -yine bu sitede- 30 euro civarında diye duymuştuk. Belediyenin resmi rayicinin yarım saat için 60 euro olduğunu öğrenmek kafamızı bozdu. Yine de soralım dedik. 80 euro/yarım saatten ucuz gondol bulamadık. Ancak deliler biner. Paramız olsa bile bu pisliğe vermek yerine Türkiye'de bir garibana sadaka veririz. Taşıma işinde de kullanılıyorlar.
Kampa dönmeye can atıyoruz. (Bebek bir de beni çek ya...)
Ertesi gün yola koyulduk. Rimini yolundayız. Otoyolda bir park yeri. Devekuşu besliyorlar. Bizde olsa mangalda rakımıza meze olurdu.
Ya ne sevimli hayvan bu ya... Bu arada gözünüzden gözlüğünüzü filan kaçırıp yutuveriyormuş. Gagası ince plastik oyuncaklar kadar yumuşak.
Brindisi'ye vardık. Hesabımızdan 6 gün öndeyiz. Brindisi-Lecce arası bir yerde gemiyi bekleyeceğiz.
"Lecce'yi sonra gezeriz" demiştik. Bol bol gezdik. Çok güzel bir yer. Lale'nin canı dondurma istemiş...
O kadar alışverişten sonra bu sefer de ben yorgun düşmüşüm...
Tekrar aynı kamp yerindeyiz. Deniz kenarında-ücretsiz. Deniz ve kumsal çok güzel. Güneş batar batmaz sivrisinek akınına uğruyorsunuz. Sinek kovucuları yakıp kurtuluyoruz. Yine de şişmedik yerimiz kalmadı.
Nihayet RECA Marmaralines'ın feribotuna binebildik. 30 saat sonra ülkemizde olacağız. Sonra tren ile Ankara ve aktarma ile Tatvan. Son 140 km.lik yol ile birlikte 6200 km yaptık.
Bu arada üç yaşındaki kızımıza İtalya'dan aldığımız kask pek yakışmış...
Daha önceden en kısa zamanda yazacağınızı söylediğiniz gezi raporunu bekliyorduk ama resimler gözükmüyor, hızlı bir şekilde göz gezdirmekle yetindim gezinize nasıl olsa sorun düzeltilir keyifle okurum diye, şimdiden teşekkürler paylaştığınız için güzel geziye benziyor. _________________ İsmail HATİP
DeeLee6yüzeLLi
Ben photobucket.com adresini kullanıyorum url almak için, sanırım mynet yayınlar için yasaklı bir site, photobucket i tavsiye ederim. _________________ İsmail HATİP
DeeLee6yüzeLLi
Kayıt: Aug 13, 2003 Mesajlar: 2531 Nerden: Bruksel
Tarih: Prş Eyl 09, 2004 1:42 pm Mesaj konusu:
mountain_human demiş ki:
Yardımmmmm!
mynet altindaki resimleri sadece mynet uyeleri gorebiliyor.
Yani eskiden boyleydi, sanirim hala oyle.
Size www.photobucket.com'u onerecegim. Sadece kayit oluyorsunuz. Para filan istemiyor. Ben siteye gonderdigim raporlarda onu kullaniyorum. DD hocamiz da imageshack sitesini kullaniyormus galiba. Memnun oldugunu belirtmisti. Denemekte fayda var... _________________ Entia non sunt multiplicanda praetar necessitatem¹...
Ilker Eryilmaz
2004 Suzuki SV650 S
Belcika/Bruksel
Tarih: Prş Eyl 09, 2004 2:53 pm Mesaj konusu: Yardım için teşekkürler, umarım sorun çıkmaz...
Selamlar,
Biraz kendimizi tanıtayım; sonra rapora geçeriz:
Van'da Üniversitede Öğretim Görevlisiyim. Eşim de aynı üniversitede İdari Amir konumunda. Onun sayesinde Yeşil Pasaport aldım. Gerçi pasaportuma "Enstitü Sekreteri Eşi" yazılması biraz karizmayı çizdi ama sizden başka kimse bilmiyor; aramızda kalsın. Vizeler konusunda hiç bir problem çıkmıyor. Önceki gezimizde (Yunanistan-Arnavutluk... Raporu yazacağım) Yunanistan vizesini çok rahat almıştık. İtalya, Fransa ve İsviçre vize bile istemiyorlar. Zaten İtalya ile Fransa arasında sınır bile kalmamış. Sadece bir trafik levhası; o kadar.
Motorculuk geçmişim çok eski. Ancak yeni eşimi (5.) motosiklete alıştırmam gerekiyordu. Birinci gezimiz kısa (12 gün) sürdüğü ve yaptığımız yol da az olduğundan 301 Seyhan (MZ-Kanuni) yeter sanıyordu. Ortak bütçemizle almıştık. Neyse ki bu gezide yanımızdan "wrroomm" diye geçiveren motorları gördü de fikri değişti. Artık -yardımlarınızla- sıfır bir turing alırız.
Gezimiz Van'dan başladı. Tecrübeli olduğumuzdan, alınacaklar konusunda, bir eksiğimiz olmadığını düşünüyorduk. Belgeler de sınır kapılarında Turing Kurumu tarafından rahatça alınıyordu. Van'dan Tatvan'a kadar 141 km.yi zevkle geçip motoru trene yükledik.
İzmir'e kadar aktarmalı olarak gelip bir gün akrabalarda dinlendik.
Sonra Çeşme'ye geldik. Buradan feribotla Brindisi-İtalya'ya geçecektik. İlk sorun çıkıverdi. Çeşme'de Turing Kurumu yoktu. Dolayısı ile ne triptik, ne yeşil sigorta ne de uluslararası ehliyet alabildik. Gümrükçülerin yardımı ile kuru bir "motosiklet gümrük çıkış kağıdı" ile yolculuğumuza başladık.
Yol bütçemiz fazla olmadığından -sözde- pahalı şeylerden uzak duracaktık. Gemi biletine sadece kahvaltı dahil olduğundan açık büfe kahvaltıyı üç öğünlük olarak yiyerek 30 saatlik seferi atlattık.
Feribot Yunanistan'ı dolaşmak yerine Corinth Canal'ından geçerek yolu iyice kısalttı.
İtalya'ya ayak bastığımızda elimizde hiç bir trafik evrakının olmayışı stresi içindeydik. Bir ihtimal, eksik evrakı -cezası ile birlikte-, buradan temin edebilirdik. Kasklarımız motorun arkasına asılı bir şekilde gümrükten geçmeye çalışıyorduk ki; polis durdurdu. "Kasko, kasko!" diye bağırıyordu. "Eyvah" dedik; kasko-sigorta filan mı soruyordu acaba... Meğer "kasklarınızı takın" diye bağırıyormuş. Kasksız şurdan-şuraya bile gidilemiyormuş. Öyle rahatlamıştık ki, hemen tüm korumalarımızı takıp yola koyulduk. Liman ile Brindisi arasındaki birkaç kilometrelik yolu alıp sigorta şirketi filan aramaya başladık.
Hiç bir şekilde evrakımızı tamamlayamadık. Trafiğe yakalandığımız anda işimiz tamamdı. Neyse ki sevdiğimiz tek kural trafik kuralıydı. Ancak tüm gezi boyunca bu stresi yaşayacaktık.
Önce Lecce denilen şehire geldik ancak buranın çok güzel bir yer olduğunu bilmediğimizden programımıza almamıştık. Gezi nasıl olsa yine burada bitecekti. "Dönüşte uğrarız" diye yola devam ettik. Rahat bir şekilde Taranto'ya kadar geldik ve ilk denizimize girdik.
Reggio Di Calabria ve Salerno arasındaki otoyolun ücretsiz; diğerlerinin paralı olduğunu öğrenmiştik. İlk işimiz otoyola girmek oldu. Salerno civarında otoyolda geceledik. Ertesi gün şehri gezmek için bol bol vaktimiz olacaktı. Bu arada İtalya'daki "motorların ayrıcalığını" görmüş ve biraz rahatlamıştık.
Salerno'dan sonra sırada Pompei Harabeleri vardı. Turistik her yerde olduğu gibi giriş ücretli. 10'ar euroyu bayılıp girdik. Yüksek Lisans Öğrenci kartlarımız hiç işe yaramadı -Avrupa Birliği ya da herhangi bir Avrupa ülkesi sayılmıyoruz henüz-.
Napoli burnumuzun dibi. Çok beğendik. En çok da parklarını. Her tür insan ile karşılaşıyoruz. Bolca sohbet imkanı çıkıyor. İngilizce'mizden başka iletişim aracımız yok. Neyse ki İngilizce bilenler var. Sıcak insanlar. Bazen İngilizce'yi bırakıp İtalyanca'ya konuşmaya başlıyorlar. Anlamasak bile kafa sallıyoruz (Umarız küfür filan etmiyorlar).
