Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Prş Arl 29, 2011 8:26 am Mesaj konusu:
Merhaba,
Kusura bakmayın duramıyorum..
ALTI KAVAL ÜSTÜ ŞİŞHANE
‘”Altı kaval üstü şişhane’ deyimi birçoğu gibi bana her zaman acayip gelmiştir. Öyle ya, altı bir müzik aleti, üstü ise bir semt. Ne alakası var?
Ancak birkaç yıl önce Reha Çamuroğlu'nun Son Yeniçeri kitabında (yanlış hatırlıyor ve atıyor olabilirim) bu konudaki açıklamayı buldum.
Gerçekte deyimin aslı “altı kaval, üstü şeşhane.”
Bugün bu deyimi birbirine benzemeyen ve uygun olmayan, dolayısıyla bir işe yaramayan aparatlar hakkında veya giyim kuşam konusunda birbirine uymayan ve yakışmayan kıyafetler için kullanıyoruz.
Buradaki şeş-hâne kelimesinin İstanbul'da bir semt adı olan Şişhane ile herhangi bir alâkası yoktur ve Şişhane söylenişi aslında yanlıştır.
Çünkü şeş-hâne ; namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir.
Evvelce Osmanlı askerlerinin'de bolca kullandığı kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir
Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup spiral şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılmış.
Teknik böyle ilerleyince Osmanlı'da bu silahlara dönmüş. Ancak bu geçiş çok kolay olmamış .
Çünkü kaval topların attığı gülle ile şeşhânelerden atılan mermi farklı. Tabii kaval tüfekler ile fişek atılırken şişhane namlulu tabancalardan/tüfeklerden kurşun atıldığından bu silahlarda farklı..
Bu durumda bîr silah namlusunun yarısına kadar kaval, sonra şişhane olması da mümkün değil.
(Çok uzattım ..toparlıyorum)
Ancak yine de vaktiyle bir askerin, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılıyor. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer askerler uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve "Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle" diyerek kafiyelendirmişler.
O günden sonra halk arasında birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiş.
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
ALTI KAVAL ÜSTÜ ŞİŞHANE
‘”Altı kaval üstü şişhane’ deyimi birçoğu gibi bana her zaman acayip gelmiştir. Öyle ya, altı bir müzik aleti, üstü ise bir semt. Ne alakası var?
Ancak birkaç yıl önce Reha Çamuroğlu'nun Son Yeniçeri kitabında (yanlış hatırlıyor ve atıyor olabilirim) bu konudaki açıklamayı buldum.
Gerçekte deyimin aslı “altı kaval, üstü şeşhane.”
Bugün bu deyimi birbirine benzemeyen ve uygun olmayan, dolayısıyla bir işe yaramayan aparatlar hakkında veya giyim kuşam konusunda birbirine uymayan ve yakışmayan kıyafetler için kullanıyoruz.
Buradaki şeş-hâne kelimesinin İstanbul'da bir semt adı olan Şişhane ile herhangi bir alâkası yoktur ve Şişhane söylenişi aslında yanlıştır.
Çünkü şeş-hâne ; namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir.
Evvelce Osmanlı askerlerinin'de bolca kullandığı kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir
Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup spiral şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılmış.
Teknik böyle ilerleyince Osmanlı'da bu silahlara dönmüş. Ancak bu geçiş çok kolay olmamış .
Çünkü kaval topların attığı gülle ile şeşhânelerden atılan mermi farklı. Tabii kaval tüfekler ile fişek atılırken şişhane namlulu tabancalardan/tüfeklerden kurşun atıldığından bu silahlarda farklı..
Bu durumda bîr silah namlusunun yarısına kadar kaval, sonra şişhane olması da mümkün değil.
(Çok uzattım ..toparlıyorum)
Ancak yine de vaktiyle bir askerin, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılıyor. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer askerler uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve "Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle" diyerek kafiyelendirmişler.
O günden sonra halk arasında birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiş.
Saygılarımla.
Abi bu bilgi hakikaten iyiymiş.Vallahi bravo demek 6 yivli namluya şeş-hane deniyor...Bu deyimi hep merak etmişimdir.sağolasın. _________________ http://www.batidispoliklinigi.com/
Kayıt: Jan 07, 2004 Mesajlar: 193 Nerden: istanbul
Tarih: Pts Oca 02, 2012 5:47 pm Mesaj konusu:
Merhaba ;
Baktım kimse yazmıyor, bende birikimlerden ortaya bir şeyler daha saçayım dedim..
BUYRUN CENAZE NAMAZINA
IV. Murad, Padişahlık dönemi zamanında tütüne,içkiye ve bilimum keyif verici maddelere yasak koyar ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır.
Birgün bugünkü Üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. Derviş kılığına girerek tebdili kıyafet buraya gider. Selam verir.oturur.
Kahveci yanına gelip,
-Baba erenler kahve içermi diye sorar.
Padişah.
-Evet.
Kahveci
-Tütün içermisin, der.
Padişah
-Hayır. der.
Kahveci işkillenir, tütün içimiyorda ne işi var burada. Zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri var. Eli titreye titreye kahveyi götürür.
Kahveci,
-Baba erenler ismini bağışlarmı?
Padişah,
-Murad.
Kahveci,
-Peki isimde sultanda varmı?
Padişah,
-Elbette var.
deyince kahvecinin bet beniz atar,zangır zangır titrer ve
-Öyleyse buyrun cenaze namazına der.
Olduğu yere yığılır.
IV. Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına af eder.
KULAĞINA KÜPE OLMAK
Bektaşilik tarikatında, tarikata yeni girecek olanların kulağına nasihat edilir ve tarikatın ana düsturlarını unutmaması için pir'in ya da şeyhin kapısının eşiğinde kulağı delinerek, "Menkuş" denilen bir çeşit küpe takılırmış.
Bugün, söylenenlerin önemli olduğunu ve söz söylenenin bu sözü hatırından çıkarmaması gerektiğini vurgulamak üzere kullandığımız bu deyim, Bektaşilikteki bu küpe takma geleneğinden doğmuş bir sözdür.
Saygılarımla. _________________ Toaxe / Ercüment Oğuz
Vallahi hepsi birbirinden ilginc, senelerdir anlamini/dogumunu bilmeden kullandigimiz sozler. Ne guzel ki paylasimlariniz sayesinde birseyler ogreniyorum/z...
Cok tesekkurler, elleriniz dert gormesin gaz kolundan ayrılmasın... _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Kayıt: Jul 25, 2003 Mesajlar: 1119 Nerden: Kükürtlü - Bursa
Tarih: Pzr Oca 08, 2012 7:31 pm Mesaj konusu:
VERMEYİNCE MA'BUD NE YAPSIN MAHMUT?
Ziya Paşa'nın ünlü Terkib-i Bend'inde yine ünlü bir beyti vardır Halk arasında dil persengine dönüşmüş ve pek çok garibanın şikayetini dile getirmesine medar olmuş bu beyitte Paşa,
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan
buyurur "Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa, bahtı kapalı olanın bahçesine yine de bir damlası düşmez" demektir Türkçemizde bu beytin mazmununu ifade eden pek çok deyim, darb-ı mesel ve vecize bulmak mümkündür Muhallebi yerken dişi kırılan nasipsizden ata bindiği halde "ya nasib"i unutan geline, güvendiği dağa kar yağan mareşalden cemaziyelevveli keşfolunan mahzen memuruna kadar pek çok insan bu beyti tekellümde mazurdurlar Ancak içlerinde bir tanesi, vardır ki şair belki de bu beyti onu derhatır ederek söylemiştir Önce hikayeyi anlatalım:
Rivayet olunur ki, Sultan II Mahmud, tebdil gezdiği bir Ramazan gününde Üsküdar'da mücerred bir kunduracının, boş örse çekiç vurarak her hamlede "Tıkandı da tıkandı" dediğine şahit olmuş Merak saikiyle içeri girip bunun sebebini sormuş Adamcık anlatmış:
* Bir gece rüya gördüm Çeşmeler vardı Bazılarından şarıl şarıl sular akıyor, bazılarından sızıyor, bir tanesi de tıp tıp damlıyordu O sırada bir pîr-i nuranî belirdi Ona bu çeşmeleri sordum "- Şu şarıl şarıl akanlar, padişahımızın talihidir Sızanlar devlet erkanından filanca paşaların ve falanca zenginlerin talihleridir Şu damlayan da senin talihindir" deyip kayboldu Yerden bir çöp aldım ve benim talihim olan çeşmeye yaklaştım Çöple biraz kurcalayıp lüleyi açmaya çalıştım Ah, ellerim kurusaydı! Filvaki çöp kırıldı ve artık eski damlalar da damlamaz oldu O günden sonra müşterim kesildi, kazancım bitti İflas ettim, bu hale geldim Şimdi de talihimden şikayet ile "tıkandı da tıkandı" zikriyle boş örsü dövüyorum
Padişah kendini aşikar etmez ve saraya dönünce adamın söylediklerini tahkike memur gönderir Meğer adamcağız herkes tarafından "Tıkandı Baba" diye tanınmakta ve nasipsizliğiyle bilinmekteymiş O kadar ki çeşmeden su doldurmaya gitse kurnayı bir kurbağa tıkar; bir mal almak için pazara uğrasa, ona sıra gelmeden mal bitermiş Sultan, mübarek Ramazan ayında bu garibi sevindirmek ister ve bir tepsi baklava yapılmasını, her dilimin altına da bir sarı altın konulmasını emreder Sonra tepsiyi, bir zengin konağından iftarlık geliyormuş gibi gönderir
Nasipsizlik bu ya; Tıkandı Baba, bir tepsi baklavayı bir iftarda yiyip bitirmek yerine satıp parasıyla birkaç günler iftar etmeyi düşünerek tepsiyi pazara çıkarmaz mı?
Padişah, durumu öğrenip üzülmüşse de niyetine sadakat ile aynı minval üzere ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırıp yine içini altın ile doldurarak Tıkandı Baba'ya yollar Baba'dan baklava tepsisini satın alarak parsayı toplayan uyanık müşteri, bu sefer yine kapıya dayanıp Baba'nın aklını çelmenin yollarını aramaktadır Der ki:
* Bre Tıkandı Baba! Sen bir garip ademsin Tek başına bu hindiyi nice yiyeceksin Gel sen yine bu hindiyi bana sat
Pazarlık tamam olup hindi de kanatlanınca, padişah bu derece safderunluğa aşırı derecelerde öfkelenip derhal Tıkandı'yı saraya çağırtır Çavuşlar eşliğinde iftar vaktine yakın, karga tulumba sarayın yolunu tutan Tıkandı Baba telaşlanır "Bir suç işlemiş olmalıyım, ama ne ola ki!" diye kara düşünceler içinde huzura alındığında neredeyse bayılmak üzeredir Bu hale padişahın yüreği dayanmaz ve öfkesi merhamete döner Sultan, olup bitenleri anlattığı zaman Tıkandı Baba hayretler içinde hünkarın ayaklarına kapanıp, dualar, şükürler okumaya başlar
Padişah ona son bir hak daha tanımayı isteyip doğruca hazine-i hassa odasındaki altın ve mücevher dolu sandıklardan birinin huzura getirilmesini buyurur Sandık gelir Sultan Mahmud selamlık dairesinin çini sobasının altını yoklayıp küreği eline alır ve:
* Tut şu küreği! Sandığa daldır Ne kadar alırsa hepsini sana bağışladım, der
Tıkandı Baba, makus talihinin böyle bağteten muradına muvafık harekatından fazlasıyla heyecanlanır Sevinçten titreye titreye küreği sandığa daldırır Bir müddet iteleyip çalkalar ve itina ile kaldırırsa da kürek ters daldırılmıştır ve sandıktan ancak sap kısmında bir tek kızıl altın ile çıkar Baba düşüp bayılır Şair ruhu taşıyan hisli padişah ise seçili bir üslupla o, tarihe geçen sözünü söyler:
* Vermeyince Ma'bud, ne yapsın Mahmud?
Hikmetinden sual olunmayan yüce Ma'bud, kim bilir hangi kadere binaen o küreği ters çevirmişti Onca yıllık Tıkandı Baba, acaba Açıldı Baba olsaydı kendisi için daha mı iyi olurdu? Hem kim bilir belki de sonradan Tıkandı Baba, haline şükretmiş ve hayırlısını istemekten dolayı gani gönüllü bir fakir olarak vefat etmiştir Öyle ya, nasib işi başka şeye benzemez Hani ne demiş dedelerimiz:
Kısmetinse gelir Hind'den Ye men'den
Kısmet değil ise ne gelir elden _________________ Saygılarımla
Şenol SEL
O.M.M. Gold Member
Lütfen her zaman Full koruma ve KASK kullanın.
“Beyninin beş saniye önce olmadığı yere asla motorunu götürme”
Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.
Eski zamanlarda yani kimyasalların icat olmadığı veya herkes tarafından kullanılmadığı zamanlarda debbağlar "deri tabaklayan kişi" derileri tabaklarken köpek pisliğinden de istifade ediyorlardı. Hele taze ve sıcacık olanları daha da bir kıymetliydi onlar için çünkü deriyi daha güzel ve daha zahmetsiz işleyebiliyorlardı. Tabi hal böyle olunca kendisine köpek pisliği getiren insanlara bahşiş veriyorlardı. Hammadde ne kadar taze ve ne kadar sıcak ise bahşiş o kadar dolgun oluyordu.
Bunu meslek haline getirip bu bahşişlerle yolunu bulanlar vardı. Tabi ne kadar çabuk götürürse bahşiş de o kadar dolgun olacağından acele ediyorlardı. Yani koştura koştura...
İşte bu sebeptendir ki acele eden insanlara tabakhaneye ..ok mu yetiştirecen? derler...
Evet biraz mide bulandırıcı ama bu tabirin de çıkış noktası bu... _________________ YBR CITY 2009
---------------------
A Rh (-)
---------------------
TİRSE
Sittin sene: bazıları yanlış kullanarak ayıp bişey söyler ama aslında doğrusu sittin sene dir. Sittin arapça 60 demektir.
yani: 60 sene
çok emin olmasamda sanırım zıkkımın kökü aslında zehirli bir bitki olan Zakkumun kökün den gelmiş olabilir. _________________ NC700X
Oooohhh suyundan da koy.
Yunan mitolojisinden, hayatımıza giren kelimelerden bazıları
Narsist : Suda yansınasını görüp kendine aşık olan Narsius dan,
Arakne (örümceğin latince ismi) : gergef işlemesi ile ünlü Arakne nin, Atena ya meyadan okuması sonucunda, örümceğe çevrilmesinden.
Defne : Apollodan kaçabilmesi için tanrılar tarafından defne ağacına dönüşen, Daphneden
Anadolu: Yunanca "doğu ülkesi" anlamına gelen "anatolia" kelimesinden
ooooo daha bi sürü var yaz yaz bitmezzz... _________________ NC700X
Oooohhh suyundan da koy.
Ebru sanatını bilirsiniz. Ebru aslında Ab-ı Ru (Ab:Su, Ru:yüz demektir farsça.) Yani farsça suyun yüzü kelimesinden gelmiştir.
Bu durumda Abuzer ne demek olur ona bakalım. Ab, biliyoruz. Zer ise altın demektir. Bulmaca çözenler bilir. Abuzer ise altın suyu anlamına gelir. İnsanların bazan alay konusu yaptıkları bu isim aslında sahibini yüceltmek için seçilmiş bir isimdir.
İstanbulda ayçiçeği, diğer adı güne bakan olan çiçeğe Anadolu nun bazı yerlerinde Şemşamer denilir. Bilin bakalım Farsça Şems ne demektir. _________________ NC700X
Oooohhh suyundan da koy.
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız