Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
O bolgede bize ilk tembihlenen sey, pazarlik yaptiginiz bir hizmetin bedelinin , hizmet oncesi odenmesiydi.
Aksi taktirde hizmet sonrasi verdikleri sozu inkar edebilecekleriydi. Ki sadece bir kez oyle bir hataya dusup de dedikleri sonucla karsilasinca, sonuna dek hak verdik ve bu adamlara gercekten guvenilmeyecegini ve de Atasozlerinin bosa olmadigina yasayarak sahit olduk.
Fakat bir o kadar da korkak adamlar.
4-5 delikanlinin benim (bile) yuksek sesle uzerlerine yuklenip ettigim hakaretlere, kuyruklarini bacak aralarina yerlestirerek durumu kabullendiklerini de yasadik. _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Kayıt: May 09, 2004 Mesajlar: 195 Nerden: İstanbul
Tarih: Prş Oca 06, 2011 8:29 am Mesaj konusu:
VAP53 demiş ki:
4-5 delikanlinin benim (bile) yuksek sesle uzerlerine yuklenip ettigim hakaretlere, kuyruklarini bacak aralarina yerlestirerek durumu kabullendiklerini de yasadik.
İyi de Ahmet abicim, senin cüssenin maşşallahı var.. ben yürüdüğümde öyle şey olmuyor.. misal aqabaya inmeden önceki son yerleşim yerinde gece yarısı 8-15 yaş gurubundaki veletlerin taşlı, sopalı ve maytaplı saldırısına uğradık, bazılarına tekme tokat bile girdim ama sonunda kuyruğu kıstırıp kaçan biz olduk valla , hem de ne kaçış öyle böyle değil yani
ama çölde veya petrada iki bedevi dövmeden geldik ya , valla ikimizin de içinde kaldı.. bir dahaki sefere sırf bir kaçını dövmek için gideceğiz galiba _________________ Levent Kalpakci
Kayıt: May 27, 2008 Mesajlar: 198 Nerden: İstanbul
Tarih: Cum Şub 04, 2011 8:11 am Mesaj konusu:
RuzgarEsmez demiş ki:
… İyi de Ahmet abicim, senin cüssenin maşşallahı var.. ben yürüdüğümde öyle şey olmuyor.. misal aqabaya inmeden önceki son yerleşim yerinde gece yarısı 8-15 yaş gurubundaki veletlerin taşlı, sopalı ve maytaplı saldırısına uğradık, bazılarına tekme tokat bile girdim ama sonunda kuyruğu kıstırıp kaçan biz olduk valla , hem de ne kaçış öyle böyle değil yani …
Daha sonra Levent’le üzerine konuştuğumuz bir film var. Brezilyadaki çocuk çeteleriyle ilgili; Tanrı Kent ya da başka bir deyişle Cidade de deus. İzlemek gerek.
Rapora devam; Petra – Lut Gölü, Damascus (Şam)
Kahvaltı ardından sabah Petradan yola çıktık.
Yol, hedef; Lut Gölü ve ardından Şam. Ancak bu konuda kesin bir kararımız yok, belki de Ölü Deniz’de konaklarız. Kafamıza göre gideceğiz. Zaten öyle de oldu…
Kafamıza göre gittik.
Petradan çıkmadan evvel daha önce zincir yağlarımızı kaybettiğimiz için Wadi Rum sonrası doğru düzgün yağlamadığımız ve temizlemediğimiz motorlarımızı önce şehrin çıkışında bir benzin istasyonunda yıkadık, benzin aldık ve oralarda bir yerde bir dükkan bulup zincirleri yağladık. Ancak yağ felan almadık.
Ardından Karak’a kadar kuzeye çıkmak üzere yola düştük. Lut Gölü için Kadak’a vardıktan sonra batıya yöneleceğiz.
Yoldan bir kaç poz.
Burası ise son durduğumuz yer.
Buradan aşağıda Ölü Deniz var.
Tepeden, durduğumuz yerden gözüküyor. Aşağıda kuzeye doğru uzunlamasına. Doğu yanında da yol. Karşısı İsrail. Vaadedilmiş topraklar meselesi vesaire.
Tepelerden indik aşağıya. Bu sırada öndeyim. Leventin sırtında GoPro çekim yapmakta. Sol yanımız Ölü Deniz. Tesisler daha yukarıda olsa diye düşünerek devam ederken Leventin gelmediğini görünce geri döndüm.
Tahmin ettiğim gibi gözü sol yanımızdaki Ölü Denizin kıyısına ilişmiş. Dedi bi girelim şöyle kıyısına motorlarla fotoğraf çekeriz.
Tamam girelim.
Kayalıkların arasından bir delik bulup geçtik.
Suya doğru, Lut gölünün kıyısına doğru gidiyorum. Ancak var epey daha oraya…
Bildiğimiz normal bir deniz ya da göl ya burası anasını satayım.. Gidiyoz..
Önce her şey normaldi.
Öndeyim Levent de geriden geliyor...
Sonra yarım metrelik bir basamağa gelince durdum. Zemin yarım metre kadar aşağı kaymış. Orada ufak bir duvar var.
Bu sırada Levent ise sol gerimden geliyordu.
Geldi geldi.. Orayı gördü ve yapılması gerektiği biçimde gazı verip motorun önünü hafif kaldırıp çok güzel zıpladı oradan.
Levent’i DRZ ile havada gördüm.
Çok güzel süzüldü ve kondu. Bu gelişine yapılan şık da bir haretti..
Ancak yere inmesiyle, ki önce arka teker kondu-herşey olması gerektiği gibiydi, şu oldu…
Bunu an be an gördüm.
Neredevar motor kafaya geçiyordu, Levent ise gösterdiği refleksle güzel uzaklaştı DRZ’den.
Baktım bir şey yok.
İşte.. İyi misin? İyiyim durumları.
Bunun sebebi o basamaktan aşağısının başka bir dünya olması. Özellikle de ilk birkaç metresi. Arkasından yine benzer alanlar.. Ancak bunu dışarıdan baktığınızda anlamıyorsunuz. Bu takıldığımız yer gibi kimi yerlerde üstteki zeminin bir karış altında bambaşka bir yapı var.
Baktık bir zarar ziyan yok sadece GoPronun takılı olduğu tripot kırılmış.
Biz o sırada muhabbeteyiz GoProyu felam çıkartıyoruz, DRZ henüz yerde sarsıntıdan mıdır deniz seviyesinin altında olduğumuzla bir ilgisi olur mu bilemedim…
DRZ’nin depo epey bir fokurdadı düzeltip açana kadar.
Sonra?
Tüm bunlar olurken ben de kek gibi aşağı inmiştim. Motoru çalıştırıp gaza dokunduğum anda 640’ın arka battı.
Arka teker o biçim.
Daha evvel gördüğüm cinsten bir çamur değil bu.. Yok yok mesele çamur değil. Mesele çamurun yerin bi karış altında boşluklarla olması ve zemin yapısı..
640‘ın arkadanın fotoğrafta görüldüğü kadar batması çok az bir gaz vermemle oldu. Bastığın yerin altı var mı yok mu belli değil.
Bir de bu kadar da yük.
İki metre ilerletsek tamam. Biraz ileride zemin sertleşiyor. Bakındım düzgün bir tahta parçası buldum o olmadık yerde. Motoru iki yana oynat altını biraz deş derken yarım metrelik tahtayı arka tekerin önüne yerleştirdik.
Gazı verip ittirince de çıkardık o bataktan.
Tamam.
Çıktı mı çıktı motür.
Bu süreçte tabii önceleri kılık kıyafetimiz üzerimizde, ancak böyle…Sıcak da biraz..
Hangi akla hizmet girdiysek oraya.
Hadi Levent giriyor motoru hafif, sen dur değil mi?
Ardından meselenin diğer bir boyutuna geçtik.
Buraya girdik de buradan bir de çıkmamız, geri dönmemiz lazım.
Yokuş felam değil ki inerken insanın aklına düşsün yahu buradan nasıl çıkacam diye. Sahil burası düpdüz sahil. Yersen..
Motorumu ve yükü biliyorum o motor hayatta çıkmaz oradan indiği gibi geri.
Levent dur ben bir deneyeyim dedi.
Bu çok hoşuma gitti.
Deneyecek..
Al dedim al, hemen dene. Hemen…
Bindi benim yüklü 640’a… İki metre gitti kuruda ve hemen indi çeşitli küfürlerle.
O motor o ağırlıkla oradan geçer mi?
Sonuç?
Boşalt…
Eşyaları boşaltacağız.
Anasını satayım.
İş.
Ter.
Soyun dökün..
Eşya taşı. Yeniden yükle... Bir ton iş..
İstemeye istemeye; Petra sopamı, lastikleri, top case’i ve yan çantaları indirdim motordan. Bir de lastiklerin havayı biraz indirdik.
Sonra indiğimiz yere vurdu Levent çıktı.
Çıktı da..
Bilsem ben çıkartırdım.
Usta çıktın oradan dur değil mi?
Abiciğim herif gidiyor.
Napıyor yahu felam derken..
Levent bir km felam gitti.
Ne bir km’si adam ufuk çizgisine gitti.
Bağırıyorum olum napıyorsun… Çeşitli küfürler..
Abiciğim herif aldı başını gitti.
Ulen bu eşyaları kim taşıyacak?
Al o zaman..
Allam..
Neyse ortada bir yerde buluştuk..
Levent’in o kadar gitmesinin sebebi etraftaki göçük ve çukurlar.
Ki tüm bunları bu kadar anlattıran bana asıl mesele de bu.
Çamura batmak motoru boşaltmak felan mesele değil.
Mesele şu ki; çook acayip bir yerdeyiz.
Ufaklarının dahi iki metre civarında derinlikleri ulan, çapları da 3-4 metre ile 20 metre arası değişen krater gibi gözüken göçükler var etrafımızda.
Yahu bunu farkedince... Ulan hassiktir olduk.. Hart deyi göçücekmiş ayağının dibi gibi oluyon. Aklıma direkt çekme halatı felan geldi. Dedim alayım şunu cebime koyayım noolur nolmaz..
Zaten sonra askerler geldi. Galiba yoldan geçen birileri görüp telefon etmiş. Gölün kenarında bataklıkta, iki sap var gidin kurtarın felan demiş olsalar gerek..
Askerler bas bas bağırıyor megafondan çıkın oradan felam diye.
Altlarında acayip bir jeep tepesi silahlı ama oraya bulunduğumuz yere girmiyorlar araçla.
Bu durumda hepten bi yahu neoluyor olduk…
Neyse aracın tepesindeki askerlerden biri indi yanımıza geldi bi beş dakikada koşa koşa. Yola uzağız epey…
Kafayı mı yediniz ne girdiniz buraya? İşte bilemedik gidik felan fişman.. Askere karşı oldukça itiyatlıydık önce, ancak son derce makul birisi çıktı. Biraz muhabet ettik. Fotoğraf çekebilir miyiz dedik olmaz dedi. Ardından yardıma ihtiyacımız olup olmadığını yeniden sordu ve gitti.
Aşağıdaki fotolar bundan önce eşyaları taşırken..
Taşı yawrum o lastikleri.. de topcase’i kim taşıyacak?..
Taşıdık eşyaları da bir şey kaldı orada.
Petra sopam.
Askerler gelince orada kaldı geri de dönüp o kadar yolu almadım.
Sonrası eşyaları yükle, bağla ve çık oradan. Zincirlerde ise ne yağ kaldı ne bir şey. İyi ki sabah yağlamışız… Diğer yandan o çamur yağlı gibi bir şeydi zaten.
----------
Çıktık asfalta git git gittik. Bi yarım saat ya gittik ya gitmedik tesisler başladı Ölü Deniz kenarında.
Saat 4-5 gibi bir şeydi. Baktık tesis güzel, yemek var o bu.. Dedik girelim buraya. Damascus ise yine geceye artık..
Girdik havuz kenarındaki masalardan birine eşyaları koyup üzerimizi değiştirdik.
Ortam çok temiz olmakla birlikte biraz sinekliydi.
Bir önceki atraksiyonumuzun ter’i halen üzerimde olduğundan havuza şöyle bir girip çıktım.
Bu çok iyi geldi. Hava da güzeldi.
Sonra dedik aşağıya..
Ölü Denize..
Ne var ölü denizde.. İşte su seni kaldırıyor felan.
İyi.
Tabi bundan önce orada çamurcu var. Çamur aldık çamurcudan. Lut Gölünün dibinden çıkartıyorlarmış.
Sürün babam sürün.
Arap olduk..
Verdik kamerayı çamurcuya, dedik çek.
O da bunları çekmiş..
Şu ilk fotoğrafa bakınca kendim bile korkuyom…
Sonra da bunları…
Bunca çamur çıkar mı sonra?
Beş on dakika eğlendik Ölü Denizde. Ulen bu ne felan. Su gibi değil zaten.
Sonra yarım saat duş aldım.
Ardından da sahilin yukarısındaki tesiste yeniden bi havuza girdim.
Yemek güzeldi.
Epey bir keyif yapıp, toparlanıp Damascus’a doğru yolumuza koyulduk.
Gece, karanlığın içinde güzel yol yaptık.
Şam’a (Damascus) vardığımızda gece yarısı olmuştu.
Cok iyi ya, eh onca tuza bulandiginiza gore artik; pastirma da yeseniz, terleseniz de, kokmazsiniz ne guzel... _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Kayıt: May 27, 2008 Mesajlar: 198 Nerden: İstanbul
Tarih: Pzr Mar 13, 2011 10:39 am Mesaj konusu:
Şam(Damascus) ve Beyrut
Damascus’a vardığımızda gece yarısıydı. Murat konakladıkları otelin koordinatlarını göndermişti. Otelin yerini bu yolla kolaylıkla bulduk ve başka bir yere bakınmakla da uğraşmamış olduk.
Otel Al Maged.
Sabah önünde motorları yıkattık..
Sonrada çarşı Pazar dolaştık.
Bir ara müzeye baktım ancak kapalydı.
Gece ise Oriental Restaurant’a gittik. Katolik Klisesinin yakınlarında şehrin hıristiyan kesimindeki bu restorandaki yemekler ve belli bir saatten sonra kıvamında tıngırdayan ud’da güzeldi.
Ardından şehrin yine Hıristiyan kesiminde dolaşıp Piano adlı bir barda takıldık..
Bir gün evvel gece yarısı şehre girdiğimizden Şam’da iki gece konakladık. Denk gelirse bu şehri bir daha görmek isterim.
Ertesi sabah çıktık Lübnana doğru yola koyulduk.
Yol kısa bir mesafe iki saat. Sınır geçişi biraz oyalıyor. Yolda da biraz oyalanıp Beyrut’a doğru yola koyulduk. Lonley Planet’da Beyrutla ilgili olarak en tehlikeli şeyin trafik olduğu yazıyor. Bunu Lübnan’a geçtikten sonra hissediyorsunuz da. Yine de herhalde böyle okuyunca insanın gözünde mi büyüyor nedir, ben çok daha feci felaket bir trafik bekliyordum.
Sınırı geçtikten sonra bir şeyler atıştırıp birer de Kahve içtik. Şöyle bir durduk tabiri caizse.
Bir coğrafyada ilerlerken yirmi kilometre sonra trafiğin de her şeyin de değişmesi çok acayip bir şey.
Şehre girdik içerilere denize doğru gidiyoruz. Birilerine soralım olduk ve resmi bir binanın önündeki polislerin yanında durduk. Durduk da böyle polis görmedim ben. Adamlarda yok yok. Ellerindeki acayip silahlardan kıyafetlerinde takılı el bombalarına kadar.
Bunun dışında şehir içinde kimi köşelerde askerler panzerlerle bekliyordu sürekli. Birde burada Polis arabaları Dodge Charger. Hakkaten güzelduruyor..
Neyse.. Polisler yardımcı oldu ve oradan geçen motosikletli bir polis bize otele kadar rehberlik etti.
Yine Lonley Planet’dan bulduğumuz otelimiz (Port View Hotel).
Motosikletlerimizi de otelin karşısına bağladık.
Otele yerleştikten sonra hemen aşağısındaki Name This Bar’da yol için iki bira hüplettik. Burası ufak kimi zaman canlı müzik olan şirin bir bar.
Gece ne yaptık? Şöyle bir şehri turladık galiba hatırlamıyorum.
Bir daha gitmek lazım.
Zira Beyrut, işte o hep bahsettikleri gibi oldukça başka bir şehir. Ancak bunu farketmesi anlaması pek de kolay değil. Bu şehir hakkında yeterince fikir edinebildiğimi düşünmüyorum. Bir de zengin bir yer. Lüks araçlar binalar.. Bunun sebebi Lübnan’ın bankacılık sistemiymiş. Anladığım kadarıyla Arapların paraları burada bu şehrin bankalarında.
Şehirden bir kaç fotoğraf.
Oradakiler Yılbaşı için koca bir ağaç süslemesi hazırlıyorlardı.
Ardından şehir merkezinde dolandık.
Öğleden sonra ya da ikinci gün hatırlamıyorum.
Orada tanıştığımız bir arakadaşın rehberliğinde zaten aklımızda olan Byblosa gittik. Dünyanın en eski beş şehrinden birisi olan ve incil’e adını veren bu kasaba Beyrut’un merkezine 35 km mesafede. Oldukça şirin turistik bir yer. Ufak koy ve deniz kıyısı bize Asos/Behramkaleyi çağrıştırdı.
Byblos’da oturup bir şeyler atıştırdığımız Finike restoran.
Buradan bir kaç kare, son derece keyifli ve yemekleri de bir o kadar lezzetli bir yerdi.
Burada sipariş ettiğimiz Makle.
Yemek ardından Byblos’un sahilinde iki turlayıp,
Beyrut’a döndük.
Kadığımız otel, Lübnan’ın gece hayatı zengin Gemmayzeh adlı bölgesinin birkaç yüz metre ilerisindeydi. Burada güzel barlar var.
Artık hafta sonumuza gelmiştik. Levent Cuma ya da Cumartesi memlekete döndü. Sabah çok erken, vakitlice yola çıktı. Ara ara mesajlaştık. Sürerek Ankaraya kadar gitti, gitmiş.
Cumartesi son gecemdi. Pazar akşam sekizde Gaziantepten İstanbula uçağım var. Öncesinde de motoru teslim etmem lazım.
Dedim olmaz bu iş ama yine de bir Gazianten Taşımacılığı arayayım. Aradım, İstanbula gönderilmesi için Pazar günü motosikleti bırakabileceğimi teyid ettim ve bilgi aldım.
Sonra da gündüz şehri dolaştım ve Beyrut Ulusal Müzesini ziyaret ettim.
Buradaki tarihi eserlerin pek çoğu Byblos’dandı. Müzeden bir kaç fotoğraf...
Müze ziyareti ardından bir şeyler yemek için Beyrut’un eski lokantalarından birisin olan Gammayzeh’deki Le Cheef’e uğradım. Sahibi motoru TR’yi görünce Ooo Istanbull gibilerinden muhabbete girdi. Le Cheef salaş güzel, eski bir lokanta. Burada yemek yanında bir duble Arak istedim, 5 cc’lik ufak şişede geldi. Malüm yeme içme, eğlence hayatı gayet zengin bu şehirde..
Yemekten sonra da şehrin 25 km kuzeyinde bulunan The Lady of Lebanon’a çıktım (http://www.harissa.info/flash.htm). 600 metre yüksekliğindeki tepede bulunan bu koca heykelin bulunduğu yer’e aşağıdan teleferikle çıkıyorsunuz. Oldukça keyifli bir manzara var. O sırada makinanın şarjı bittiğinden fotoğraf alamadım. Ancak güzeldi burayı görmesi de. Youtube’da bir videosunu buldum.
Sonrası yeniden Beyrut. Ee günlerden Cumartesi. Gece epey bir yer dolaştıp güzel zaman geçirdim. Galiba saat dört gibi uyudum. Sabah telefonun alarmını duymadım ancak öğlenden evvel yola çıkmayı başardım.
Yol beklediğimden hızlı geçti, bitti. Yol üzerinde Suriye sınırına yakın Trablusdan sonraki ufak yerleşim birimlerinin ve etrafın hali ile Beyrut ve etrafının ilgi ve alakası yoktu.
Suriyeye geçip tapa gaz yola devam ettim. Ardından da Antakyadan memlekete geçtim. Buralarda hava biraz soğudu. Motosikleti Adanadan kargoya verip makul, daha geç bir saate, uçak bileti almam gerektiği aklıma düşmüştü ancak Adanada Pazar akşamı Kargo bul, motoru ver v.s ayrı bir iş olacağından ve aklım motosiklette kalacağından bu işe girişmedim. Gaziantep’e varıp motosikleti teslim edip havaalanına gittiğimde uçak da yenice gitmişti.
Bir sonraki uçak sabah 03:45’de. Bileti değiştirip şehre dönerken burada bulunmuş arkadaşları aradım. Dediler ki, o hep duyduğumuz, İmam Çağdaş’a git Ali Nazik ye artı ufak ufak söyle kebapları onlar getirir. Akşam sekiz buçuk ya da dokuza doğru İmam Çağdaştaydım. Ancak ne kebap kalmıştı ne de tatlı. Uçak felan değil de.. Bu İmam Çağdaşı kaçırmak kötü oldu.. Zaten yol boyu bir şey yememiştim. Sordum nereye gideyim dedim. Bir yer dediler, gittim orasının kebaplarda iyi değildi.. Bu kebapçıya giderken kalenin oradaki Naip Hamamı gözüme ilişti. Pek hamama gitmişliğim yoktur. En son askerde gitmiştim. Yemekten sonra hamamın yolunu tuttum. Hamam iyi geldi. Dinlenme yerinde iki bardak nar suyu hüüpletip iyice giyinip havvalanına döndüm.
Saat gece yarısıydı. Üç Kırkbeş diye uçak mı olur? Ee oluyormuş demek ki.. Ee onca hamamdan sonra nolur insan? Uyur değil mi. Aklıselim bir THY görevlisi uyarınca uyanmışım, son çağrı dedi.
Gidiyor muyuz gidiyoruz dedik. Yola çıktık, iki hafta gezdik. Güzel zaman geçirdik. Aşağılarda Leventle buluştuk. Yolda başka arkadaşlar gördük. Murat’ı Kızıl denizde bir an önce yakalamaya çalıştık. Yolda kendisine saydırdık. Aqaba’da Efes içtik. Güzel insanlarla tanıştık, Wadi Rum’da motora bindik, buna doyamadık. Petrayı gezdik. Lut Gölüne saplandık. Şam’ı Beyrut’u gördük. Tüm buralar hakkında bir fikir edindik. Kendimizce güzel gezdik…
Daha evvel gündüz denk gelmiştim. Boğaz açık havada yukarıdan çok güzel gözüküyor. Koca bir nehir gibi..
Sonuç, bu gezi iyi geldi. Her bir anını hatırlıyorum.
Kısmetse devamı başka diyarlara artık.
Go Proları işlersek olur da iş edinip, eklerim.
Tekeriniz her daim düz bassın & yolunuz açık olsun.
Bu saatte iyi geldi, hele de anlatim tarzin cok daha iyiydi ve sonucu cok degisik ama keyifli baglamissin. Sagol! _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Kayıt: Oct 14, 2004 Mesajlar: 2253 Nerden: TEKİRDAĞ
Tarih: Pts Mar 14, 2011 7:16 pm Mesaj konusu:
A_KLR97 demiş ki:
Hem motosikleti ve uzun rotaları seven, hem de fotoğrafla uğraşan biri olarak diyebilirim ki; Yukarıda ki iki fotoğraf tüm raporun en iyi çalışmalarıdır. Mükemmel ters ışık, siluet ve kompozisyon olmuş. Bu yıl için bir iki plan yapmıştık ama iç olaylar ve karışık bölge nedeniyle bir zaman için erteledik. Kısmet olursa oraları fotoğraflamak için sabırsızlanıyorum. Emeklerinize sağlık.. _________________ www.yakurtulus.com
Kayıt: May 27, 2008 Mesajlar: 198 Nerden: İstanbul
Tarih: Pts Mar 14, 2011 9:20 pm Mesaj konusu:
YektaAli demiş ki:
Hem motosikleti ve uzun rotaları seven, hem de fotoğrafla uğraşan biri olarak diyebilirim ki; Yukarıda ki iki fotoğraf tüm raporun en iyi çalışmalarıdır. Mükemmel ters ışık, siluet ve kompozisyon olmuş. Bu yıl için bir iki plan yapmıştık ama iç olaylar ve karışık bölge nedeniyle bir zaman için erteledik. Kısmet olursa oraları fotoğraflamak için sabırsızlanıyorum. Emeklerinize sağlık..
Sağolun Yekta Ali. Teşekkürler.
Fotoğraf için malzeme bol oralarda. Üstelik gitmesi de son derece kolay. Vize yok benzin ucuz bilmem ne. Bir zamana bakar..
Bu olayların pek de etki edeceğini olası bir yolculuğa hiç zannetmiyorum bu üç ülke için. Gerçi Lübnan başka bir yer.. .Yine de olsa olsa sınır geçişlerinde biraz oyalanırsınız diye düşünüyorum. Yerinizde olsam ertelemezdim bu sebeble.
Zira,
A_KLR97 demiş ki:
... Yani Mısır işi yattı. Bu iyi de oldu zira hepi topu iki haftalık yolculuk süremizde koşturmaca olacaktı. Birde bu saçma sapan işlerle uğraşmamış oldum....
geldikten sonra malüm, arap ülkelerinde çıkan olayları ilgiyle takip ettim. Süprüz olmasa gerek bu gelişmeler. Mısır konusunda umrum yokken görmüş olmayı istediğimi farkettim. Bir de Lübnan'da Bekaa Vadisini, kampları görmeyi istemiştim ama kaldı. Bildiğim kadarıyla Hizbullah kontoründe güvenli bir bölge.
Bir de sonradan öğrendim Ürdün'de 1.750.000 Filistin göçmeni varmış. Yine büyük kısmı kamplarda. Taa 1948'den beri bir kısmı...
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız