Arama     Konular    
  Üye Ol antalya escort Ana Sayfa  ·  Konular  ·  Dosyalar  ·  Hesabınız  ·  Haber Gönder  ·  Top 10  ·  T.C Karayollari Haritasi  
Ana Menü
· Ana Sayfa
· 2. El Ilanlar
· Anketler
· Ansiklopedi
· Arkadaşına Tavsiye Et
· Arşiv
· Bize Ulaşın
· Dosyalar
· Faydalı İçerik
· Forumlar
· GizlilikPolitikasi
· Haber Gönder
· Hakkimizda
· Harita
· Konu Başlıkları
· Oyun Alanı
· Top 10
· Videolar
· Web Links
· Üye Günlüğü
· Üye Listesi
· İzlenimler
· Özel Mesajlar

Kimler Sitede
Şu an sitede, 795 ziyaretçi ve 0 üye bulunuyor.

Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.

Giris
Nickname

Şifre

Guvenlik Kodu: Guvenlik Kodu
Guvenlik Kodunu Yeniden Yaziniz

Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.

Dost Siteler
www.webevi.com www.lamaorda.com www.saglikbilgisi.com www.bilgisayarbulteni.com www.thelostdownload.com www.ucretbordrosu.com


Ikiteker Motosiklet Fan Klubu - Motosiklet ve motosikletli yasam kulturu: Forums

Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi :: Başlık Görüntüleniyor - MERSİNDEN SİBİRYA'YA
 YardımYardım   AramaArama   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

MERSİNDEN SİBİRYA'YA
Sayfa 1, 2, 3, 4  Sonraki
 
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
spartakus
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Kayıt: Sep 11, 2005
Mesajlar: 70

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 7:40 pm    Mesaj konusu: MERSİNDEN SİBİRYA'YA Alıntıyla Cevap Ver

Başlangıç:
2004 yılı sonbaharında Pamplona’ya yeniden gitmeyi planlarken bir soraki turun Asya’yı baştan başa geçmek olması gerektiği konusunda bir fikir oluşmuştu ve 2005’in temmuz ayında San Sabastian’dan Atlas Okyanusunu kucakladıktan sonra Asya’nın derinliklerine dalmak, oradan pasifiğe ulaşmayı kafama koymuştum. 2006 da Mersin-Vladivostok turunu yapmak istediğim alman arkadaşım yeni bir işe başlamış ve gelememişti. Bunun üzerine daha kısa olan Orta Asya turunu, -İran, Azarbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan- http://www.ikiteker.org/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=8115&highlight=mersin eşimle birlikte yapmış, ilk Asya deneyimini edinmiştim. Çok keyifli bir tur olmuştu.

2007 için tek başıma yapmayı göze aldığım Asya turuna başka talipler de oluştu. İlk başta üç kişiydik. Son anda arkadaşlardan biri gelemedi ama İstanbul’dan Cem bey bu işi ciddi olarak yapabileceğini ve kararlı olduğunu açıkladı. Tek problem Rus vizesiydi. Bu vize benim için 30 günlükten fazla olamıyordu ve bu yolun (gidiş-geliş yaklaşık 22 bin km) bu süre içinde yapılması zor hatta imkansız görünüyordu. Uçak alternatifi fiyatını öğrenince daha işin başında yattı. Motorun Moskova’dan Vladivostok’a uçması için toplam maliyet 3000 doları buluyordu ve bu rakam bu turun toplam bütçesi olarak planlanmıştı. Turlarımda sponsor olmadığı için düşük bütçeli kalmak zorundalar. Amatör ruhun özgürlüğü ancak bu şekilde muhafaza edilebiliyor.

İleriki sayfalarda daha detaylı anlatacağım ama burada sadece şu kadarını belirteyim: Tren alternatifi de zaman nedeniyle yattı. 11 günde Moskova’dan Vladivostok’a gelecek motorun 13-14 günde ancak teslim alınabileceğini Moskovada öğrenmiştik. Ben, Cem beye ilk tanıştığımızda “Baykal’da balık yer geliriz.” demiştim ve gerçekten de yarı şaka yarı ciddi söylediğim bu lafa geliyorduk. Her ihtimale karşı Moğol vizelerimizi de alıp yola öyle çıkacaktık. Belki Moğolistan yapabiliriz diye hani. Kısacası bir A, bir B ve bir de C planımız vardı. Gidebilirsek ana hedef Vladivostok olacaktı (plan A); Vladivostok’a gidemezsek moğol yapacaktık (plan B) ve bu da olmazsa son olarak Baykal yapacak, balığımızı yiyip dönecektik (plan C). Rakımız yanımızda olacaktı. Mesafe olarak kağıt üzerinde Baykal gidiş dönüş yaklaşık 14 bin km, Moğol-Ulaan Batar 16 bin ve Vladivostok 22 bin km oluyordu. Türkiye’den çıkış, Türkiye’ye dönüş en fazla 35 güne sığmalıydı. Bu, evdeki hesaptı.

Hazırlıklar:
Her yıl olduğu gibi bu yıl da bütün vize işlemlerimizle Ankara’dan “AKIN DANIŞMANLIK” uğraştı. Ukrayna ve Moğolistan için benim vize ihtiyacım yoktu ama Cem beyin bu vizeleri de alması gerekliydi. Moğollar orta asyanın en sert, kaba insanları olarak bilinir. Daha kapıda dalaşmayalım adamlarla diye ben de her ihtimale karşı bir moğol vizesi aldım. Motorlara büyük bir hazırlık yapmadık. Sadece katalitik konvertörlü egzosları (koruma amaçlı) çıkartıp yerine basit birer sistem taktık. Kurşunsuz benzini her yerde bulmak mümkün olamayabilirdi. Top-case almadık; sadece yan çantalarla ve sosislerlerle yola çıktık. Yanımızda her türden yağmurluğumuz ve tam teşekküllü kamp malzemelerimiz vardı ama kamp malzemelerini hiç kullanmadan geri getirdik. Her yerde kalacak bir mekan bulduk. Yeteri kadar da yedek parça almıştık ama ne mutlu ki hiç birisine gereksinimimiz olmadı.

Başlıyor



Kırmızı hat:Motorla; mavi hat: Trenle yapılan yol


Ukrayna gemisi Temmuz ayının 13’ünde öğleden önce İstanbul’dan kalkacaktı. Bu nedenle Mersin’den ayın 11’inde sabah erken yola çıkıp akşam 20.00 de FSM Köprüsü’nün çıkışında Cem beyle buluştum.



Mersinden hareket






EMOK toplantısında. Köfteler nefisti.

O akşam EMOK’un toplantısı varmış doğru oraya gittik. Ertesi gün, en son ince detayları konuşup kalan bir iki küçük noksanımızı tamamlayıp, motorları yüklü vaziyette gümrüğe bıraktık.






Motorlar Karaköy gümrük alanında.

13 temmuz sabahı saat 9 da motorları gemiye bindirip bağladık ve saat 12 gibi gemi Odessa’ya doğru hareket etti. Keyifli başlıyordu. Gemideki alemimiz iyidi. Kamaramızda bir Gagauz türkü bayan, bir Hataylı ve biz vardık. Hataylı (Müsellim bey) epey zamandır Ukrayna’daymış. Bize gemiden indiğimizde yardımcı olacak. Ertesi sabah gemi Odessa limanına yanaştı ve biz motorları indirdik.








Odessa göründü. Limanda iki Türk gemisi var.

Bürokratik işlemler fazla uzun sürmedi. Hataylı arkadaşın dil bilmesi bizim burada işimizi kolaylaştırdı. Bugün Odessa’da kalacağız. Hataylı yine devreye giriyor ve bir arkadaşının evini bize 50 dolar karşılığı pansiyon olarak ayarlıyor. Öğle yemeğine Hatay’ın meşhur “sini kebabı” var ve nefis olmuş, gemide verdiği sözü tutuyor. Bu Hataylı oldukça maharetli... Keyifle tüketiyoruz. Motorları sağlam bir stayankaya (garaj) koyduk, rahatız. Yemekten sonra Odessa’yı gezmeye çıkıyoruz. Ukrayna güzellerini seyrediyoruz. Bu kadar güzel ve tipli insanı sadece buralarda yarattığı için yaradana iltifattan alamıyoruz kendimizi. Karadeniz’in güneyindekiler ve kuzeyindekiler... Tamamen farklı, olur mu böyle!



Limanda.



Hataylı (sağda) ve ev sahibimiz yemekte.



Müsellim bey Sini Kebabı yaptı.

Odessa bana biraz bakımsız gibi geldi. Yollar, binalar hatta arabalar Kiev’den farklı. Bir iki fotoğraf çekiyorum. Sahile iniyoruz. Kalabalık. Üstünü çıkartan denize atlıyor. Biraz oturuyor, bir iki bira içip dönüyoruz. Ertesi gün kahvaltıdan sonra ev sahibiyle ve Müsellim’le vedalaşıp Kiev’e doğru yola çıkıyoruz. Hava güzel. Keyifli bir yolculuk oluyor. Yolda zaman zaman durup kahve içiyor, etrafı seyrediyoruz. Kiev’e geldiğimizde otel ararken bir motorcu rastlıyor ve hesaplı bir otele götürüyor bizi (30 dolar). Bu geceyi ve bir sonrakini burada geçireceğiz. Rusya vizesi 17’sinde başlıyor bu nedenle biraz da vakit geçiriyoruz. Sınır çok uzak değil yaklaşık 300 km kadar. 16 temmuzu Kiev’i dolaşarak geçiriyoruz. Burası Odessa’yla karşılaştırılamayacak kadar bakımlı ve görkemli. Yolda yanımızdan iki Bentley ve bir Maybach geçti. Ukrayna belli ki AB’den esaslı destek alıyor. Zenginler. En azından böyle bir izlenim ediniyoruz. İnsanlar kibar, medeni ve hele de bayanlar çok alımlı. Tek kusurları kadın erkek demeden yere tükürüyorlar. Bu alışkanlığı anlamak mümkün değil.






















Odessa’dan görüntüler.

Yol oldukça kalabalık ama trafik düzenli. Asfalt kaitesi iyi. Benzin sıkıntısı kesinlikle yok ve fiyat 80 cent dolayında. Yolculuğumuz esnasında benzin gideri hiç dikkate almayacak kadar (en azından benimki) az tuttu. En pahalısı konaklama elbette. Yiyecek, kaliteden taviz vermeden, çok hesaplıya getirilebilir ama alış-verişe gidilecek, malzemeler yanımızda taşınacak vb. derken hazırı tercih ediyoruz ama yiyecek de o kadar pahalı değil. Fiyatlar bizdekiyle kıyaslanabilir. Hele bir de şu ‘turist kazığı’ olmasa ciddi anlamda ucuz olabilecek ama gerek Ukrayna’da, gerekse Rusya’da turist olduğumuzu anlayıp bizi esaslı kazıkladılar. Ciddi lüks restoranlar bu nedenle bizim için daha hesaplı duruma geldi. Hiç değilse menüde fiyatlar yazıyor ve kontrol edilebiliyor. Küçük restoranlar her zaman bela oldu. Sipariş zor, anlaşmak zor. Yanlış anlamak ve anlaşılmak daha kolay. Bu seyahatta lahana çorbası içmekten midem isyanları oynamaya başlamıştı (gerçi Cem bey çorbayı seviyor ama işin özü, adını bildiğimiz için sıkıştığımız yerde “borch” dedik).

















Güzel Kiev den görüntüler

Kiev’i 17 temmuz sabahı terk ediyoruz. Bugün Rus vizemiz başlıyor ve biz Rus sınırında olacağız. Elimdeki harita çok iyi değil ama gps’e güvenerek gidiyoruz. Levhalarda ‘Moskova’ yazıyor zaten. Ama bir anda kendimizi Belarus sınırında buluyoruz. Polis, Belarus’a geçişin benim için sorun olmayacağını ama Cem bey için vizesiz giremez diyor. Gps de görülen yolun az bir kesimi Belarus’a giriyor ve oradan Rusya’ya geçiyormuş; benim de dikkatimden kaçmış. Gümrükçülerin haritasından gerekli notları alıyor, öyle devam ediyoruz. 30 km fazladan yol gelmişiz. Bu mesafeyi geri dönüp, gelirken kaçırdığımız dar, bakımsız bir yola sapıyoruz. Rus sınırına kadar (30-35 km) bu dar yol götürüyor bizi ama arka arkasına köylerin içinden geçtiği için ilginç oluyor. Ukrayna köylerini görüyoruz. Kiev’deki ihtişamla alakası yok. Tam bir köy yaşamı. Tavuk tepelememeye dikkat ediyoruz. Yoldan kaçmıyor bu mahlukat! Odessa’dan buraya kadar olan kesim tamamen düzlük, yeşil bir ova. Aslında motorcunun kabusu bir yol ama şimdilik keyifli.

II.Bölüm
Bize değişik geldiği için yaklaşık 1200-1300 km lik bu yol, sıkıntı yaratıp bizi bunaltmıyor. Zaten fazla sürat yapmak trafikten ve pusuda bekleyen polislerden dolayı mümkün değil. Süratimiz en iyi gittiğimiz yerde 100 km/h oluyor. Genelde 70-90 gidiyoruz. Hakiki endurocu sürati yani. Ben bu sürate alışkınım ama İstanbul sürücüsü arkadaşım bazan bunalıyor ve süratleniyor. Bu süratlenme ona “biraz” dolara maloluyor. Ben seslenmiyorum, disiplinli kullanmayı o da öğrenecek nasıl olsa. Endurocu olmanın bir bedeli var elbette .



Kiev’den sonra Rusya’ya doğru.



Nefis manzara.



Motorcular takılırmış.



Artık Rusyadayız. Bir yol manzarası.



Rusyadaki ilk otel.

Sonunda Ukrayna’yı çıkıp Rusya’ya giriyoruz. Motorların sigortası yapılıyor ve bir “taşıt transport belgesi” veriliyor. Daha sonra göreceğimiz üzere bu taşıt transport belgesi, ki ben buna “motorun vizesi” diyorum, başımıza epeyce iş açacak ve bize soğuk ter döktürecek. Ama burada bir şeyin farkında değiliz, onlar bizi, biz de onları anlamadan konuşuyor, belgelerimizi toparlıyoruz. Evraklar doldurulurken bir asker almanca biliyormuş, bize epeyce yardım ediyor. Almanca bir burada, bir de Irkutsk’da Polonyalı motorcularla konuşurken işimize yaradı. Geri kalan yerlerde hep ingilizce anlaştık/anlaşamadık. Türklerin olduğu yerde elbette Türkçe!

Çok önemli bulduğum bir noktayı burada vurgulamak istiyorum. Gidilecek ülkenin dili az da olsa öğrenilmeli. Ben Kril alfabesini iyi çalışmıştım, okuyabiliyordum ama bu ancak yoldaki levhaları ve haritayı okumak için yeterli oldu. Günlük hayattan en az 500 kelime bilmeyi çok isterdim. İnsanlar yabancı dil bilmiyor. Gençler okul ingilizcesini anlıyor ama konuşmuyor. İletişim kurmak imkansız olunca gezinin tadı kaçıyor. Bu seyahatta en can acıtan nokta bu oldu. Güney Amerika turu için ispanyolca öğrenmeye kesinlikle karar verdim. Dil bilmemenin acısı hiç bu seyahatimdeki kadar belirgin olmamıştı. Bu nedenle dil olmadan gezi, gezi olmuyor diyorum.

Sınırdan geçtikten sonra Moskova’ya olan uzaklık yaklaşık 600 km. Günün yarısı geçtiği için bugün başkente ulaşmak mümkün olmayacak. Akşama doğru yaklaşık 250 km yolu arkamızda bırakıp, Braynsk girişindeki otelde yattık. Motorlar yine mükemmel korunan, otele ait bir stayankada. Temiz bir otel (60 $) ve burada ilk kaydımız yapılıyor. Rusya’da kayıt zorunlu; turistler de, başka kentlerden gelen Rus vatandaşları da, bunu gittikleri yerlerde yaptırmak zorundalar. Şehirlerdeki otellerde kalındığında istek üzerine kayıt otomatik olarak yaptırılıyor. Rusya sınırından çıkarken kimse kontrol etmedi o da ayrı. Ancak yaptırılması zorunlu! Aksi takdirde yüklü bir rüşvet almak/ödemek için geçerli bir bahane. Ancak kaydı her yerde yaptırmak teknik olarak mümkün olmadığından, büyükçe bir şehre gelindiğinde kayıtlı olmayan günlerin kayıdını ücret karşılığı yaptırmak da mümkün. Biz en son Soçi’ye geldiğimizde 100 dolar karşılığında yaptıramadığımız tüm kayıtlarımızı tamamladık.

Ertesi gün (18 temmuz) Moskova’ya yaklaşık 400 km lik bir mesafe var ama yol kalitesi iyi ve yoğun trafiğe rağmen ilerliyoruz. Moskova’nın etrafında içiçe üç adet çevre yolu var. En içtekine kadar ilerleyip bir benzincide duruyoruz. Buradan bizim üniversitede çalışan bir arkadaşımın amcasının oğlunu arıyorum ve o gelip bizi olduğumuz yerden alıyor. Tanrıkulu (Azeri), bizi evinde bir gece misafir ediyor. Ertesi gün tren istasyonuna gidip motorlar ve kendimiz için Vladivostok’a gitmek amacıyla birinci elden ilinti bilgi almak istiyoruz. Moskova’da 6 adet istasyon varmış ve hangisinin bizim aradığımız olacağını, kısacası gerekli bilgileri benim temin etmem imkansız. Bu nedenle Tanrıkulu bizimle tren istasyonuna gelerek bize yardımcı oluyor. Konuşmalardan şu önemli sonuç çıkıyor: Trenle motorları göndermek mümkün. Fiyat olarak kilo başına yaklaşık 1.5 $ ödemek gerekiyor ama motorları Vladivostok’ta ancak 12. veya 13. günde alabileceğiz. Trenle bizim oraya ulaşmamız 7 gün sürüyor (yaklaşık 9500 km ve kişi başı 500 dolar). Yani orada gereksiz yere 5-6 gün bekleyeceğiz ve ilaveten bir dolu da bürokrasi işin içerisinde. Ama esas problem zaman. Toplam 30 günün 2 si geçti zaten ve trenle (gece+gündüz) 7 günde gidilen yeri bizim 15 günde motorla geri dönmemiz imkansız. Tek alternatif uçak ama o da başta yazdığım gibi bütçe meselesi oluyor ve Vladivostok hedefi (plan A) yerini Ulaan Batar’a bırakıyor. “Baykal’da balık yer Moğol’a geçeriz” deyip Moskova’dan ayrılıyoruz.




























Moskova’dan görüntüler.





Tanrıkulu ve Moskova Polis Akademisinde okuyan oğlu Namık.

III.Bölüm
Daha Moskova’yı çıkar çıkmaz hava kararıyor çiselemeye başlıyor ama henüz ciddi bir yağmur yağmıyor. Hava bir açıyor bir kapıyor. Hedef Kazan şehri ve önümüzde Rusya şartlarında kısa bir yol var. İlk gün aşırı yoğun trafikte Vladimir şehrini geçiyor ve Nowgorod’da bulduğumuz bir otelde yatıyoruz. Bedelini ödediğin müddetçe otel bulmak hiç bir yerde sorun olmuyor.



Nefis bir görüntü.







Vladimir Kenti.










Yollardaki tuvaletler evlere şenlik. Lüks bir jipin içinden çıkan muhteşem giyimli, fotomodel misali bir bayan bu tuvalete gidip oturabiliyor... İnanılması güç. Helede her deliğe birinin tünediğini düşünmek, benim hayal gücümü aşıyor ama aşağıdaki fotoğrafta görülen tuvalette beş delik vardı.











Rusya’dan doğa/yol manzaraları







Bu teyzeler bize tütsülenmiş balık sattılar. İyiydi.





Ertesi gün akşam Kazan şehrine geldiğimizde bir Lada içerisindeki iki Rus bizi güzel bir otele getiriyor ve buraya yerleşiyoruz. Yakındaki süpermarkette alış-verişi tamamlıyor ve bir şeyler atıştırıp yatıyoruz.
_________________
Mersinden sevgilerle

F650gs Dakar 05, Supershadow 07
.
ZZR 600 91
.
CBF 400 78


En son spartakus tarafından Sal Ağu 28, 2007 8:17 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi
spartakus
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Kayıt: Sep 11, 2005
Mesajlar: 70

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 7:41 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

IV. Bölüm
Buraya kadar yol çok kalabalık ve yer yer bozuk. Ara ara yağan yağmurla ıslanan yol buz pateni yapacak kadar kayganlaşıyor. Motorları tutmak gerçekten zorlaşıyor ve süratimiz 20 km/h ya kadar düşebiliyor. Bu arada benim “but” da alışkın olmasına rağmen acıyor ama Cem bey 12-15 saatlik sürüşlerden pek keyif almaz oldu. “Acıyooor, yara oldu, çıban çıktı!!” diye yakınmaları arttı. İkide bir “Ben senin kadar sporcu değilim, 115 kiloluk adamın orası burası ağrır!” deyip duruyor. Bütün ciddiyetimi takınıp “endurocu yakınmaz” diyorum inadına, hani biraz takılayım da keyfi yerine gelsin diye ama EMOK üyesi bu ufak tefek(!) adam bana ısrarla “ben endurocu değilim, başlarım endurosuna...” diyor.





Yolda Alexander ve Jeni ile tanıştık. Bir Transalple Kuzeye gidiyorlardı.

Kazan’dan sonra Ufa denilen şehre kadar epeyce bir yol var (yaklaşık 1000 km). Bu yol bizim için gerçekten bir dayanıklılık testi gibi. Buraya kadarki kesimde ara ara yağan yağmur sürekli yağmaya başladı. Hem de ne yağmur. Her bir damla nohut danesi kadar. Bu kadar suyu nereden bulur bu bulutlar anlaşılır gibi değil. Bu yağmurun üçte biri Türkiye’me yağsa her taraf orman olur, hatta insanlarım bile kök salar, yeşerir, uzar. Her taraf yemyeşil ama yağmurdan bataklık olmuş. Yol derseniz gözün alabildiğine, cetvelle çizilmiş gibi. Ne bir tepe var, ne de viraj. Komşu şehir denildiğinde aradaki mesafe yaklaşık 1000 km. Edirne’den Kars’a 1700 km olduğu düşünülürse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır herhalde. Bu gün 14 saate toplam 400 km yol alabildik. Beş gün yol aldıktan sonra haritaya bakıp gelinen yolun bir kaç santim olduğunu görünce ister istemez panikliyor insan ve hiç durası gelmiyor. Önümüzde Baykal’a kadar daha o kadar uzun bir yol varki...

Nihayet bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında Ufa denilen kente geldik ve burası zaman olarak Türkiye’den üç saat ilerde (İrkutsk’a vardığımızda bu fark 6 saate çıkacak). Uralların eteğindeki bu kent, yağmur altında bizde hiç de sıcak bir izlenim bırakmadı. Güç bela bir otel bulup yerleştik ama pahalı bir otel (180 $). Sabaha kadar deli yağdı. Sabah kalktığımızda yine bardaktan boşanırcasına yağıyor ve resepsiyonda, bu yağmurun bir hafta devam edeceğini söylediler. Aslında, edindiğim bilgilere göre bu günler, buraların en kurak olduğu dönemler. Herneyse, günler hızlı geçiyor, biz yavaş ilerliyoruz.













Ufa’ya geliş. Yağmurdan gidemiyoruz. Benzincide yağmurun dinmesini bekleyiş. Ve tren...’den manzaralar

Ufa’dan çıkarken ıslak motora binmek insanın içinden gelmiyor ama devam etmek zorundayız. Yola çıkıyoruz; 4 saat sonra aldığımız yol 50 km. Gidilmiyor. Yol arap sabunuyla yıkanmış gibi kaygan ve köpürüyor. Bol miktarda mazot, yağ ve pislik var. Motorlarla dans edercesine ilerlemeye çalışıyoruz ama kayıyor. Arka teker hep yanımıza gelmek istiyor. Benim arka teker bunu başarıyor ama düşük süratte olduğundan çantadaki çiziklere razı, motoru kaldırıp devam ediyoruz. TIR’lar bile kayıyor. Bu illet kamazların mazotları bir yerlere akacak elbette. Bir benzinciye gelince duruyor ve bir durum muhakemesi yapıyoruz. Eğer 4 saatte 50 km yol yapacak olursak koyduğumuz hiç bir hedefimize ulaşamayacağız. Ayın 23’ü olmuş ve biz Moskovadan ancak 2000 km gelebilmişiz. Yani, günde 12-15 saat motor üzerinde olmamıza rağmen 5 günde alınan yolun hepsi bu. Daha önümüzde 4500 km yol var. Ufa’ya dönüp, motorları bir garaja koyup trenle Baykal’a gitmeyi öneriyorum. Cem bey dünden razı, hemen “evet” diyor. Ben kendim için adım “Uyar”, soyadım “Uyaroğlu” derim ama bu adamın bu uyumluluğuna hayranım. Geri dönüp motorları bir kapalı garaja koyuyoruz. Bir taksiye binip tren istasyonuna gidiyoruz ve burada da şansımız pek iyi değil; tren saat sabahın 3.30’unda. 6 saatten fazla bekleyeceğiz. Çaresiz 240’ar dolar verip biletlerimizi (Ufa-Irkutsk) alıyorum.

Dil bilmeyince bu saydığım işlemlerin aslında her biri aşılmaz bir probleme dönüşüyor. İngilizce bilen birini bulmak her zaman mümkün olmuyor. Bilen de zaten ancak kırık dökük biliyor. Örneğin kapalı bir park yeri aradığımızı anlatmak dehşetli bir sorun oldu. Bileti alırken öğrenciye benzettiğim bir gençten yardım aldım. Ama trenin hangi perondan kalkacağını bulmak, Cumhuriyet Gazetesi’nin bulmacasını çözmekten daha zor oldu. 11 peron var ve her an bir tren giriyor biri çıkıyor. Gerçi sonunda her şey bir türlü oluyor. Trenimizi de, vagonumuzu da, kompartımanımızı da bulduk ve yerleştik. Hedef Irkutsk. Yaklaşık 4500 km uzakta 3-4 gün gideceğiz. Altıncı günde motorlarla Rusya’da toplam 2100 km yol yapmışız. Bundan sonrası Baykal Gölü’ne kadar trenle oluyor.

Trende her aradığımızı buluyoruz. Restoran var, yataklar temiz. Kompartımanda iki yaşlı teyze daha var. Tamara teyze oldukça cana yakın. 80 yaşındaki albay eşi bu kadın bizimle iletişim kuruyor. Bize yediklerinden ikram ediyor, işaretle bir şeyler söylüyor, boyuna anlatıyor ama tek kelime anlamıyoruz elbette. Sonra kendi kendine gülüyor. Diğeri biraz daha genç ama o da dilsiz. Anlaşmamız vücut diliyle oluyor. Türkiye’den gelip Baykal’a gitmek istediğimzi anlatabildiğimizde delisiniz işareti yapıyor, başlarını sallıyorlar...

Keyifli bir tren yolculuğu oluyor. Yanımızda bir şişe 8 yıldız metaksa ve yeteri kadar votkamız var. Benim içkiyle fazla aram yoktur ama ara sıra ben de bir iki yudum alıyor, restoranda bir bira içiyorum. Günler geçiyor. Pencereden gördüğümüz manzara Ufa’dan beri değişmedi. Hep düz ova ve bataklık. Bahar yeni gelmiş ve bahar çiçekleri henüz açmış. Buralarda kış aylarında ortalama sıcaklık -45 derece civarındaymış. -60’ın göründüğü Irkutsk’a az kaldı. Nihayet ayın 26’sı akşam Irkutska ulaştık (23 sabahı 3.30 da binmiştik). 4500 km civarında bir mesafeyi geride bıraktık. Motorla gelsek bu yolu 10 günde çıkaramazdık. Bu durumda Ulaan Batar’a bile zaman kalmıyor. Çünkü en az iki günde oraya ulaşırız ve bir iki gün de orada kalmak gerekir; ilaveten dönüş süresi. Böyle olunca da hesap ortada; yani, dönüş için hiç durmadan ve aksilik yaşamadan en az 20 gün gerekli ama tedbir olarak koyduğumuz 3-4 günü çıkarırsak bu kadar zamanımız kalmadı! Vizemiz olmasına rağmen Moğola girmekten de vazgeçmek zorunda kalıyoruz, maalesef (plan B de burada yattı).

Trenden indiğimizde serin hava dikkat çekiciydi ve kapalı olmasına rağmen yağmur yoktu. Önce tren istasyonunda yine birini bulup iki gün sonrasına dönüş biletimizi aldırdım. Bir taksiye binip 75 km doğudaki Baykal gölüne gittik. Karanlıkta bile güzel görünen bu gölün sabahki görüntüsünü şimdiden merak etmeye başladım. Gölün kenarında oteller var. Bunlardan birine yerleştik ve akşam yemeğine otelin restoranında birer levrek siparişi verdik. İngilizce bilen bir garsona (ekonomi okuyan bir üniversite öğrencisi) bize sadece kendisinin hizmet etmesini söyledim. Balıklar hazırlanana kadar Cem bey de Türkiye’den beri sırf bu akşam için 11.000 km taşıdığımız rakıyı çantasından çıkarıp hazırladı. Balık ağlamamalıydı. Hedefe ulaşmamızı nefis limonlu levreğimizi yiyip, rakımızı içerek kutladık.












“Baykal’da balık yemek” bu olsa gerek


Ertesi gün kalktığımızda gölün gerçekten muhteşem görüntüsüyle karşı karşıya geldik. Şansımızdan hava açıktı ve tatlı bır sıcaklık vardı. Hemen önünde durduğumuz bu göl dünyanın belli başlı tatlı su rezervlerinden (2.büyük) ve dünyanın en derin göllerinden birisiydi. Altay dağlarının kıyısındaki bu gölün fotoğraflarını ve özellikle de videosunu çektim. Epeyce bir dolaştık etrafında ama öyle yaya dolaşmakla keşfedilecek bir göl değil bu... Çok büyük. Kuzeye doğru bakıldığında bir açık deniz edasıyla duruyor. Üzerinde feribotlar çalışıyor ve bir kıyısından diğerine ancak gemilerle ulaşılıyor. Haftanın belli günlerinde yat turları oluyormuş ama bize rastlamadı. Günü baykal etrafında geçiriyoruz. Cengiz Han’ın anası bu gölün doğu yakasındaki köylerden birindenmiş. Şehirde de zaten zaman zaman çekik gözlülere rastlıyoruz. Hatta garsolardan bir genç de belli ki moğol kökenli.



















Baykal manzaraları.

V.Bölüm
Akşama doğru otobüsle tekrar Irkutsk’a dönüyoruz. Yine biçimsiz bir saatte Ufa’ya kalkan trene bineceğiz. Saatler burada TR ile 6 saatlik farka sahip. Rusya Federasyonu toprakları 11 zaman dilimi boyunca uzanır. Bu kadar farklı zaman dilimine yayılabilmiş tek ülkedir.
Şehirde iki Polonyalı motorcuya rastlıyoruz. Sepetli urallarla Moskova’dan Irkutska 23 günde gelebilmişler ve vizeleri 30 günlük (bizimki gibi) olduğundan ciddi sınıtıya girmişler. Dönüş yolu için zaman kalmamış. Konsolosluğa sığınmayı düşünüyorlardı. Motorlarla gelsek biz de aynı duruma düşecektik. Üstelik oralarda bizim konsolosluk var mı yok mu açıkçası onu da bilmiyorum. Polonyalılar ciddi anlamda panik içerisindeydiler. Rus’un ne yapacağı belli olmaz. Uzatma olmuyormuş onu öğrenmişler telefonla. Başka çıkar yol arıyorlardı. Ya Kazağa, ya da Moğola girip (girebilirlerse) orada yeniden Rus vizesi alabilieceklerini söyledim. Bence başka çareleri yok. Önlerindeki zamanı bu ülkelerden birinin vizesini almak için kullanacaklar muhtemelen. Her neyse, onlara bakıp durumumuza sevindik ve trenle gelmeyi tercih ettiğimiz için kendi kendimizi kutladık. Bu arada bir çift tıp öğrencisiyle konuşurken onlar da Moğol’a geçmenin zor olduğunu, sınırda perişan edileceğimizi doğa olarak da buralardan farklı bir şey olmadığını söylediler. Bunları duymak da rahatlatdı bizi.




Bilet alırken ve trene binerken mühendislık fakültesi öğrencisi bu delikanlı yardımcı oldu.





Irkutsk.








Polonyalılar ve motorları.
Trende biz yaşlarda iki rusla seyahat ediyoruz ama biri Krasnoyarsk diğeri de Omsk’da iniyor. Son gün çocuklu bir çift geliyor kompartımana ve eziyet başlıyor. Çocuk yüzünden önce havalandırma kapatılıyor. Daha sonra çocuk bir çanağa işetiliyor, bezi kompartımanın içinde değiştiriliyor ve kokudan durulmaz oluyor. Kısacası rahatımız bozuluyor. Adamlar uyarılara da aldırmıyorlar. Bu arada hedefe de yaklaşıyoruz. Ufa’ya geldiğimizde sabahın 8’i bura saatiyle ve hareket etmek için iyi bir zaman. Bugün ayın 31’i ve trenle gidip gelmek bize zaman kazandırdı. Buradan sonra hedefte Soçi var. 2014 yılında kış olimpiyatlarına hazırlanan bu kenti artık dünya tanıyor. Rusların Antalya’sı da burası. Önümüzde yaklaşık 2000 km.lik bir mesafe var ve vizemiz 16 ağustosta sona eriyor. Vakit bol, kendimizi üzmemize gerek kalmadı artık. Yağmur yağdığında motor kullanmama lüksüne bile sahibiz. Ufa’da motorlarımızı garajdan alıyoruz. Benim motorun aküsü tamamen boşalmış. Daha sonra bulacağım arızayı. Önceki turda taktığım, sonra da çıkartıp attığım projektörlerin kabloları nemden dolayı korozyona uğramış ve kısa devre yaparak aküyü bitirmiş. Bir ara kablosu bulmak zor olmadı. Garaj sahibi Rus benimle yakındaki bir tamirhaneye giderek bir ara kablosu ödünç aldı ve Cem beyin motoru benim aküyü doldurdu. Benimki çalıştıktan sonra problem kalmadı artık. Aküyü yenilemiştim zaten.

Ufa, motorları bırakmak için bizim açımızdan en isabetli yer seçimi oldu. Geri dönüşte daha önce geldiğimiz yerlerden geçmeden, yeni bir yola gireceğimiz düğüm noktası. Buradan itibaren istikametimiz önce güney-batı daha sonra da Karadeniz’e kadar güney olacak.

Acele etmeden, kurallara uyarak ilerliyoruz. Polislerle muhatap olmanın hiç bir alemi yok derken, bir eyalet girişinde dur levhasında durmadan, yürüyüş temposunda ilerliyoruz. Arkamızdan bir kızılca kıyamet kopuyor. Vay efendim, ‘dur levhası’ varken durmamışız! Acil ceza ödememiz gerekiyor. Polisler 500 ruble ceza istiyorlar ama orada bir de Azeriyi durdurmuşlar. O bize 100 ruble vermemizi, bunlara yeteceğini, aksi takdirde raiç yükseleceğinden kendisinin de bu parayı ödemesi gerektiğini söylüyor. Biz de madem öyle raici yükselten biz olmayalım diye 100 rublede (4 dolar) ısrar ediyor ve Azerinin de yardımlarıyla mücadeleyi kazanıyoruz.

Samara’ya ulaşmak zor olmuyor. Burası da diğer Rus kentlerinin aynısı. Zaten Moskova hariç tüm kentler birbirinin aynısı. Geniş caddeler, çirkin binalar. Pek nadir sanatsal değeri olan yapılarla karşılaşıyoruz. Bildiğimiz Lada Samara’ların imal edildiği kent. Ancak fabrika şehrin 30 km kadar dışındaymış. Gitmiyoruz. Fotoğraf çekmek de keyif vermiyor. Yağmurlu havada çekilen fotoğraflarda objektife sıçrayan suyun lekeleri var. Bir de, telefon, elektrik ve traleybüs telleri beni fotoğraf çekerken müthiş rahatsız ediyor ve bunlar her yerde varlar.



Yağmurda...

Ukrayna ve Rusya olmak üzere motorlarla tek hatta yaklaşık 4000 km yol yapıyoruz. Dönüşüyle birlikte bu 8000 km. Gidiş-dönüş yaklaşık 8500 km de trenle oldu. Doğanın görüntüsü hemen hemen her yerde aynı. Ne bir dağ, ne de viraj var. Yoğun trafiğin yanı sıra yoldaki derin lastik izleri ve asfalt katlanmaları azami dikkat gerektiriyor. Yağmurdan fırsat bulduğumuz her yerde fotoğraf çekiyoruz ama farklı bir görüntü elde edemiyoruz. Ufa’nın çıkışından tibaren Urallar da buralarda iyice düzleşmiş durumda. Toroslarda yaşayan biri olarak bunlara tepe bile diyemiyorum. Ovadaki engebeler işte. Yalnız, alabildiğine ormanlık.



Az da olsa, bu denli keskin virajlar yok değildi...

Moskova’dan Baykal’a kadar olan kesimde ciddi bir tarım sahasına rastlamadık. Tamamen bataklık. İnsanlar kışın hayvan yemi olarak kullanmak üzere ot balyaları yapıyorlar. Bunu Erzurumda da yaparlar, oradan aşinayım. Kışın bu kadar acımasız ve sert olduğu bir bölgede insanların başka çaresi de yok. Samara, Volgograd derken Stavropol’e geliyoruz. Burası illet bir şehir. Düz ovaya alabildiğine yayılmış, yaklaşık 800.000 nüfuslu tipik bir Rus bir kenti. Bir önceki kaldığımız yerde bir Gagauz türkü TIR sürücüsüyle konuşurken, ‘Stavropol’e girerseniz çıkamazsınız.’ demişti. Rusya’nın yolları zaten levha fakiri. Ben bunu bizim yollar için düşünürdüm ama beterin beteri var. Gideceğimz yol şehrin içinden geçiyor ve ister istemez kendimizi korkunç bir şehir trafiği içerisinde buluyoruz. O kadar dönemeç içinde birini kaçırınca yol kayboluyor. Sormak da pek işe yaramıyor. Bu arada, epeyce bir güneye indiğimiz için sıcak da hatırı sayılır derecede. Sonunda yanımdan geçmekte olan bir motorcuyu durduruyorum ve bizi kent dışına çıkartması için yardım istiyorum. Bu genç adam plakasını almak üzere polise gidiyormuş (Rusya’da pek az plakalı motor gördüm) ama işini gücünü bırakıp ingilizce bilen bir arkadaşını çağırarak bize yardım ediyor ve gelen arkadaşı yolun geri kalan kesimi için bilgi veriyor. Stabilize olan 18 km lik bir kesimde dikkatli olmamızı söylüyor. Yiletza, Armavir Tuapse ve Soçi olmak üzere yol güzergahımızı konuşuyoruz. Baykal’dan geldiğimizi duyan bu insanlar, ‘siz delisiniz, bu çılgınlık!!’ diyorlar ama iş işten geçmiş, biz o herzeyi yemişiz bile. Genç adam sonunda bizi kent çıkışına kadar motoruyla götürüp vedalaşıyor. Yiletza bir budist kentiymiş ve bir tapınakları varmış. Bunu duyunca seviniyorum; nihayet bir değişiklilik var. Önümüzdeki bu kentin bir çevre yolu olmasına rağmen biz kentin içine dalıp tapınağı buluyoruz. Hem dışından hem de içinden ayin esnasındaki görüntüleri kimseyi rahatsız etmeden alıyorum.























Yolda bulduklarımız...
Armavir dolaylarında tarım sahaları başlıyor ve ayçiçeği tarlalarına rastlıyoruz.




Burada toprağın işlendiği açıkça belli oluyor. Yol kenarında salatalık, domates ve değişik meyve satan teyzeler var. Kavun, salatalık ve domates alıyoruz bir yerde. Satanların Ermeni olduklarını tahmin ediyoruz. Gerçi o kadar çok milletten insan var ki, kim kimdir bilmek, tahmin etmek hiç kolay olmuyor.
143,7 milyonluk Rusya nüfusunun %73'sini kentlerde yaşayanlar, %27'ünü ise kırsal kesimde yaşayanlar oluşturmakta. 60 farklı etnik grubun yaşadığı Rusya Federasyonu'nda başlıca etnik gruplar şunlar; 116 milyon Rus, 6,3 milyon Tatar, 2,9 milyon Ukraynalı, 1,7 milyon Çuvaş, 1,6 milyon Başkort, 1,4 milyon Çeçen, 1,2 milyon Beyaz Rus, 1,1 milyon Moldovalı, 1,1 milyon Ermeni, 700 bin Udmurt, 700 bin Azeri, 400 bin Alman. Yaş ortalaması erkeklerde 24, kadınlarda ise 40. Ortalama ömür ise sırasıyla, 59 ve 71 yıl (istatistiki bilgiler Wikiopedia’dan).
_________________
Mersinden sevgilerle

F650gs Dakar 05, Supershadow 07
.
ZZR 600 91
.
CBF 400 78


En son spartakus tarafından Sal Ağu 28, 2007 7:43 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi
spartakus
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Kayıt: Sep 11, 2005
Mesajlar: 70

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 7:42 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

VI.Bölüm
Daha güneye doğru indikçe engebeler artıyor hatta keskin virajlı yollar bile gözlemlenebiliyor.














Nihayet ovadan çıkıyoruz.
Rus gençlerin bozuk dediği kesime geldiğimizde yolun gerçekten fena halde bozuk olduğunu görüyoruz. Yolda yumruk büyüklüğünde taşların üzerinden geçiyoruz ve bir anda tırmanış başlıyor. Ne kadar bozuk olursa olsun, ayağa kalkıp gazı açıyorum. Hem tırmanış var hem de dönemeçler... Ne büyük keyif haftalardan sonra. Tozdan bembeyaz olmuş vaziyette zirveye ulaştığımızda bir restoran olduğunu görüp soluklanmak üzere duruyoruz. Aç değiliz. Ama benim yol arkadaşım restoran görür de dayanabilir mi? Hemen tatlı dilli bir rusa birşeler ısmarlıyor ve kendisi de arkasından gidiyor. Sonuçta masaya ızgarada pişmiş orta boy Isparta halısı kadar bir T-bone geliyor. Yanında kendisine iki çeşit çorba siparişi vermiş; birini içiyor birini tadıyor ama bu aile boyu pirzolaları aç olmasak da bitiriyoruz. Hesap kremalı bir kazık olarak geliyor... Ödeyip devam ediyoruz. Tepeyi indikten sonra bir yerde yatıyoruz. Ertesi gün Soçi’de olacağız.

Hava iyice ısındı. Yağmur belasından kurtulmuş gibiyiz. Rusyada ilk kez iki gün üst üste ıslanmadan yol alıyoruz. Dağlık, yeşillik bir alandayız; tipik Karadeniz bitki örtüsü başladı. Bu denize yaklaştığımızın bir işareti. Yol iyice virajlı, inişli çıkışlı ama çok kalabalık. 30-40 km/h ile ilerliyoruz. Adım başı polis var. Düz yollarda araba kullanmaya alışkın ruslar virajlı yollarda araba kullanırken tedirginler. Gidebilsek bizim için çok keyifli olacak ama kalabalıktan ve polis korkusundan gidemiyoruz. Küçük yerleşim yerleri geçiyoruz. Her tarafta pansiyonlar var. Denizi göremiyoruz ama uzakta olmadığı kesin, yürüyerek, bisikletle denize gidenler/gelenler var. Saatler sonra deniz görünür oldu ama her yer insan kaynıyor. Bir iki yerde durup su alıyoruz. Etrafı, insanları seyrediyoruz. Bu mesire yerlerine gelen Ruslar biraz daha mı güzel ne?! Kendi insanımı düşündükçe birilerinin adaletine yine iltifatta bulunuyorum! Bunlar ince, uzun boylu düzgün yapılı açık tenli güzeller. Evet, kelimenin tam anlamıyla güzeller. Bu güzelliği bilinçli olarak, bizi çatlatırcasına teşhir ediyorlar. Bugün ağustosun ikisi. Akşam Soçi’de olabiliriz. Bir gemi olduğunu, akşam 22.00 de kalkacağını öğrenip devam ediyoruz. Soçiye geldiğimizde saat 20.15 olmuş. Bir taksi ayarlayıp onun arkasından limana gidiyoruz. Bilet almak istediğimizde kasadaki kadın evraklara bakıp bilet veremeyeceğini, çünkü “motosiklet vizelerimizin” geçmiş olduğunu ve strafe (ceza) ödememiz gerektiğini söylüyor. Cin çarpmış gibi oluyoruz. Motoruyla yanımdan geçen bir Rusu (Anton) durdurup yardım istiyorum. Adam bize yardım amacıyla gidip gümrükteki polis ve askerlerle konuşuyor. Geldiğinde yapacak bir şey olmadığını söylüyor. Bu arada plakaları gören Türkler geliyor yanımıza.

Soçi’de 4000 den fazla Türkiye Türk’ü varmış. İstatistik bilgisi olarak vereyim (Wikipedia). Rusya Federasyonunda yaşayan Türk grupları: Yakutlar, Dolganlar, Tatarlar, Tuvalar (Şor, Karagas, Hoton, Drahad, Öngüt), Başkortlar, Çuvaşlar, Altaylar, Hakaslar, Türkmenler, Nogaylar vb. Tahmini Türk nüfusu: 40 milyon kadar. Yoğun bulunduğu şehirler: Özerk cumhuriyetler dışında Astarahan, Omsk, Samara, Barnaul, Stavropol, Orenburg, Tobol, İrkutsk, Novosibirsk.



















Soçi’den görüntüler



Ve nihayet trabzon

Bir taşıtın vize süresini geçirmek Rusya’da ağır suçmuş. Cezası da yüklüymüş. Burada uğraşan gümrükçü Türklerin olduğunu öğreniyoruz. Anton bizi Türklerin lokaline götürüyor ve bizle vedalaşıp ayrılıyor. Esaslı bir yağmur başladı. Türkler önce bizi bir otele yerleştirip motorları bir parka çekiyorlar. Gecenin bir vakti oldu bu arada. Otele gidip yatıyoruz ama moralimiz bozuk. Ertesi gün çılgın yağan bir yağmur altında tekrar limana gidiyoruz ama limanın ağzında bir Türk gemisi yanıyor ve Rusyanın kriz yönetimi toplanmış, Moskova’dan heyet gelmiş, limana girip çıkan gemi yok. Cuma günü zaten yarım mesaiymiş ve bu kadar tantana arasında iki turist motorcuyla kimsenin ilgileneceği yok. Türk gümrükçüler bile içerideki arkadaşlarına ulaşmakta zorlanıyorlar ama sonunda bilgileniyoruz. Pazartesi günü bir tutanak tutulacak, ceza ödenecek, bu arada cezanın düşük olması için Ruslara rüşvet ödenecek. Yasal ceza olarak motorun yarı bedeli veya 20 asgari ücret tutarından söz ediliyor. Daha doğrusu vizenin ek sayfasında böyle yazıyormuş ama bizim rusça okumamız yazmamız olmadığı için farkında bile değiliz. Motorun yarı bedeli de, 20 asgari ücret tutarı da (400 dolar) olsa bizi aşar. Türk gümrükçüler devrede.

Gümrükçü Türkler oldukça sakinler; rüşvetle burada halledilemeyecek bir şey olmadığını söylüyorlar. Huzursuz bir hafta sonu geçiriyoruz. Pazartesi günü limana gidiyoruz. Polislerin başı bilet gişesini arıyor ve bize biletlerimiz veriliyor! Anlaşılan işler kalemine uydurulmaya başlandı bile. Biletlerimizle birlikte tekrar limana döndüğümüzde tutanak tutuluyor, ceza belirleniyor ve cezanın motor başına 1500 ruble (60 dolar) olduğunu öğrendiğimizde epeyce rahatlıyoruz ama şimdi de bu cezayı bu kadar aşağı çeken rüşvetin miktarı kafa karıştırıyor. Yarın (8 ağustos) bir feribot gelip ertesi gün kalkacakmış ona binmeyi hedefliyoruz. Pazar günü bir yük gemisi gitti Trabzon’a. Bu, yangından bu tarafa kalkacak ilk feribot olacak. ‘Neyse artık!’ deyip, kendimize keyifli bir gün yaratmanın peşinde Soçi’yi dolaşıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bu arada, Pazartesi günü sabah erkenden motorları gümrük sahasına koymuştuk. Salı günü geminin gelişiyle bizim moralimiz iyice düzeldi ama vereceğimiz rüşvet miktarını gemiye binerken söyleyeceklermiş. Fazla olmaz diyen gümrükçü Mustafa oldukça rahat. Bu arada esas işleri ayarlayan Akçaabatlı Halit annesinin vefat haberiyle Akçaabata gitmiş, giderkende bizi arkadaşı Mustafa’ya havale etmişti. Çarşamba günü gemiye binerken Mustafa rüşvet bedeli olarak 250 dolar dediğinde rahatladık ve büyük bir keyifle ödemeyi yapıp gemiye bindik. 9 ağustosta saat 22.00 civarıydı gemi hareket etti. Ertesi gün Trabzona indiğimizde keyfimize diyecek yoktu. Akçaabat’ta motorları yıkatıp doğru Cemil Ustaya, köfte yemeye gittik. Köfteleri yedikten sonra Ordu’nun Çambaşı Yaylası’na, 1850m’ ye çıktık ve orada yattık. Ertesi gün saat 11 sularında tekrar sahile indik ve ben Ünye’den Tokat-Sivas-Kayseri derken Mersin’e döndüm. Gecenin saat 12’si olmuştu ama evimdeydim... Cem bey Ilgaz da yatmış.




Çambaşı yaylasından

Kazasız, belasız ve sağlık sorunu yaşamaksızın toplam 16.800 km lik turu (8100 km si motorla, 8700 km trenle) tamamladık. 23 gün Rusya, 3 gün Ukrayna olmak üzere 26 günün toplam maliyeti her şey (cezalar da) dahil, 3000 doların altında kaldı. Selesi rahat, yakıtı az ve nispeten hafif bir motorun, bu tip yolculuklarda ne kadar hayati olduğunu anlayan ve takdir eden yol arkadaşım Sevgili Cem’e de en içten teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum. Seyahat süresi içerisinde müthiş bir dayanıklılık ve azim sergiledi. İstemese de, o artık bir endurocu!

Genel izlenimlerim.
Bir gezinin raporunu okuduktan veya dinledikten sonra hep “bir daha bu turu yapmak ister miydin?” diye turun sahibine sorarım. Şimdi başkası bana sormadan bu soruyu cevaplayayım.

Hedefimiz ne idi ve ne bekliyorduk? Bu sorunun cevabı ilk sorunun cevabını hazırlayacaktır. Polyannacılık yok! Herşeyden önce gezinin tamamının zaman darlığı nedeniyle Rusya içerisinde gerçekleşmesi daha muhtemeldi ve beklentilerimiz bu yönde olmalıydı. Daha bir kaç yıl öncesine kadar demir perde arkasında kalan bu ülkede tarihi kalıntı aramak mümkün değildi. Stalin döneminde, çarlıktan kalan neredeyse bütün (güzel mimari) eserlerin imha edildiğini (S-Petersburg hariç tutulabilir belki) hemen hepimiz şöyle veya böyle biliyoruz. Dolayısıyla, Rusya’ya motorla yapılan bir seyahatten “tarih” anlamda bir beklentiye girmemek gerekiyor. Geriye doğa ve insan kalıyor. İnsanlarla iletişim kurmak için dili bilmek gerekir; bizde rusça, onlarda başka bir yabancı dil yoktu. Bu durumda tek alternatif, bu bölgenin, bu ülkenin doğasını tanımak. Evet, doğa, Sibirya! bunun içinde de Baykal gölünü ziyaret etmek vardı ve tüm emekler bu yüzden çekilecekti ve çekildi. Baykal’ı görmek üzere gelen tek biz değildik. Dünyanın her yerinden bu gölün ziyaretcisi var ve Türkiye’den motorla gelip bu ziyareti yapan –bilmiyorum belki de ilk- bizler olduk. Bence bu bile ziyadesiyle hedef olmaya, bu geziyi yapmaya değer.

Yağmur, yoğun trafik ve kötü yollar nedeniyle yorucu ve eziyetli olmasına rağmen benim için öğretici bir tur oldu. Boyutlar, mesafeler konusunda yeni bir deneyim sahibi oldum. Rusya’yla kıyaslandığında Türkiye’nin (Avrupa ülkelerinin hepsinden büyük) bir maket kadar olduğunu kavradım. Buna rağmen dağıyla, taşıyla, ovasıyla, vadisiyle ülkemin ne kadar çok yönlü olduğunu bir kez daha idrak ettim. Kendi dilimi konuşuyor olmanın ne büyük nimet olduğunu bir kez daha tattım. Kısacası, Trans-Sibirya yolunu tekrar yapar mısın sorusuna şartlı bir “evet” derim. Tek hatta 10-11 bin km lik bu yolu “ana hadef” olarak bir daha seçmem ama bir dünya turu esnasında (örneğin Japonya üzeri Avustralya’dan geliyor olsam) elbette yine bu yolu kullanırdım. Ancak, bu yolda zaman önemli olmamalı.

Rusya bugüne değin gördüğüm ülkelerin tümünden değişik. Bir kere dimensiyonlar farklı. Yukarıda da belirttiğim üzere üç gün motorla gittikten sonra Rusya haritasına baktığınızda sanki yol gitmemişiniz gibi oluyorsunuz.

Moskova’da (nüfus 12 milyon) 6 büyük tren istasyonu (otobüs terminalleri hariç) 4 ayrı büyük sivil havaalanı var(mış). Metrosu Paris’inkiyle kıyaslanmalı. Yollar yer yer 8 şeritli (8 gidiş 8 geliş), buna rağmen trafikte “stop and go” var. Taşıtlar, büyük oranda 4x4 jiplere dönüşmüş. 9 ay kış yaşadıkları düşünülürse anlayışla karşılanabiliyor.

Alabildiğine pahalı bir kent. Örneğin aylık ortalama kira bedeli için 800 dolar civarında bir fiyat çıkartılıyor. Yaz ortasında Moskova “boşalmışken” oradaydık ama bana ulaşım problemi olan bir kent gibi geldi. Apartman girişlerinde genelde gri renkli, düz sacdan yapılmış hapishane kapısını andıran dış kapılar var. Hemen hepsinde alarm olduğu gözüküyor. Bunlara rağmen Moskova, Rusya’nın gördüğümüz diğer kesimlerinden farklıydı hatta sanki Rusya değildi. Zengin, gösterişli, bakımlı. İnsanlar daha şık, daha elegant.

Gördüğümüz diğer büyük kentlerin tamamının planı sanki aynı kalemden çıkmış. Eğer çok belli noktalar olmasa hangi kentte olduğunuzu anlamayacaksınız. Geniş, düz caddeler, ağaçlandırılmış kaldırımlar ve bence ilkel mimaride (güzel görünüşlü olmadıkları kesin; işlevsellik ön plana çıkarılmış olabilir) binalar. Gittiğimiz büyük kentlerden sadece Soçi ve Irkutsk (deprem bölgesi) metrodan mahrum kalmış. Her şehirde bir de yerin altı var. Şehirler arası tren bağlantısı çok iyi. Kentlerdeki ana caddeler temiz, bakımlı ama tali caddeler bakımsız.

Sibirya, trenden gözlemleyebildiğimiz kadarıyla yeşil bir çöl. Neredeyse tamamı bataklık. Yerin altının zengin olduğu biliniyor. Sık karşılaştığımız yük trenleriyle bol miktarda “maden” taşınıyor. Fazla söze gerek yok, ayrıca dünyanın her tarafına gaz ve petrol satan dünyanın en büyük ülkesi (17.075.400 km²). Kişi başına düşen ortalama milli gelir 10.000 dolar civarı.

İçinden geçtiğimiz köyler düzenli ama güzel değil. Buralarda da anlaşılan işlevsellik ön plana çıkıyor.

İlginçdir, hiç kimsenin yüzü gülmüyor. Amerikan filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz “azgın Rus” görüntüsü gerçekten gerçek. Ancak iletişim kurduğumuzda, kurabiliğimizde sakin, yumşak başlı ve yardımsever olduklarını tespit ediyoruz. Diğer Asya ülkelerinde gördüğüm “motor sevgisi” burada da var. Hiç bir yerde hiç bir yardım talebimiz geri çevrilmedi veya savsaklanmadı. Sarısı, karası, beyazı, siyahı. Her milletten her cins insan var. Kara kafalar ve çekik gözler daha fazla gibi. Herekes yere tükürüyor. Manken olabilecek kadar güzel bir bayanı yere tükürürken görüp şaşırıyorum. Erkekler zaten tükürüyor. Sigara içen sayısı bizdekinden daha az değil. Bir markette durup sigara raflarına baktım; tamamı Amerikan markaları. Rus markası olabilecek tek bir paket göremedim. Bizdeki görüntülerin aynısını orada da görüyorum; Arabanın sürücüsünün bir elinde sigara, diğerinde cep telefonu... Bu ilkel görüntü alabildiğine yaygın. Kola, Mcdonalds, Pepsi, Nestle, vb en yaygın markalar. Komunizmden Kola’ya giden yol ne kısaymış meğer. Hemen her yerde dilenenler var ve sırnaşıklar. Yaşlıları (>40) parklarda ellerinde kitap okurken görebiliyorsunuz ama yeni nesil tek kelimeyle “küreselleşmiş”. Bir haftalık tren yolculuğu esnasında bile okuyan Rusa rastlayamıyorum ve bu dikkatimi çekiyor. Kurutulmuş balık ve votka –çok tüketiyorlar- daha ilginç geliyor anlaşılan.

Kendilerine özgü olan yiyecekleri ağırlıklı olarak et, kurutulmuş-tütsülenmiş balık, patates ve lahana. Etin kilosu 4-5 dolar ama balık pahalı. Domatesin kilosu 2 dolar, elma yine öyle. Dolma biberi 3-3,5 dolar. Limonun tanesi 50 cent...Yenilen, içilen ve giyilenin epeyce bir kesimi Türkiye’den. Aslında 200 milyonluk zengin bir Pazar ve herşeye açık şu anda (üstelik Türklere karşı da olumsuz önyargılı olmadıkları anlaşılıyor). Bu açığı en iyi kapatacak ülke bizimki ama mutlaka AB diye ısrar ediyoruz nedense. Gördüğüm tüm Asya ülkeleri ticarete ve tüketime açık. Keşke aklımızı başımıza alabilsek ve “büyük abi” lik taslamadan, inşaat sektörünün dışında da buralarla ciddi işbirliği yapabilsek.
_________________
Mersinden sevgilerle

F650gs Dakar 05, Supershadow 07
.
ZZR 600 91
.
CBF 400 78
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi
YektaAli
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Oct 14, 2004
Mesajlar: 2253
Nerden: TEKİRDAĞ

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 8:55 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Fotoğraflar ile süslenmiş bir roman gibi okudum gezinizi.Çok zahmetli ,adrenalin'i ve temposu yüksek bir tur olmuş.Bu arada "İkiteker"ve "Emok" stickerlerini binlerce kilometre ötede görmek çok hoş.Teşekkürler.
_________________
www.yakurtulus.com
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
mkelleci
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jan 24, 2005
Mesajlar: 2263
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 9:00 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Gidilirdi gidilmezdi xyz,

hoşgeldiniz,

ellerinize yüreğinize sağlık,

çok güzel gezmişsiniz.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Alperence
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Kayıt: Jan 11, 2007
Mesajlar: 81

MesajTarih: Sal Ağu 28, 2007 11:06 pm    Mesaj konusu: slm Alıntıyla Cevap Ver

İnanılmaz ya şiir gibi okudum yazdıklarınızı film gibi izledim resimlerinizi ALLAH tekerinize elinize yüreğinize zeval vermesin harika inanılmaz mükemmel tebrikler kalın sağlıcakla...
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi Yahoo Messenger
Felek
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Apr 23, 2007
Mesajlar: 348
Nerden: KEŞAN === ORDU

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 6:05 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Ellerinize yüreğinize sağlık.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder MSN Messenger
susir
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Mar 08, 2005
Mesajlar: 293
Nerden: Denizli

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 7:09 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Tek solukta okudum, vallahi. Bir anda Rusya'ya gittik ve Baykalda balık yiyip geri donduk sanki. Kaleminize saglik, bu geziyi bizlere yasattiginiz icin cok tesekkurler...
_________________
Hakan Yasar
Denizli
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Yahoo Messenger MSN Messenger
r_t_p
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Oct 09, 2006
Mesajlar: 156
Nerden: ankara

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 7:11 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

süper bir gezi olmuş. elinize sağlık.

insan böyle alışılmadık yerlere gidince yaşadığı yere de farklı bir gözle bakıyor artık. bir gün ben de giderim böyle uzaklara inşallah.
_________________
F 650 GS 2005
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
BERSAY
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Apr 19, 2006
Mesajlar: 596
Nerden: Üsküdar

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 7:42 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Tek kelimeyle muhteşem icon_wink.gif
_________________
Yaşadığım hiç bir şeyden pişman değilim Öfkem yaşayamadıklarıma...

____________________________________
HAYDAR KAZAK
0532 413 25 83

HONDA CBF 500
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et AIM Adresi Yahoo Messenger
bertan
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Apr 20, 2006
Mesajlar: 781

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 8:34 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

başlığı gördüğümde bir gezi planı sanmıştım, sunumunuz çok güzel, bir solukta okudum, çokça da fikir verdi. Teşekkürler. icon_smile.gif

Baykal ne güzel bir ortam, ancak anladığım kadarıyla, sadeliğini turizme hediye etmiş gibi.

Rusya, sizin anlattığınız kadarıyla, aynen kafamda canlandırdığım gibi, nesi için oraya gitmeliyim? sorusuna vereceğiniz cevapların çok az olduğu bir yer.
_________________
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
MCE63
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Apr 19, 2007
Mesajlar: 419
Nerden: İstanbul

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 8:56 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

spartakus raporunuz harika, Rusya rahberi gibi olmuş, bir solukta okudum.Gerçektende yolların endurocu için çok sıkıcı olduğu görülüyor fotoğraflardan. Herşeye rağmen ; Baykal Gölü kenarında, memleketten 11000 km. uzakta Yeni Rakı ve levrek yorgunluğunuzu almıştır sanırım. Emeğiniz için teşekkürler, sevgiler saygılar.
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder
VAP53
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Jul 28, 2003
Mesajlar: 12125
Nerden: İstanbul/Çanakkale

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 9:43 am    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

Sevgili Fatih hocam ellerine, emeklerine saglik. Nefis bir gezi oldugunu zaten Cem'le yazismalarimizdan biliyordum ama bu kadar da guzel oldugunu tahmin etmiyordum.

Bu guzel rapor icin de coook tesekkurler, daha nice kilometre ve raporlara insallah. icon_rolleyes.gif icon_wink.gif
_________________
Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli

Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder E-mail'i gönder AIM Adresi
spartakus
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Kayıt: Sep 11, 2005
Mesajlar: 70

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 9:36 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

silver59, her iki stickerin de olması güzel elbette. İlginize teşekkürler.
mkelleci, "gidilirdi gidilmezdi xyz" .... anlaşılmıştır! Gidersin olur... Sağol.
alperence, çok teşekkürler.
felek, teşekkür ederim.
susir, levrek gerçekten lezzetliydi. Olmasa ne ki, biz açtık... daha uzun geziler size de nasip olsun.
r-t-p, teşekkürler. Bir geziyi yapmak istemek birinci, yapmak ilk şart. Herşey gönlünüzce olsun.
BERSAY, teşekkür ederim.
bertan, uysal görünen hırçın bir doğada ağır bir yolculuk oldu ama asla "ilginç değildi" diyemem. İnsanlarla diyalog kurabilseydim(k) "muhteşem" olacaktı. Nihayetinde, coğrafyayı ve insanını tanımak üzere bir yerlere gidiliyor. İlginize teşekkürler.
MCE63, teşekkürler. Balığın yanında rakı olmasaydı "vay şimdi rakı olsaydı" diyecektik. Bunu dememek için şişemizi yanımızda taşıdık ve değdiği kesin.
VAP53, bir ara kulağınızı çınlattık Cem'le. İlginize teşekkür ederim.

Sağlıcakla kalınız
_________________
Mersinden sevgilerle

F650gs Dakar 05, Supershadow 07
.
ZZR 600 91
.
CBF 400 78
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder AIM Adresi
funkstar
Tecrubeli Uye
Tecrubeli Uye


Kayıt: Mar 14, 2006
Mesajlar: 1645
Nerden: 34

MesajTarih: Çrş Ağu 29, 2007 9:58 pm    Mesaj konusu: Alıntıyla Cevap Ver

detayları okumadan fotoları hızlı hızlı geçtim saat itibariyle, ama şunu söylemeliyim ki hala agzım açık.. ne desem az kalır, bravo diyim özetle.
_________________
http://serhatgursoy.com
r1200GStar
Başa dön
Kullanıcı profilini gör Özel mesaj gönder
Mesajları göster:   
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder    Ikiteker Motosiklet Grubu Web Sitesi Forum Ana Sayfası -> Geziler/Toplantilar Tüm saatler GMT
Sayfa 1, 2, 3, 4  Sonraki
1. sayfa (Toplam 4 sayfa)

 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız
Forums ©

   
 

All logos and trademarks in this site are property of their respective owner. The comments are property of their posters, all the rest © 2002 by me
You can syndicate our news using the file backend.php or ultramode.txt