Napoli'ye gelip Pizza yememek olur mu? Belki ortamdan, belki gerçekten; yediğimiz en lezzetli pizza. Her türünü denedik. Bu arada pahalı şeylerden uzak durma planımız işe yaramıyor. Eşimin bir buçuk aylık hamile olduğunu öğreniyoruz. Canı her şeyi istiyor.
Roma'da gezilecek çok yer var. Girdiğimizde hava biraz bulutluydu.
Bir parkta durum değerlendirmesi yapıp...
... tarihi yerleri -bizi pek ilgilendirmese de- dolaşmaya başladık.
Burası da motor cenneti. Motorlar için ayrı park yerleri filan... Söylemeden geçemeyeceğim, bize anlatılan ya da işittiğimiz hırsızlık olaylarına hiç bir şekilde rastlamadık. Bize mi denk gelmedi acaba? Gerçi herkes motorunu kilitliyordu ama... Bizim motorun bagajlarından başka üzerinde bir de lastiklerle sabitlediğimiz sırt çantamız vardı. "Çalınırsa ne olur?" diye düşünmeyeceğimiz eşyalarımızı koymamıza rağmen dokunan bile olmadı. Motorla her yer gezilmiyor. Bırakıp bırakıp girdiğimiz müzeler, tarihi yerlerin çıkışlarında her şeyimizi yerli yerinde bulmamıza şaşırmıyor değiliz. Söylendiği gibi -tatil nedeni ile- tenha yerler de değil. İğne atsan düşmeyecek yerler, İstanbul'umuzu aratmıyor.
Bunlar da Vatikan'dan... Bu kadar meleğin koruduğu yere vampir filan giremez herhalde... Yanınızda mutlaka uzun pantalon ve askısız gömlek bulundurun. Şort, mini etek, askılı gömleklerle giremiyorsunuz. Uyanık esnaf fahiş fiyata -bir defalık, kağıt gibi bir kumaştan- bu giysileri satıyor.
Bu arada sağnak yağmur yağdığını söylemeyi unutmuştum...
Bu da yıkılmaktan kurtardıkları Pisa Kuleleri. Kule ile ilgili İnternetten epey bilgi almıştım. İtalyan mühendislerin düzelteyim diye iyice eğdikleri, Amerikan yardımını kabul etmedikleri bu yapı hakkında çok şey okumuştuk. O dönemlerde kule turistik ziyarete de kapalıymış. Şu sıralar açık. Ancak her yer gibi burası da ücretli. Motorumuzu parkın dışına -sadece direksiyon kilidi ile- bırakıp gezmeye başladık. Yine bir şey olmadı (Hırsızlar tatile mi çıkmışlar acaba?).
Canımın içi benzin ocağım bozuldu. Daha yirmi yaşındaydı. Vedalaşıp ayrıldık. İlk marketten yenisini alacağız.
Yine yollardayız. Savona'ya az kaldı. Otoyol ücretleri fazla gelmiyor (200-300 km. kadar yol için 15-20 euro, değişiyor...). Ancak manzaralı yolları da tercih ettiğimiz oluyor. Otoyolda gecelemek daha rahat. Tesisler çok güzel. Ancak denize filan girmek için yine kamyon yollarını tercih ediyoruz. Deniz kenarlarında istediğimiz yerde çadır kurup geceliyoruz.
Monaco'ya girdik. Burası ayrı bir ülke. Sınır filan yok tabiki. Dili Fransızca. Hırsızlık korkumuz yok olmuş durumda. İtalya'da bile bir şeyimiz çalınmadığına göre... Bir anımızı daha anlatayım: İnternetten 20'şer milyon liraya aldığımız kasklarımızı (kask denirse) yenilemek istiyorduk. Büyük bir motor mağazası bulduk. Çene kısmı açılan Shoe marka kaskları beğendik. Fiyatlar Türkiye'deki ile hemen hemen aynı. Nolan kasklarda pazarlık var. Bunlar ithal. Yine de sıkı pazarlıklar ile aldık. Eski kasklarımızı önce çalınsın diye açıkta-motorun üzerinde bıraktık. Baktık olmuyor, kaldırıma koyduk. Zabıta çöplerimizi yere atıyoruz diye ceza yazmaya kalktı. Biz de küçük çocuklara hediye ettik. Oyun oynarken kullansınlar...
Burası Cannes. Festivallere denk gelmediğimizden ünlü çıplakları göremedik. Plajlar bizim Alanya plajlarımız filan gibi. Üstsüzler filan var ama altsızlara rastlayamadık (ühüüü).
Turistik tren-benzeri araçlarla şehir turları var. Ama bizim motorumuz yeter. Her yeri gezdik...
Burası da ünlü festival meydanları. Parktaki karolarda ünlü sinemacıların el izleri var... Kimler yok ki...
Lokantalarda verilen "en bol" ekmek bu kadar...
Artık Paris'e yola çıkalım. Otoyollar inanılmaz lüks kampingler gibi. Çamaşır yıkama yerlerinden sportif tesislere kadar -nerdeyse- her şey var. Lyon yolundayız.
Bazı otoyol parkları böyle...
Bebek biraz yoruldu mu ne?
Paris'de hiç kaybolmadık. Eyfel her yerden görülüyor. Oteli de beş dakikalık bir yerden bulduk. Hem ucuz (30'ar euro) hem cici...
Yakından böyle görünüyor.
Eşinizin ayakları dibine yatınca böyle görüntüler de alabilirsiniz.
Ayaklarınız kokuyorsa eşiniz de böyle bir poz çekebilir ancak...
La Fonten parkı (yazılışını unuttum).
Ve Zürih. İkiteker'den Atilla ile buluşacağız. Bir türlü bizi bulamıyor. Bir sürü Türk plakamızı görerek tanışmaya geliyor. Mozambikli kapkara bir bebeği Lale bırakmak istemiyor. İsviçreliler bile çevremizi sardılar. Kimi evimize gidelim bir duş alın diyor, kimi çay-dondurma ikram ediyor. Bu Türk aile Lale'ye zeytinyağlı dolma ikram etti. Ben soğuk kahve ve dondurmalardan tıkandığım için yiyemedim.
O gece yol kenarında bir yerde kamp attık. Atilla'nın tarif ettiği kamp yerini bulamadık. Ertesi gün Alplerin içerisinde bir dağ gölü kıyısında 4 yıldızlı bir kamp yerindeyiz (Motor-çadır-iki kişi günlük 44 euro).
Ertesi gün çevre gezimiz başladı. Eşyalar kampta. Çıplak motorla dağları geziyoruz. Her yer bisikletli turcu ile dolu. Çoğu Alman. Dağlarda bile temizlik ekipleri çöp topluyor. "Arıyor" demek daha doğru olacak. Her yer tertemiz.
Der Rorwald denilen doğanın "ellenmediği" bir yer. Orkide bile yetişiyor. Korucusuz, sadece "bilinçle" korunan bir yer.
Burası Luzern...
Luzern'de bir Meksika Lokantası. Hesap 135 Frank. (Eşiniz aşeriyorsa vereceksiniz arkadaş.)
Tekrar İtalya. İsviçre'den sonra pek çekilmiyor ya... Milano'da mola. (Kasklar motorun üzerinde emanet durmuş. Gider gitmez...)
Venedik. Harleyli York ile tanışıyoruz. "Ben burayı merak bile etmiyorum" diyor. Yine de kanalları görmeden dönmek olmaz. Oteller fahiş fiyatla olduğu için Venedik girişinde bir kamp yerindeyiz (Günlük 40 euro).
Lağım kanalları. Gerçi koku fazla yok, ama renginden pisliği belli.
Gondol ücretlerini -yine bu sitede- 30 euro civarında diye duymuştuk. Belediyenin resmi rayicinin yarım saat için 60 euro olduğunu öğrenmek kafamızı bozdu. Yine de soralım dedik. 80 euro/yarım saatten ucuz gondol bulamadık. Ancak deliler biner. Paramız olsa bile bu pisliğe vermek yerine Türkiye'de bir garibana sadaka veririz. Taşıma işinde de kullanılıyorlar.
Kampa dönmeye can atıyoruz. (Bebek bir de beni çek ya...)
Ertesi gün yola koyulduk. Rimini yolundayız. Otoyolda bir park yeri. Devekuşu besliyorlar. Bizde olsa mangalda rakımıza meze olurdu.
Ya ne sevimli hayvan bu ya... Bu arada gözünüzden gözlüğünüzü filan kaçırıp yutuveriyormuş. Gagası ince plastik oyuncaklar kadar yumuşak.
Brindisi'ye vardık. Hesabımızdan 6 gün öndeyiz. Brindisi-Lecce arası bir yerde gemiyi bekleyeceğiz.
"Lecce'yi sonra gezeriz" demiştik. Bol bol gezdik. Çok güzel bir yer. Lale'nin canı dondurma istemiş...
O kadar alışverişten sonra bu sefer de ben yorgun düşmüşüm...
Tekrar aynı kamp yerindeyiz. Deniz kenarında-ücretsiz. Deniz ve kumsal çok güzel. Güneş batar batmaz sivrisinek akınına uğruyorsunuz. Sinek kovucuları yakıp kurtuluyoruz. Yine de şişmedik yerimiz kalmadı.
Nihayet RECA Marmaralines'ın feribotuna binebildik. 30 saat sonra ülkemizde olacağız. Sonra tren ile Ankara ve aktarma ile Tatvan. Son 140 km.lik yol ile birlikte 6200 km yaptık.
Bu arada üç yaşındaki kızımıza İtalya'dan aldığımız kask pek yakışmış...
Cok sevgili arkadasim, ellerine saglik nefis bir gezi raporu hazirlamissin ve bizlerle de paylastigin icin cook tesekkurler.
Raporundan EN COK cikartilmasi gereken ders (bence):
"Adam gibi motor" (!) olmadan seyahate cikilmaz tarzinda yaklasan insanlara verdigin derstir.
MOTOSIKLETLERIN HERBIRININ KENDINE GORE ADAM OLDUGUNU BIZLERE ANLATTIN. Inan olsun senin gibi bir arkadasimizin bizlerle birlikte olmasindan buyuk gurur duydum. Keske 20 yas daha genc olsaydim da senin gibi birisiyle to yollari yapsaydim.
Tekrar tesekkurler _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Teşekkürler.
Motosiklet "hız" dışında sorun çıkarmadı. O kadar yükle en fazla 140 km/h hız yapıyordu. O da düz yolda. Yanımızdan geçen en yavaş motorun ancak sesini duyabiliyorduk. Bu arada gördüğümüz kazaları anlatmaya dilim varmıyor. Tam korumalı olduğu halde üzerinden kamyon geçip parçalanmış vucutlar filan. Fotoğraf çekmeye bile elim varmadı.
Bir kez tekerimiz patladı. 110 gibi bir süratle gidiyorduk. Bu hızla ancak tırları geçebildiğimizi ekleyeyim. Oldukça panikledim ama kaza yapmadan durup tamir ettik. Yola devam edebildik. Monaco'da lastiği yeniledik. Tubeless teker takıp rahat ettik.
Bir de şu fotoyu ekleyeyim. İtalya'da da "köpek öldüren" bulduk. 1,5 lt.si 1 euro. Eşim sünger gibi içer; neyse ki hamileydi. Hepsi bana kaldı.
Her motorla seyahat edilir. Bu konfor anlayışınıza bağlı. Oturağımız yeterince konforluydu. 1,5-2 saat kadar durmadan gidilebiliyor. 120'ye kadar titreşim rahatsız etmiyor. Bu arada direksiyon ağırlıklarını -sitedeki arkadaşlara teşekkürler- arttırdığımı ekleyeyim. Konforun "gerisi" nedir merak ediyorum. Buzdolabımız bile vardı.
Yine de seneye çıkacağımız seyahat için "Honda" ya da "BMW"nin turing modellerine bakıyoruz. Model konusunda yardımlarınızı isteyeceğim. (Önce kredi kartının borçlarını bir ödeyelim hele...). Umarız farkı görür hayal kırıklılığına uğramayız.
Daha once de bana attigin resimleri gorunce sasirmistim , simdi de soyluyorum , "Valla helal olsun !"...
BU ise gonul verdin mi olur iste... Bu mudur?
BUDUUUUUURRR
Tebrikler...
Klavyene saglik _________________ www.gamsizseyyah.com www.fotokritik.com
----------------------------
M.Oytun PINAR
(Izmir'li "Homer")
532 5473288
Kayıt: Mar 31, 2004 Mesajlar: 741 Nerden: istanbul
Tarih: Cum Eyl 10, 2004 8:47 am Mesaj konusu:
Diyecek bir şey bulmakta zorlanıyorum, tebrikler, çok cesur bir gezi. Bir çoğumuz ülke içinde bir yere giderken bile binbir tereddüt geçirirken, bu ülkelerarası mesafeleri bu şekilde geçmek inanılmaz
Anlatım dolayısıyla üslub da çok keyifli, paylaştığınız için teşekkürler _________________ Taner Üstün
Honda XRV 750 Africa Twin'03
yol gidilmez yaşanır
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız