Arama     Konular    
  Üye Ol antalya escort Ana Sayfa  ·  Konular  ·  Dosyalar  ·  Hesabınız  ·  Haber Gönder  ·  Top 10  ·  T.C Karayollari Haritasi  
Ana Menü
· Ana Sayfa
· 2. El Ilanlar
· Anketler
· Ansiklopedi
· Arkadaşına Tavsiye Et
· Arşiv
· Bize Ulaşın
· Dosyalar
· Faydalı İçerik
· Forumlar
· GizlilikPolitikasi
· Haber Gönder
· Hakkimizda
· Harita
· Konu Başlıkları
· Oyun Alanı
· Top 10
· Videolar
· Web Links
· Üye Günlüğü
· Üye Listesi
· İzlenimler
· Özel Mesajlar

Kimler Sitede
Şu an sitede, 265 ziyaretçi ve 0 üye bulunuyor.

Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.

Giris
Nickname

Şifre

Guvenlik Kodu: Guvenlik Kodu
Guvenlik Kodunu Yeniden Yaziniz

Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.

Dost Siteler
www.webevi.com www.lamaorda.com www.saglikbilgisi.com www.bilgisayarbulteni.com www.thelostdownload.com www.ucretbordrosu.com


Ikiteker Motosiklet Fan Klubu - Motosiklet ve motosikletli yasam kulturu: Forums

Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi :: Başlık Görüntüleniyor - NEDEN SEBEP ??? / GEORGIA
 YardımYardım   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

NEDEN SEBEP ??? / GEORGIA
Sayfa 1, 2, 3, 4  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Prş Ksm 17, 2011 9:58 am    Mesaj konusu: NEDEN SEBEP ??? / GEORGIA Alıntıyla Cevap Ver

NEDEN SEBEP ??? / GEORGIA

Yolculuğun başlangıcı ile yayım zamanı arasına, önce tembellik sonra’da işlerin yoğunluğu girince yazıları ancak hazırlayabildim… hani bekleyenler varsa diye söylüyorum icon_biggrin.gif affola.


ALTIN POST EFSANESİ

Yunan mitolojisindeki Altın Post öyküsü, Tesalya kralının oğlu Phriksos ile kızı Helle'nin çocukluğuyla başlar. Öykü’de çocukların babası ikinci kez evlenmiştir; kocasının çocuklarından nefret eden üvey anne Phriksos ile Helle'yi öldürmek ister. İki kardeş öz annelerinin armağanı olan altın postlu uçan bir koçun sırtına binerek üvey annelerinin elinden kurtulurlar. Ama yolcu’ luk sırasında Helle denize düşerek boğulur. (Helle'nin düştüğü Çanakkale Boğazı'na Yunanlılar bugün bile Hellespontos ya da "Helle Denizi" derler. Phriksos ise Karadeniz'in doğu ucundaki Kolkhis'e (bugünkü Gürcistan) ulaşarak canı’nı kurtarır. Kolkhis kralı Phriksos'a çok iyi davranır, hatta sonradan kızı Khalkiope ile evlendirir. Phriksos ölümden kurtulduğu için, koçunu adak olarak tanrıların kralı Zeus'a kurban eder; postunu da Kolkhis'te, bir ejderhanın nöbet tuttuğu bir koruluğa asar.

Bu arada Tesalya kralı ölmüş, yerine yeğeni Aison geçmiştir; ama bir süre sonra üvey kardeşi Pelias, Aison'u devirir ve tahta kendisi geçer. Aison'un oğlu İason büyüyünce Pelias'ın karşısına çıkıp babasının tahtını geri ister. Korkuya kapılan Pelias, genç adamdan kurtulmak için, altın postu getirirse krallığı ona bırakacağına söz verir. İason bu anlaşmayı kabul eder ve kısa sürede Yunanistan'ın dört bir yanından 50 yiğit toplayarak, adı "hızlı" anlamına gelen Argo gemisiyle yelken açar.

Kahramanlar yolda pek çok macera yaşadıktan sonra Kolkhis'e ulaşırlar. Kolkhis kralı altın postu İason'a vermeye yanaşır, ama üç koşulu vardır: İason, ateş püsküren iki korkunç boğayı çifte koşarak bir tarlayı sürecek; bu tarlaya bir ejderhanın dişlerini ekecek ve en sonunda ektiği her diş için topraktan fışkıran zırhlı savaşçıları yenecektir. İason'un şansına, kralın küçük kızı Medeia güçlü bir büyücüdür ve görür görmez İason'a âşık olur. Medeia'nın büyü ve sihirleri sayesinde bu güç görevleri başaran İason, Medeia'yı ve altın postu da alarak Argo gemisiyle kaçar.

Ne var ki onları bekleyen macera ve tehlikeler henüz bitmemiştir. Kral altın postu geri alması için oğlu Apsyrtos'u peşlerinden gönderirse de, Medeia kardeşini kendi elleriyle öldürerek parçalarını denize serpiştirir.

İason'un o zamanlar geldiği yerlerden birisi ise Ordu’daki Yason Burnu denilen yerdir (Orada Yason kilisesi de vardir.).

Daha sonra tanımadıkları denizlere açılan Argo Gemicileri ya da bilinen adlarıyla Argonaut' lar, ancak Medeia'nın zekâsı ve kurnazlığı sayesinde yollarını bulurlar.

En sonunda Tesalya'ya döndüklerinde İason'un babası hâlâ sağdır, ama çok yaşlanmıştır. Medeia yaşlı adamı sihirli otlarla dolu bir kazanda kaynatıp gençliğini ve gücünü yeniden kazandırır. Daha sonra Pelias'm kızlarını da kendi babalarını kesip kaynatmaları için kurnazca kandırır; aynı büyülü otlardan vermediği için Pelias ölür. Bu suç yüzünden ülkeden kovulan Medeia ile İason'un arası zamanla açılır ve kavga ederek ayrılırlar. Sonunda İason, iyice eskimiş ve karaya çekilmiş olan Argo gemisinin pruvasında otururken, kırılan pruva tahtalarının altında kalarak ölür.


Şimdi durup dururken bu Altın Post Efsanesi de nereden çıktı diye düşünülebilir. Şöyle ki ; son İran seferimizden sonra artık rotayı başka komşulara çevirmemiz lazım diye düşünür olmuştuk. Doğuda Suriye ve İran görülmüştü. Irak’ ı aklımıza bile getirmiyorduk. Ermenistan’ la zaten kapımız yoktu. Geriye Gürcistan kalıyordu. Yüzlerce sene önce İason kaydırı gubbak bir tekne ile üstelik Karadenizin hırçın dalgalarında Gürcistan’ a kadar gittiyse bizim demir atlar haydi haydi giderdi o yolu. Altın postu bulamayacak olsak bile oraları görürdük.

Hedef belli olur gibi olduğunda ise olağan geyikler başladı tabii.
- Alp ; Güzel kardeşim bu seyahate kaç litre yağ alacaksın ?
- Sadece 1 lt.
- Niye ? Motosikletin iştahı mı yok?
- Yok abi. Ondan değil. Gürcistan’da bu yağdan satıyorlarmış, fazla yüke gerek yok.

Hedef belli ama, sanki gidilmeyecek. Ne internet araştırması, nede başka bir kaynakça. Sadece gideceğiz diyoruz. O kadar.

Derken Alp bir gün telefon açıyor bana ;
- Hani Suriye’de tanıştığımız Yunan’lı bir çift vardı ya..
- Eeee
- Gürcistan’ a onlar’da geliyor…
- Nasıl yani.
- İnternet de yazışırken bahsettim. Fikri çok beğendiler gelmeye karar verdiler.
- Hadi hayırlısı….

Bizde gene bir tık yok. Ama Yunanlı dostlar çalışıyor. Ted (Esas adı Teodorakis) bize Lonely Planet’in Gürcistan kitabını scan ederek gönderiyor. Ayrıca Ted’ in bir GPS i var. Biz bundan önceki seyahatlere ortaokul atlasından alınmış haritalardan çıktığımız için bu teknoloji bizi aşıyor hızlı bir kararla Gürcistan içi yol sorumluluğunu ona veriyoruz (yıkıyoruz). Biz gene lay lay lom modundayız. Ancak tamamen boş da durmuyoruz ikimizde lastiklerimizi yeniliyoruz. Ben Tortoruma yeni yan çantalar alıyorum ve onun askı demirlerini yaptırıyorum. Bakımlar tamam. Alp izin tarihini belirliyor. Bir sohbet sırasında sevgili kardeşlerim Bora ve Burçin Kılıçoğlu, Tiflis’te, Gürcü bir arkadaşlarının olduğunu ve oraya giden herkeze çok yardımcı olduğunu söyleyince, hemen bu arkadaşımızın adını ve telefon numarasını defterimizin en üstüne yazıyoruz. Gürcistanlı bir dost bize hiç ummadığımız ilginç yerleri görmemizi saplayacak ipuçları ve olmamasını dilediğimiz zor durumlarda uzatacağı dost eli ile, çok yardımcı olabilir.

Sonra birden bir haber. Yunanlı dostlar gelmiyorlar. Bu arada Gürcistan karışıyor, olaylar var. Ehh ne yapalım bizde gitmeyiveririz Altın Post’ un peşinden…

Bu arada hava durumu raporları geliyor arka arkaya. Gürcistan full yağışlı, Karadeniz bölgesi ondan beter.. Tamam anlaşıldı kesin gitmiyoruz. Güneye inelim, denize falan girer rafting yaparız diyoruz.

Yeni bir haber. Ted geliyor… Bu arada Alp’le biz acaba Yunanistan’a mı gidelim diye konuşuyoruz. Hatta abartıp oradan da Hırvatistan a kadar uzanalım planı yapıyoruz. Nasılsa plan yapmak parayla değil. Açıp haritayı üzerinde çay kahve içiyoruz.

Ted’den yeni haber. Kesin geliyorlar hava durumunun farkındalar. Buraya geldiğinde bakacak ve nereye yöneleceğimize karar vereceğiz.

Bugün 2. Haziran 2011 Seyahate bir gün kaldı, daha çanta bile hazırlamadım… Kuzeye gidersek iç donu, güneye gidersek mayo alacağım. icon_biggrin.gif

Akşam Alp telefon açıyor. Ted ve eşi Leda gelmişler, şu an evdelermiş. Programı konuşmak için beni de çağırıyorlar. Vakit kaybetmeden gidiyorum. Hızlı bir hoş geldiniz, yolculuk nasıldı muhabbetinden sonra “yarın ne yapıyoruz” diye soruyorum. Ted Gürcistan’da siyasi durumda bir sıkıntı olmadığını, yağışınsa çok az olacağı konusunda garanti vererek “elbette Gürcistan” diyor. Ortalıkta pek dut tabağı’da yok ama Alp sesini çıkartmıyor (anlaşılan içten içe zaten Gürcistan’a gitmeyi o da aklına koymuş). Bu durumda arıza çıkartmaya gerek yok diye bende kerhen evet diyorum. Sabah en geç 09,00 da bende olacaklarını söyleyerek konuşmayı noktalıyoruz. Eve dönüp çanta hazırlamaya başlıyorum. Başlıyorum yalan tabii, ben aklıma gelenleri ortaya yığıyorum,eşim katlayıp düzenliyor.

3. Haziran 2011 Sabah alışkanlıkla erken kalkıyorum. Hatta üşenmeyip Tortoru kapının önüne getiriyorum. Yan çantaları bile takıyorum.


Sonra bekleme safhası…önce 09.00 oluyor tık yok. 09.30 da Alp arıyor, birazdan sende olacağız diyor. Bu birazdan saat 10.30 demek oluyor. Evin önünde klasik yola çıkış resimlerimizi çektiriyor, yola koyuluyoruz.

Hava ılık, tam yol havası yani… Derken ilk molamızı evden 10 km. ilerde Anadolu otoyolu gişelerinde veriyoruz. Ted yabancı uyruklu olduğu için, ona almaya çalıştığımız ve sonuçta alamadığımız KGS burada yarım saatimizi alıyor. Mecburiyetten Türk usulü çözümle gişelerden geçiyoruz. Benzin alana dek durmamayı başararak Kurtköy Opet Mehmetçik tesislerine geliyoruz. Yol boyundaki ilk kahvemizi de burada içiyoruz. Sonra hiç durmadan Kaynaşlı’ya kadar geliyoruz. Ted’in motosikleti de 30 lt.lik depoya sahip olduğundan, Alp’le Ted’in ihtiyacı yok ama ben depoyu doldurmak zorundayım.

Özellikle otoyolda belli bir hızda gidince tüketim de ona göre oluyor çünkü. Gene kahve içiyoruz… Yola koyulup Bolu dağı tünelini geçtiğimizde bu yolculukta bizi hiç yalnız bırakmayan sevgili dostumuz Yağmur geliyor. Otoyolun üzerinde yağan yağmur altında yağmurlukları giyiniyor ve yola devam ediyoruz. Ted oldukça uzun boylu, bazen motosikletin üzerinde bacaklarını dinlendirmek için ayaklarını aşağıya doğru sarkıtıyor. O anlardan birinde, otoyolda sağ şeritte giderken ve ayaklarını sarkıtmış haldeyken, yol üzerinde bir kamyon tekerleğinden kopan kaplama parçasının ; sarkıttığı sol ayağına çarptığını görüyorum, görmediğim ise o parçanın ayağını daha da sola sertçe çevirdiydi. Gerede’de gişelerden Ted’i, Türk usulü çözümle geçiriyoruz. Kurşunlu yakınlarında Şekerler tesislerinde benzin ve kahve molası veriyoruz. Ted’in darbe yiyen ayağı daha doğrusu dönen dizi biraz şişmiş ve topallıyor. Burada fazla durmadan yola tekrar koyuluyor yemek için yer bakınıyoruz. Tosya civarında bu sevimli yeri buluyoruz.



Tam durduğumuzda çok ciddi bir yağmur indiriyor. Yemek molası hepimize iyi geliyor ancak yola koyulmalıyız, önümüzde daha uzun km.ler var.



Yağmur biraz yağıyor, biraz duruyor. Yeşil sapların üzerinde beyaz çiçekleriyle, haşhaş tarlalarını ardımızda bırakarak Merzifon a varıyoruz. Ted’in gene kahve molası geldi. Alp öne düşüyor ve nedense duracak o kadar yer varken çocukluğunun geçtiği bu kentte İlkokulunu buluyor ve onun karşısında duruyor. icon_biggrin.gif
Artık iyice anladım ki Ted’in damarlarında kan değil kahve dolaşıyor. Kahve molasında Alp’i ve diğerlerini uyarıyorum. Önümüzde Çakallı diye bir bölge var. Oradan çok dikkatli geçmek gerek, eskiden beri orası iki şeyle ünlü. Birincisi Menemen lokantaları, ikincisi ise o mevkide olan kazalar. Yola çıkar çıkmaz hava iyice kararıyor ve daha 20 km. gitmeden etraf simsiyah kesiliyor. Yapılacak bir şey yok. Yağmur indiriyor. Bir km. iki km. derken meşhur Çakallı’ya varıyoruz. Alp ve Ted yaklaşık 200 mt. önümdeler. Zifir karanlık ve yağmurun altında gitmeye çalışıyorum. Birden arka tekerlek yalpalamaya başlıyor. Tortor um “aman yavrum sakın yapma” dememe rağmen kontrolden çıkıyor. “Hass….” derken, yere çok yaklaştığımı hissediyor ve kendimi yola bırakıyorum. Önce ne tarafa düştüm, inanın bilmiyorum. Ama yerde yuvarlanıp sürüklenirken biran için arkadan gelen tırın ışıklarını görüyorum. Ayağa kalkmadan yerde yuvarlanarak kendimi kenara atarken tırın sert bir fren yaptığını aşağı yukarı sallanan farlarından anlayabiliyorum. Kenarda kendimi, sağımı, solumu kontrol edip ayağa kalkıyorum. Araçlar yanımdan durmadan geçiyorlar, kimsenin bana aldırdığı yok. Ya beni simsiyah gecede simsiyah kıyafetlerimle görmüyorlar ya da duyarsızlar. Tortor’um yaklaşık 20 mt ilerde şarampolde yatıyor. Bir taraftan cebimdeki telefonu bulmaya çalışıyor bir yandan da kendi kendime küfrediyorum. Hem telefon hem fotoğraf makinesi aynı cepte, korkuyla kontrol ediyorum. Telefon sağlam ve çalışıyor. Hemen Alp’ i arıyorum. Çalıyor, çalıyor ama açan yok….. Defalarca aradıktan sonra Alp’ten umudu kesip, kendi çözümümü arıyorum. El kol sallayarak gelen geçen arabaları durdurmaya çalışıyorum ama kimseler durmuyor… Hani bazen uzun yolda hiç tanımadığınız arkadaşlar edinirsiniz. Yolculuğun kaçıncı km. sinde yada hangi yolda olduğu önemli değil hiç tanımadığınız insanlarla yan yana gelirsiniz. Arabadaki çocuklar size dil çıkartır, el sallar, siz onlara gülümsersiniz. Ya da sizin onu geçmenize kızan bir araç ilerde sizi tekrar geçer. Bu uzun yol boyunca birçok kez tekrarlanır artık birbirinizi kanıksarsınız, istemesenizde bilinçaltından onlarla yol almayı yolculuğun bir bütünü gibi kabullenirsiniz... İşte ben orada o çaresizlikte yolun kenarında dikilirken ve hiç kimse benim salladığım kollara itibar etmezken o yol boyunca rastladığım insanları aradı gözlerim… Ancak onlar da geçmedi oradan ya da geçtilerse bile yardımıma gelmediler… icon_sad.gif Son bir umut gelen bir kamyona daha el sallıyorum. İlk önce o da durmuyor, sonra 50 mt. kadar ileride fren yapıp dörtlülerini yakıyor. Yanlarına koşuyor durumu anlatıyorum. “Tamam, merak etme” diyorlar “sen nasılsın, herhangi bir şeyin var mı? ”. “iyiyim herhalde” diyorum. Onlar iki kişi. Üçümüz birlikte Tortor’un yanına gidiyoruz. Canım oğlum boynu bükük yatıyor orada. Üçümüz birlikte önce ayağa kaldırıyoruz onu. O anda anlıyorum ki sol elimde bir gariplik var.. Neyse ona birazdan bakarım. Tortor’ u yolun kenarına getiriyoruz. Yan ayağa alıp marşa basıyorum. Süperrr.. oğlum ikiletmeden çalışıyor. Etrafında şöyle bir dolaşıyorum. Lastikler sağlam, motor sağlam, sağda solda kırık sallanan bir şey yok, sadece sağ ayna kırılmış, yerinde yok. Birde sağ ayak pedalı katlanmış. Küçük bir çekiç darbesiyle oda yerine geliyor. Son bir kez daha Alp’ i arıyorum. Bu kez açıyor, kısaca özetliyorum. Neredelerse orada beni beklemelerini söyleyip kapatıyorum. Benim için duran sevgili kamyoncu arkadaşlarım, bana öne koyulmamı, kendilerinin beni takip edeceğini söylüyorlar. Motosiklete tekrar binmek sorun değil ama debriyajı sıkmak ve vites atmak ciddi anlamda acı verici. Yaklaşık 10 km. öyle gidiyoruz. Sonunda Alp’lerin durduğu yere ulaşıyoruz. Durduğumda Alp beni kucaklayarak motosikletden indiriyor. O hengamede isimlerini sormayı akıl bile edemediğim Kamyoncu dostlara burada tekrar tekrar teşekkür edip onları gönderiyoruz. Eğer içseydim şimdi sigara zamanıydı sanırım….Olayları özetleyip, elimin kötü olduğunu hemen bir hastaneye gitmemiz gerektiğini anlatıyorum. Tekrar yola koyuluyoruz, Alp önde, Ted arkada, bende ortada. Ortalama 50 km. hızla 20 km. daha gidip Samsun’ a ulaşıyoruz. Çok zorlandığım dur kalklardan sonra Devlet hastanesinin acil servisi önünde duruyoruz. Acil’den içeri girdiğimizde genç bir doktor gülerek yaklaşıyor ve “ooooo motosikletçi arkadaşlarımız gelmiş, hoş geldiniz “ diyor. Bu arada eldiveni çıkarttığımda sol elimin üzerinde adeta iri bir yumurta büyüklüğünde şişle karşılaşıyorum. Acil servis doktorları çok ilgililer. Hemen bir kayıt açtırmamızı söylüyorlar. Ted’in dizine de baktıracağız ama o yabancı, prosedür nedir diye soruyoruz. “Farketmez size yardımcı olurlar” diyorlar. O esnada Alp bağlı bulunduğu grubun Samsun şubesi müdürlerini arıyor fakat bulamayınca Hopa şube müdürünü arıyor. Ve tüm bu konuşmalar kayıt gişesinin önünde oluyor. Bir taraftan da Ted için kayıt yaptırmaya çalışıyor. Kayıt memuru “adınız ve soyadınız” dediğinde Alp yanlışlıkla kendi adını söylüyor ve Ted için hazırlanan kayıt fişine Alp’in adı işleniyor. Doktorlar her ikimizi de röntgene gönderiyor. Önce Ted’i sokuyorum içeriye, görevlinin; uzanın, kalkın, ayağınızı şöyle çevirin gibi talimatlarını Ted’in anlayamayışı benim tek kolla ona yardım etmem, sonra da benim röntgenim çekilirken Ted’in benim kıyafetlerimi giydirmesi, oradaki herkesi eğlendirdi. Bu arada Alp’in Hopa’daki dostları Samsunu ayaklandırıyor. Alp’in telefonu durmak bilmiyor. Önce Emniyet’ ten birisi arıyor, kazanın içeriğini soruyor kazaya kaç araç karıştı gibi bilgileri almak istiyor, sonra Mey içkiden bir arkadaş arıyor. Bize yardım etmek için hastaneye geliyor, kalacak yer ve benim motosikleti koymak için kapalı bir depoları olduğunu anlatıyor. Bu arada Büyük Samsun Oteli’nden Hasan Kurumahmutoğlu kardeşimiz arıyor, otelde yerimizin hazır olduğunu bizi almaya geleceğini söylüyor. “gerek yok, biz geliyoruz” diyoruz. Bu arada röntgen sonuçlarımız çıkıyor. Aynı anda acil servise hastanenin beyin cerrahı telefon açıp durumumuzu soruyor. Yaşasın kötü bir şey yok, Ted’in dizinde burkulmadan dolayı ödem, bende ise yumuşak doku zedelenmesi varmış. Ellerimdeki mor rengin eldivenin boyası olduğunu da görüp iyice rahatladıktan sonra, sol elimi neredeyse dirseğe kadar pamuklu bir bandajla sarıyorlar. Ağrı kesici ve ödemi dağıtıcı bazı ilaçlar yazıp bizi gönderiyorlar.
_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Prş Ksm 17, 2011 12:22 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

silinen resimlerden dolayı özür dilerim....










_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Cum Ksm 18, 2011 8:26 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver


Ben araba ile Alp ve Ted motosikletleri ile otele gidiyoruz. Sefil bir halde otelin lobisine giriyorum. Ted ve Leda benden biraz daha iyiler. Alp içeri hiç girmeden Tortor’u kapalı garaja götürmek için tekrar Hastane ye dönüyor.
Ben kaydımızı yaptırıp odaya çıkıyorum, yanımda başka bir kıyafet olmadığı gibi, kıyafet olsada değiştirecek enerjim yok. Saat 23.00 olmuş, açım, elim kolum şiş, kazanın şoku içinde hissetmediğim ama yerde yuvarlanırken çarptığım vücudumda onlarca nokta ağrıyor ve en önemlisi moralim sıfır. Yatağın kenarına oturuyor, kazanın muhasebesini yapıyorum.

Kazayı en ucuz anlatımla, bu kadar az hasarla atlatmam aslında mucize. Tam korumalı kıyafet giymenin önemini bizzat yaşayarak görmüş olsam da üzerimdeki kıyafetlere bakınca adeta koruyucu meleklerim yere düşerken beni kucaklayıp yere hafifçe bırakmışlar gibi bir duyguya kapılıyorum. Eldivenlerde çok az çizik, ayakkabılarda, kaskta hiç çizik yok, pantolon tertemiz, sadece ceketin sol dirseğinde minik bir yırtık var. Buna karşılık yağmurluk adeta delik deşik. İçimi bir melankoli kaplıyor. Biraz önce ölmüş olabileceğimin yada çok kötü sakatlanabileceğimin farkındayım. Orada başıma kötü bir şey gelmiş olsa; 200 mt. önümde gitmelerine rağmen benim yokluğumu fark edip durmaları 10 km. yi bulan arkadaşlarımın ya da yardım için kollarımı deli gibi sallamama rağmen durmayan, görmeyen insanların beni bulmaları saatleri, günleri bulabilirdi… yok yok vallahi ağlamıyorum. Bu kadar melankoli yeter.

Silkinip ayağa kalkıyorum, banyoya gidip çişimi yaparken çişimin rengini kontrol ediyorum. Sağlam elimle suyu açıp yüzümü yıkıyor, ensemi soğuk suyla ovuyorum. Tek elle sabunu köpürtüp biraz olsun sağ elimi temizliyorum ve aşağıya iniyorum.

Aşağıda Hasan kardeşim beni bekliyor, sohbete başlıyoruz. Tanışalı henüz dakikalar olmasına rağmen, Hasan bize 40 yıllık dostumuzmuş gibi geliyor. Az sonra Alp geliyor, Tortoru Mey içkinin deposuna sokamamışlar, o da onu otelin otoparkına koymuş.

Ted ve Leda ‘da temizlenip aşağıya geliyorlar. Hep birlikte lokanta kısmına geçiyoruz. Orada içtiğimiz domates çorbası gecenin o saatinde bize inanılmaz enerji veriyor. Çok az da zeytinyağlı yiyoruz, kimsede daha fazlası için iştah yok. Bu arada Hasan sağolsun, bir elemanını gönderip reçetede yazılı ilaçlarımızı da aldırtıyor. Ted ve ben ilaçlarımızı da içip fazla oyalanmadan odaya geri dönüyoruz. Artık tek isteğim biraz uyku….


4. Haziran 2011 Ağrılı bir gece, bölük pörçük bir uyku ve nihayet sabah oluyor. Gece kesin kararımı verdim. Alp bu yola devam etmeli. Ben motosikleti İstanbul’a ambar ile gönderecek ve otobüs, uçak ne bulursam onunla geri döneceğim.

Kahvaltıya iniyoruz ve Alp’ e kararımı açıklıyorum. İtiraz ediyor benimle birlikte bu seyahatten geri dönmeyi istiyor. En kötü ihtimalle ambar bulamazsak motosikleti otelin parkında bırakmayı ve 15-20 gün sonra kolum iyileştiğinde benimle birlikte gelip sürerek İstanbul’ a götürebileceğimizi söylüyor.

Motosikleti bırakmayı kabul ediyor ama onun gitmesi içinde ısrar ediyorum. Üzerimdeki dövizleri ona veriyorum. Sonra Hasan geliyor ve beraberce ambar bakıyoruz. İyi haber ambar var. Kötü haber kamyon ancak Çarşamba hareket edecek… kararsız bir halde otele dönüyoruz.

Ted ve Leda ile birlikte kahveleri içerken benim de Alp’ in motosikletinde bu geziye devam etmemi istiyorlar. Hayır desem de sonra Alp’in “Bu kolla eve gittiğinde eşin ne hale gelecek? İyisi mi yola devam edelim, dönene kadar senin kol iyileşir, Tortoru sürerek İstanbul’a dönersin” demesiyle fikrim değişiyor.. bunun üzerine yoğun tezaruhatlar altında geziye devam kararı alıyorum.


Artık ne yapacağım belli olunca servisim Fevzi Yücel’ i arıyorum. Ayna ihtiyacımı anlatıyorum. Yenisi yoksa da bana buraya çıkma ya da oraya varınca kendisine iade edeceğim emanet bir ayna gönderip gönderemeyeceğini soruyorum. “Ben dükkana gidiyorum zaten, bakayım seni arayayım” diyor. (Alacağın olsun Fevzi usta, aramanın üzerinden kaç ay geçti, bizim Fevzi usta hala arayacak … )

Bu karardan sonra Hasan’ın önderliğinde Tortor kapalı bir depoya çekildi, sadece ihtiyaca yetecek eşyalarım alınıp Alp ve Ted arasında bölüştürüldü.

Eşyaları alırken görüyorum, yeni aldığım çantaların her iki tarafında da çok ciddi sürtünme izleri var. Ancak akşam motosikletin altında kalmamı ve motosikletin üzerinde başka hasarlar olmasını bunlar engellemiş. Ne diyeyim helal olsun kaliteli malzemelermiş. icon_smile.gif

Tam işimiz bitti derken Hasan bizi babası Mustafa Bey’in yanına götürdü. Çok tatlı, konuşkan bir insan, bize zaman ayırdı, kahve ikram etti, güldük, gülüştük. Biz ayrılırken oğluna bir motosiklet alması gerektiğini söylüyordu.


Ayrılık vakti lobiye geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Mustafa bey tüm ödemelerimizi yapmıştı. İtirazlarımız hiçbir şekilde kabul görmedi. Hatta yolda ihtiyacımız olan ve her yeri yırtık pırtık olan yağmurluğuma Hasan’ın talimatıyla otel terzileri inanılmaz bir tamirat yaptılar. Samsun’dan bu mahcubiyetle ayrıldık.

Yola çıkışımızdan bu yana Alp’ i hayretle izliyorum. Hala yağ ve lastik kontrolü yapmadı. Unutmuş olması mümkün değil.. acaba gizli gizli mi kontrol ediyor diye meraktayım.. Neyse nasılsa öğrenirim.

Samsun çıkışı benzin alırken, Alp nihayet beklediğim kontrolleri yapıyor. Yağda biraz eksiltme olmuş ama Ted’in motorunda hiç eksiltme olmaması biraz moralini bozuyor.

Alp’in arka koltuğu açıkçası çok rahat değil. Üstelik tek elimle tutunacak yerler de biraz arkada kalıyor. Sarılı elimi havada tutuyorum olmuyor, sonunda üzerimdeki yeleği askı gibi kullanarak içine koyuyorum bu kez de Ted “geçen İran seyahatinde komutan gibiydiniz, polisler size selam veriyordu, şimdi de Napolyon’a döndün” diye takılıyor. Allahtan Karadeniz sahil yolu asfalt kalitesi olarak iyi, böylece Alp’le çok samimi yaklaşımlar içinde olmadan gidebiliyoruz.



Yolda yine molalar ve 2 km. lik farkla yediğimiz bir radar cezasından sonra meşhur Espiye pidesini tatmak için, Espiye girişinde Kukul Pide salonunda duruyoruz. Tadı gerçekten güzel, servis ise çok iyi. Ted yemek sonrası içtiğimiz kahvenin fincanını çok beğendiği için fincanı kendisine hediye ediyorlar.

Bu arada yağmur yine başlıyor, artık alıştık ama tek elle giyinmek işkence. Kaskımı bile Alp giydiriyor, fermuarlarımı bile o çekiyor… Samsun’da Samsunspor, Ordu’da Orduspor, Giresun’ da ise Fenerbahçe bayrakları dalgalanıyor. Sonra sadece Trabzonspor bayrakları ama Rize’den sonra hiçbirisi yok. Sadece siyasi parti bayrakları….

Yol yağmur yağmasa keyifli sayılabilir, bir süredir geçmediğim için bana yapılan tünellerle birlikte daha akıcı geldi. Ancak Karadeniz’in arka arkaya gelen kasabaları, kırmızı ışıklar, yağmur ve bize hünerlerini göstermeye çalışan sürücüler yüzünden ne yol boyundaki fındıklıklar nede çay bahçelerini çok keyifle geçemedik.

Rize çıkışı bir kahve içelim diyoruz ancak yol üzerinde sadece lokantalar var. Bir tanesinin önünde duruyoruz. Kapı önünde masa ve sandalyeler var, servis yapan elemana çay, kahve içmek istediğimizi, mümkün olup olmadığını soruyorum. Arkadaşın ya anlaması kıt ya da bizden hoşlanmadı, soruyu sorduktan ancak 2 dakika geçtikten sonra yanıt verdi. “Şu an müşterim var servis yapamam.” Koca dükkanda sadece üç kişi var, onlarda sadece bir masada.. dilimin ucuna kadar gelen “ ulan dingil onlar müşteri de biz neyiz, burası söğüt gölgesi değil ya elbette parasını vereceğiz” laflarını yutup, yürüyün diyorum ekibe…

Az ileride yol kenarında bu güzel tesisi buluyoruz. Onlar da sağolsun bize Karadeniz’in en pahalı kahvesini içirdiler ama olsun hiç olmazsa güler yüzlüydüler..



Arada çeşitli molalar vererek nihayet saat 20.45’de Hopa’ya varıyoruz. Dostlarımız bizi karşılıyorlar ve hemen üstümüzü değiştirmemiz için bizi Otel Paluri’ye götürüyorlar. 15 dak. içinde kıyafet değişikliği yapıp aşağıya iniyoruz.

Bir gün önce Samsun’da bizim için inanılmaz işler yapan dostlarımız lobide bizi bekliyorlar. Sevgili Semra - Coşkun Demirel çifti ve Hüseyin bey. Onların arabalarına binerek 15 km. ilerdeki önceden seçtikleri bir balıkçıya gidiyoruz. Burası ; yolun alt kısmında adeta gizlenen bir bahçe içinde, önünde küçük bir de plajı var. Masamız çoktan donatılmış bile.

Gecenin sürprizi ise Coşkun Bey’in biz geleceğiz diye o gün dağlara çıkıp derelerden kendi elleriyle yakaladığı kırmızı benekli alabalıklar… Bu balıkları yanında 1 cm kalınlığında 4-5 cm çapında olan yağda kızartılmış mısır unu tabletleri ile servis yapıyorlar. Elbette masamızda balıkların ağlamasına engel olmak için rakı da var. Ancak ben içtiğim ilaçlar yüzünden sadece koklamakla yetiniyorum.

Sohbet sırasında yoldaki ve İlçe merkezindeki gördüğüm polisleri ve panzerleri soruyorum. Birkaç gün önce başbakan’ın gelişinde çıkan olayları anlatıyorlar. Hemen sonrasında ilçe polis karargahına dönmüş. Ekonomik durumun kötü gidişatından dert yanıyorlar. Gürcistan’ a yeni gümrük yapılması vs. esasında kötüye giden ticareti canlandırma çalışmaları pek de işe yaramamış. Açılan işyerlerinin kapandığını ama buna karşılık 50 ye yakın gece kulübü ve yüzlerce hayat kadının iş bulabildiğini üzülerek anlatıyorlar.

Memleketlerine aşık, ülkelerini gerçekten seven bu insanlar, buradaki HES’ ler dolayısıyla yaşanacak çevre faciasının da çok iyi farkındalar. Hatta Coşkun bey bu yediğimiz alabalıkların belki de yiyebileceğimiz son alabalıklar olduğunu ve su havzalarının nasıl öldüğünü anlatıyor bizlere. Sohbetimiz çok güzel ancak yarın Gürcistan geçişimiz var. Kalkıyor, otele dönüyoruz, yatmamız 01.00 i buluyor.


5.Haziran 2011 Dün geceki kadar olmasa da ağrılı bir gece, ve sıkıntılı bir uyku. Bilin bakalım bu sabah hava nasıl ? Elbette yağmurlu.

Kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltı salonu adeta Polis lokali gibi. Onlar bize bakıyor, bizde onlara… Kahvaltı yapıp aşağıya iniyoruz, Semra ve Coşkun çifti bizi bekliyorlar. Batum’ a birlikte geçeceğiz.

Arkadaşlarımız bizi burada gene utandırıyorlar, otel ücretlerini ödemeyi başaramıyoruz. Sonrasında biz gene tam teşekküllü giyiniyoruz, ancak Hopa o kadar rutubetli ki hareket etmeden saunada gibiyiz.

Sınıra kadar kısa bir yol ama bizi serinletmeye yetiyor. Sonra Gümrük işkencemiz başlıyor. Bu gezide bir kez daha anlıyorum ki biz (yani Alp’le ben) sınır geçme özürlüyüz.

Önce Gümrük dış kapısında plaka kaydımızı yaptırıyoruz, bir sonraki durakta yurt dışı çıkış pullarını alıyoruz sonra bize bilmem kaç numaralı kapıda çıkış kaydımızı yaptırmamız söyleniyor. Sıraya ben giriyorum. Tam bana sıra geldiğinde yani yaklaşık 15 dak. sonra Alp bana telefon açıp direkt çıkışın oraya gelmemi orada boşuna beklediğimi söylüyor. Söylediği çıkışa geldiğimde, oradaki görevli “hayır bu evraklarla buradan çıkamazsınız önce pasaport çıkış damgalarınızı vurdurun” diyor. Orası neresi derseniz, orası pulları aldığımız yerin yan tarafı… Neyse gidiyoruz, orası artık ana baba günü olmuş ama Coşkun iki omuz atarak önlerde bir yere yerleşiyor. Damgaları vurduktan sonra nereye gidiliyor derseniz, hani ilk benim beklediğim bilmem kaç numaralı kapı var ya işte orası. Bir süre sonra orada işlemimizi bitirip çıkışın oraya gidiyoruz ve burada bir işlem daha yapıp bizi Gürcistana salıyorlar.


Gürcistan tarafına geçince bizim eski boğaz köprüsü gişelerinin biraz uzununa benzeyen camlı bir yapı önünde duruyoruz. Motosikletten inmeye falan gerek yok. Güler yüzlü bir memur yaklaşık 3 dk. içinde bizim girişimizi yapıyor. Başbakan’ın gururla açılışını yaptığı gümrük başka bir yer olmalı. Öyle kimlikle geçiş falan da külliyen yalan. Toplam 1,5 saat içinde gümrükten geçmeyi başarıyoruz ki bunun sadece 3 dk. lık kısmı Gürcistan tarafındaydı. Semra ve Coşkun arkadaşlarımız arabalarını Türk tarafında bırakıp sadece yaya geçişi yapmalarına rağmen bu eziyetli geçişte bizimle birlikte durup aynı çileyi paylaştılar.

Gürcistan’ a geçtiğimizde Coşkun’un arkadaşlarının onu alması için gönderdiği araba geri gitmişti. Onu tekrar çağırdığımız sürede etrafımız onlarca dilenci tarafından çevriliyor. Yaşları 3 ila 70 arasındaki bu insanlar ne hayırdan, ne de yoktan anlamıyorlar… sürekli istiyorlar. Elleri sürekli motosikletlerin üzerinde, çantaları elliyorlar, ceketlerimizi çekiştiriyorlar. Neyse’ki 15 dk. içinde beklediğimiz araba geliyor. O önde biz arkada yola koyuluyoruz.
_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
VAP53
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 28, 2003
Mesajlar: 12125
Nerden: İstanbul/Çanakkale

MesajTarih: Cum Ksm 18, 2011 7:01 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Ercument cok iyi yaa, tam da gitmeyi planladigim rota ile ilgili bu rapor. Merak ve ilgiyle izliyor ve devamini 4 gozle icon_eek.gif bekliyorum... icon_rolleyes.gif icon_wink.gif
_________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli

Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi
1sin
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Feb 16, 2004
Mesajlar: 224
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Cum Ksm 18, 2011 8:34 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Şu anda Batum'da yaşayan biri olarak ben de merakla takip ediyorum yazınızı.
Gürcistan'ın doğal güzelliklerinden olan dilenciler size ilk karşılama merasimlerini yapmışlar anlaşılan icon_smile.gif
_________________
1sin
Yamaha Drag Star 650
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Cum Ksm 18, 2011 8:47 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Merhaba ;

Ahmet Bey (VAP 53) ; Umarım rapor yazısı ve resimlerin gerisi de hoşunuza gider. Yazım hedeflediğiniz rotada yardımcı olabilirse çok mutlu olurum. Ayrıca ne zaman isterseniz arayın lütfen aklımda kalanları anlatmaktan sevinç duyarım.

Sn. 1sin ; Tamda dediğiniz gibi oldu icon_smile.gif Yaşadığınız yerleri yağmur yüzünden hızlı bir turla tanımaya çalışsak'da çok beğendik. Umarım yazıyı sıkılmadan okumaya devam edersiniz.

Teşekkür Ederim.

Saygılarımla.
_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Cmt Ksm 19, 2011 8:07 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver



Bu arada artık saatlerimizi 1 saat ileriye alıyoruz. Gümrük bölgesini geçince hava değişiyor. Yol boyu Heykeller ve bakımlı bahçelerle karşılaşıyoruz. Belki kendi kültürleri, belki eski Sovyetler Birliği’nin etkisi ama ne olursa olsun sanata verdikleri değer ülkeye girer girmez kendini belli ediyor. Sanırım burada ucube diye heykeller yıkılmıyor.

Batum girişinde Limon ağaçlarının bize göre geç açmış çiçeklerinin kokuları her tarafı sarmış durumda. Onun haricinde şimdilik Doğu Karadeniz’de gibiyiz. Tabii birde yol kenarında tavuk yerine domuzlar dolaşıyor. Okuduğumuz notlar arasında Batum için çok fazla özelliği olmayan bir kent tanımı ağırlıkdaydı. Bence o notları yazan arkadaşlar bu kente gereken önemi vermemişler. Batum daha girişte bizden 10 numara aldı.








Tamam bazı binalar çok eski dökülüyor ve çok çirkin ama bunların yanında tam tersine çok güzel yapılar da var. Kent büyük bir şantiye havasında.

Liman girişinde çok güzel bir yapı önüne park ediyoruz. Ön tarafında çok güzel bir lokanta var. Sahipleri dışarı koşturup yanımıza geliyorlar. Bu insanlar Coşkun’un arkadaşları. Bize bir sürprizleri var. Batum’u yukardan gören bir köyde bize kır sofrası hazırlamışlar, mangal ve Gürcü yemekleri… Ancak Leda ve Ted bu fikre karşı çıkıyorlar, biran önce Tiflis’e gidelim diyorlar. &**@*!!!?^**@*!! Homur homur….. Benim “Alp bırak beni bir kafa atayım” teklifim kabul görmeyince, istemeden bu güzel teklifi geri çeviriyoruz. Bunun üzerine “hiç olmazsa burada bir şeyler ikram edelim” diyorlar. Ona “tamam” diyoruz.
Önce ortaya meyve suları geliyor. Hiç görmediğimiz şişelerde limonata ve armut suyu geliyor. Lezzeti ise anlatılamaz, muhakkak tatmak gerekir.
_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Cmt Ksm 19, 2011 8:41 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver




Arkasından Haçapuri… ama 3 ayrı çeşit, her biri ayrı bir yörenin ismi ile anılıyor. Birisi bizim Peynirli pide benzeri, diğeri peynirli pizza benzeri, bir diğeri ise gene pizza gibi ama peyniri üstte değil içinde olan bir çeşit.

Hepsi çok lezzetliler ama ben şahsen pizza gibi olanları daha çok beğendim. Çaylar kahveler, mola uzadıkça uzuyor ve sonunda kalkmayı başarıyoruz.

Burada para bozdurmayı akıl ediyoruz. Gürcistan para birimi Lari. Kabaca 1 Lari, 1 Türk Lirasına eşit.

Dostlarımız Batum çıkışına kadar bize eşlik ediyorlar. Onlardan ayrılır ayrılmaz yol bir anda virajlarla dolu ve kalabalık bir kimliğe bürünüyor. Hairpine denebilecek kadar sert 2 viraj sonrası yola alışıyoruz. Bu virajlı dağ yolundan indikten sonra bir kasaba geliyor önümüze. Ted önde GPS e göre gidiyor. Bir göbekten dönüyoruz, karşımızda küçük bir su birikintisi ve inşaat halinde delik deşik bir yol var. Fakat su birikintisi geçmekle bitmiyor, yol ilerledikçe su birikintilerinin boyutları ve derinlikleri artıyor.

Biz başlangıçta bağıra çağıra eğlenerek ve suları yara yara gidiyoruz Böyle 4-5 km. gittikten sonra bir gariplik olduğunu fark ediyoruz. icon_biggrin.gif Karşıdan neredeyse hiç araç gelmiyor çünkü. Geçtiğimiz bir sokak boşluğundan 150 mt. ilerde bizimkine paralel bir yolun vızır vızır işlediğini görüyoruz. Önce kaldırım sonra bir arsa içi derken o yola kendimizi atıyor ve anlıyoruz ki gerçek Tiflis yolu o yol…

Ted’in zumo iflas etmiş durumda. Ciddi yağmur altında bol virajlı yollar ve yoğun araç trafiğinde Tiflis’e varmaya çalışıyoruz. Toplasanız 360 km. yol ama bitmiyor bir türlü. Aslında çok güzel vadiler ve dağların arasından geçiyor yollar. Bu ülkede ne kadar çok nehir varmış meğer.



Nihayet Tiflis’e 90 km. kala yol, duble yola dönüşüyor. Yeni bir yol, betondan yapılmış ve yol kalitesi oldukça iyi.

Nihayet popom biraz rahatlıyor ama ne kadar bıksam da bir türlü varamıyoruz. Saat 20.00 gibi Tiflis’ e varmayı başarıyoruz. Akşam karanlığı şehre yeni çökmüş ve her yer ışıl ışıl. Çok iyi ışıklandırılmış binalardan gözümüzü alamıyoruz.

Tiflise vardığımız o saatte hepimiz çok beğendik bu şehri.. Old City denilen bölgede kendimize otel arıyoruz. Fiyatlar uçuyor ve yer yok. Sonunda temiz, güzel manzaralı bir otelde üstelik oda başına 60.- Euro bedelle yer bulmayı başarıyoruz. Eşyaları odalarımıza taşıyor yani kısaca odayı darma duman ediyoruz.
Otelin banyosu neredeyse odamız büyüklüğünde, tuvalet ise oda içinde ayrı hacimde. Ancak özellikle lavabolar görülmeye değer büyüklükteler. Neredeyse 5 yaşında bir çocuk için küvet niteliğindeler.

Duşlarımızı yapıp kendimizi dışarı atıyoruz. 2 gündür yağmurluğun altında sürekli terlediğimden kolumdaki sargı da koyun postu gibi kokuyor ama yapabileceğim pek bir şey yok.
Yürüyerek bir lokanta ararken şehri resimlemeye çalışsak da çok başarılı olduğumuz söylenemez.



_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Narada
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 24, 2003
Mesajlar: 399
Nerden: Ankara

MesajTarih: Pzr Ksm 20, 2011 10:16 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Öncelikle geçmiş olsun. icon_sad.gif Umarım şu anda iyisinizdir.

Rapor iyi gidiyor, takipteyiz... icon_biggrin.gif icon_biggrin.gif
_________________
Fikret
F650 Ankara
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Pts Ksm 21, 2011 10:24 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver



Sonunda ilk gördüğümüz ama daha iyilerini arayıp vakit kaybettiğimiz lokantaya geri dönüyoruz. Garson kızlarımızla anlaşamamayı başarıp onlarca yemek arasından yine Haçapuri ve salatayı sipariş verebiliyoruz. Yanında da esmer bira. Tabii ben gene içmiyorum.

Burada salata dediğinizde size küçük bir tabak içinde doğranmış salatalık ve üstünde domates geliyor. En üstte biraz dereotu biraz maydanoz kıyılmış olarak. Öyle yağı limonu falan da aramayın. Sanırım üstüne tatlı sirke benzeri bir şey koyuyorlar. Böyle anlatınca çok ruhsuz geliyor ama gerçekte oldukça lezzetli. Çünkü bu ülkede bırakın hormonu azot dahil toprağa yabancı bir madde atılmıyor. Herşey gerçekten doğal.

Gece yarısına kadar sohbet edip Gürcistan hakkındaki düşüncelerimizi paylaşıyoruz. İlk intibamız; çocuklar her yerdeki çocuklar gibi, gençler en neşeli grup, erkekler oldukça kaba saba ve kadınlar ise yeni terlemiş bıyıkları ile ince yapılı olsalar bile güzel değiller. icon_biggrin.gif Bu günlük bu kadar yeter diyerek otelimize dönüyor ve kendimizi uykunun kollarına terk ediyoruz.

6.Haziran 2011 Bu sabah aslında canımız yataktan çıkmak istemiyor sanki, o nedenle arada bir uyansak da 08,30 a kadar uyukluyoruz.
Şok halindeyiz, çünkü yağmur yağmıyor. Hemen terasa fırlayıp şehre; gündüz gözü ile bakıyoruz. İkinci şok.. akşam muhteşem görünen bu şehir gündüz gözü ile fazlasıyla vasat geliyor gözlerimize.

Kahvaltıya iniyoruz. Hem yemeğimizi yiyeceğiz, hem de bugün neler yapacağımızı konuşacağız. Hiperaktif oğlumuz Ted birazdan geliyor ve planı hazır bile “ bugün Kazbegi’ne gidelim” diyor. Alp de çok beğeniyor bunu. Bu neredeyse tüm gün sürecek bir program. Ben kendilerine “ iyi eğlenceler” diliyorum. Kaba etlerim bu yolu kaldıracak durumda değil. Ben burada kalıp şehri gezeceğim.
Alp dışarı çıkıyor ve motosikletinin yağını kontrol ediyor, yüzünde bir zafer gülümsemesi var. Motosikleti gene yağ eksiltmiş ama Ted’in motosikleti de eksiltmiş (birazcık). Alp’in ısrarı ile Ted de yağ ilave ediyor, huni bulamadıklarından kullandıkları pet şişe ile otelin kaldırımını yağa bulasalar da sonuç olumlu. Onları gönderdikten sonra kendimi yola vuruyorum.








_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Pts Ksm 21, 2011 10:39 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver








Bu şehirde de eski Sovyetler Birliği dönemi etkisi kendini gösteriyor. Şehrin her tarafında, her boşluk yemyeşil parklar olarak değerlendirilmiş. Her yerde heykeller var. Büyük taş binalar eski olsalar da güzeller, şehrin içinden akan çamurlu Kura ırmağı oldukça yüksek debisi ile göz alıcı. Birçok bina restore ediliyor ve dışındaki çepeçevre afişlerde bittiklerinde nasıl olacaklarını gösterir çizimler var. Bu durum nedense bana tam da seçim öncesi Türkiye’yi hatırlatıyor.

Burada en çok rastlanan binalar ise Gürcü kiliseleri. Gürcistan’da başka dinler olsa da nüfusun çoğunluğu (% 82) Ortodoks. Aslında sadece Tiflis’te değil tüm Gürcistan’da bu kilise ve manastırların sayısı oldukça fazla. Küçücük köylerde bile (neredeyse bizim küçücük köylerimize de inşa edilen ve ibadet edecek her insana bir caminin düştüğü gibi diyesim geliyor) çok görkemli bu taş binalardan var. Biraz resim çekiyor, biraz parklarında oturuyorum, kahve için oturduğum bir yerde 3 tane lise öğrencisi Türkçe konuşarak dedikodu yapıyorlar. Konular her yerde aynı… klasik gençlik sorunları.. icon_biggrin.gif

Tekrar tura devam ediyorum, yolum üzerindeki hemen hemen tüm kiliseleri geziyorum. Dikkatimi çeken bir şey olduğunda resim çekiyorum. Tekrar duruyor bir şeyler atıştırıyor ve uzaktan sarı kubbesini gördüğüm kiliseye yürüyorum. Burası Katedral sanırım, hikayesini bilmiyorum ama manzarası ve yeri müthiş. Tüm Tiflis’i tepeden gören bir noktada, etrafı gül bahçeleri ile çevrelenmiş. Buraya tırmanan genç, yaşlı, kız yada erkek kim olursa olsun son derece şık ve temiz giysiler içindeler. İçerisi son derece serin ve sessiz. O kadar insanın (özellikle yüksek topuklu ayakkabı giyen hanımların) bu kadar sessizce ve hakikaten samimi bir şekilde ibadet etmeleri çok etkileyiciydi.



_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Pts Ksm 21, 2011 4:37 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Merhaba ;

Sn. Narada ; Çok teşekkür ederim. İstanbul' a döndükten sonra bilekte çatlak olduğunu anlayınca yazı motosikletden uzak geçirmek haricinde gayet iyiyim. Umarım raporun gerisini de seversiniz.

Saygılarımla.
_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
VAP53
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 28, 2003
Mesajlar: 12125
Nerden: İstanbul/Çanakkale

MesajTarih: Pts Ksm 21, 2011 6:49 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

O kadar keyifle izliyorum ki, cok tesekkurler...
_________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli

Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Sal Ksm 22, 2011 9:47 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver











_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
toaxe
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 07, 2004
Mesajlar: 193
Nerden: istanbul

MesajTarih: Sal Ksm 22, 2011 10:17 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver







Otele dönüp önce kolumdaki sargıyı açıyor ve kolumu gözden geçiriyorum. Banyoda ılık su ve bol sabunla kolumu ovarak yıkıyor, hala parmaklarımda duran eldivenin boyasını temizliyorum. Elimin üzerindeki şiş inmiş olsa da, parmaklarım şiş ve hafiften morarmış durumda. Kolumu birkaç saat açık bırakıyor ve kendime akşam üstü uykusu çekiyorum. Bu sırada Ted’den mesaj geliyor, “ İyiyiz, her şey yolunda, saat 20.00 gibi geliriz” diyor.
Bunlar onların kamerasından Kazbegi resimleri..




_________________
Toaxe / Ercüment Oğuz

34 DM 1706 - C 800 (Tortor)
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar Tüm saatler GMT
Sayfa 1, 2, 3, 4  Sonraki
1. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
Forums ©

   
 

All logos and trademarks in this site are property of their respective owner. The comments are property of their posters, all the rest © 2002 by me
You can syndicate our news using the file backend.php or ultramode.txt