Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Mar 09, 2005 Mesajlar: 526 Nerden: Üsküdar/Kadıköy
Tarih: Prş Eyl 08, 2005 11:01 am Mesaj konusu: ALIP BAŞINI GİTMEK ve BİR ANI !!
Aslında bu yazıya Erguvan’ın ( Erguvan’ın yolculara gösterdiği yakınlık ve ilgi hayranlık uyandırıyor. Çok yaşa Erguvan.) açtığı “Avusturya-Hindistan yolculuğu.......” başlıklı topiği okuduktan sonra karar verdim ve önce aynı topiğin altında cevap olarak yerleştirecektim ama yazımı bitirip, baştan sona okuyunca daha genel olduğuna ve ayrı bir topic açmaya karar verdim. Umarım yaptığım sadece topic kalabalığı olmamıştır.
Şimdi gelelim asıl konuya: Forumlarda ve diğer yerlerde gördüğüm, böyle alıp başını uzak bir yerlere, özellikle de yurt dışına doğru gidişlerin hkayelerini okumak, fotoğraflarını görmek bende hüzün yaratıyor. Hele ki hedefsiz olunca ( burada “hedefsiz olma” ifadesini özellikle kullandım çünkü bir oto veya motor ile yapılan uzun yolculuklarda bir yere gitmek, ör. Hindistan, Nepal, Paris, Londra vs. vs. aslında ilk çıkış noktanıza nereden döneceğinizi göstermekten başka bir anlam taşımıyor. Aslolan yani asıl hedef yolun kendisi, işin keyfi güzelliği de burada).
İzninizle biraz geçmişe döneyim: Yıl 1977, henüz yaş 17, lise yılları, aileye hiç sorun olmayan çocukluk, gençlik ve okul yılları neticesinde elde edilen sınırsız – tabii maddi koşulların elverdiği kadar- istediğini yapabilme, istediğin yere gidebilme özgürlüğü. Üzerine o yaşlardaki engin hayal gücünü ve yeni yerler görme isteğini de eklerseniz sonuç ne olur?
Sonuç şöyle oldu: mart ayı gibi TMGT’na ( Türk Milli Gençlik Teşkilatı, yani o zamanki söyleyişle “tımgıt”. TMGT’nı MTTB ile karıştırmayın lütfen – çünkü T harfleri nedeni ile ençok onunla karıştırılıyor. O dönemde TMGT gençlerin ve öğrencilerin yurtdışı ile ilgili faaliyetlerine aracılık ediyordu ve uluslararası birçok gençlik/öğrenci kuruluşu tarafından tanınıyordu. 12 Eylül’den sonra kapatıldı.) yurtdışı çalışma kampları ile ilgili umutsuzca bir başvuru yapmış ve konuyu unutmuştum. Haziran’ın başında ise bir süpriz mektup geldi. Evet, tımgıt’tan. Hemen ofislerine gittim (Tünel’de, sanırım Türk-Alman Kitabevi’nin üst katıydı.) İngiltere’deki bir kamptan kabul belgem gelmişti.
Hemen hazırlıklara giriştim. Önce annem razı edildi. Sonra para bulma faaliyetlerine acilen başlandı (Birikmiş param, falan yoktu. O zamanki harçlıklar biriktirilmeye olanak sağlamıyordu). Annem, babam, ortanca dayım, amcam ve sevgili ağabeyim olabildiğince kesildi (ağabeyimin kesilmesi biraz güç oldu ama en verimlisi oydu). E, tabii bende akraba eser miktarda (! – teknik bir deyim)) olunca, finans kaynaklarım da çok kısıtlı kaldı ama işimi gördü.
Gideceğim yer, Norwich (İngiltere) yakınlarında, Tunstead adlı köyde bir büyükçe bir çiftlikti ve amaç da meyve toplayarak günlük harçlıklarımızı çıkarmaktı. Cebime 300 USD koydum (o zamanlar yurt dışına çıkanlar resmi olarak bankadan sadece 600 USD alabilirlerdi ve benim, 18’den küçük olduğum için sadece 300 USD alabilme hakkım vardı), çantamı yüklendim, THY’den İst.- Münih biletimi aldım (bileti yolculuk günü alandan almaya kalmıştım ve yanımda öğrenci belgem yoktu. Üstelik yanlış hesap neticesi cebimdeki TL, öğrenci biletine bile yetmiyordu. Ama bilet satan görevli elimdeki, tımgıt’ın verdiği kamp kabul belgesini geçerli saydığı gibi, para eksikliği nedeni ile USD bozmamı “senin ona sonra ihtiyacın olacak” deyip, kabul etmedi ve sanırım kendi cebinden eksikliği tamamladı. O zamanlarda, toplumumuz öğrencilere biraz farklı mı yaklaşıyorlardı acaba? O görevliyi hep minnetle andım, anıyorum) ve düştüm yola.
Şimdi amacımdan uzaklaşmadan, burada kesip, asıl konuya döneceğim ama yukarıda kullandığım “o zamanlar” ifadesini yeniden kullanmak istediğim 1-2 nokta daha var ki içimde kalmasını istemiyorum: Münih’e indik, pasaport kontrolü. Vize mi? O da ne? Polis sordu “ne amaçla geldiniz?, cevap “İngiltere’ye geçeceğim, burada da 3-5 gün aile dostlarımızla kalacağım” , konuşma bitti. Pasaporta bir mühür : “Turist – 3 ay kalış vizesi”. Belçika, Anvers kenti; trenden inip 1 gece kalacağım, pasaport polisi ilgilenmedi bile, transit vizeyi bastı ve Anvers’te ucuz kalabileceğim bir yer tarif ettiği gibi, üstüne de “1 gece az değil mi? Görülecek bir sürü güzel yer var burada” dye sitem etti. Tövbe, tövbe; yoksa ben hayal mi görmüştüm? Yer; Londra, Dover Limanı, pasaport polisinden aynı soru ve elimdeki belgeyi (acceptance) gösterip, “1,5-2 ay kadar bu kampta çalışacağım, sonra da biraz Londra’da gezip, döneceğim” cevabı. Sonuç vize damgası, üzerine yazı ile “ 3 ay” ibaresi. Tabii vize, vs. adı altında 5 kuruşluk bir ödeme yok...Geçelim.
Aslında anlatmak istediğim, hiç aklımdan ve kalbimden çıkmayan ama ne yazık ki yukarıda anlattıklarımdan sonraki 28 yıl boyunca ( bu süre içinde tabii ki çeşitli uzak yolculuklarım oldu, Rusya ve özellikle Kırgızistan’da çok uzun süreler kaldım ama hiçbirisi alıp başını gitme türünde değildi, işti.. Herşey için yeteri kadar zaman olsa bile sonuçta işti.) gerçekleştiremediğim, özgürce, alıp başını bir yerlere gitme isteğim, özlemimdi.
Şlimdi geriye bakıyorum; özlemimi gidermek için hep, bir sonraki yıl daha iyi maddi koşullara sahip olmayı amaçlamışım. Sonuçta maddi koşullar daha uygun olmuş ama bu kez de eş olmuşum, baba olmuşum, işveren olmuşum, bir sürü sorumluluklarım olmuş. Yani bir sürü dikkate değer bahanem olmuş. Ama özlemlerim aynen devam ediyor, üstelik daha da güçlü ve bu kez ben de daha kararlıyım. 25 yıl aradan sonra yeniden motor kullanmaya başlamam ve yakın gelecekte de daha uygun bir motor sahibi olmaya karar vermiş olmam gizli planımın bir parçası..( mı acaba? İnşallah öyledir.)
Sonuçta, Erguvan’ın yazısındakiler gibi birileriyle ilgili birşeyler okuyunca da fena halde hüzünleniyorum, özlemim kabarıyor ve sanırım bir miktar (çok bir miktar!!) kıskanıyorum.
Bu fazla kişisel yazıyı niye yazdım, niye forumu meşgul ettim, inanın bilmiyorum. Herhalde fazla melankolik, duygusal bir dönemimdeyim. Siz bana bakmayın, ara sıra değişik ruh hallerim olur. Gelir, geçer.
Bu yazıyı sonuna kadar okuyan herkesin sabrına hayran olduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. Teşekkürler. _________________ Dostlukla
Zaten bu Avusturya'lılarda en çok ilgimi çeken bu yola çıkma yürekliliğiydi. Aslında ikiteker'in forumlarında avrupalıların maddi imkanlarının daha iyi olduğundan, motorların ucuz olduğundan dem vurulmuştu. Oysa o kadar iyi imkanları olduğu söylenemezdi. Bir günü bizim ton balığı konservesiyle geçirmişler mesela. İstanbul'u es geçmelerinin sebebi geceyi geçirecek dağ tepe arıyor olmaları. İçlerinden birisinin evi sel suyunda kalmış. Birinin annesi rahatsıdı. Diğerinin erkek arkadaşının bir takım sıkıntıları varmış felan yani hepsinin yola çıkmamak için bir sebebi varmış. Ama neticede yoldalardı. Yarın ne yapacaksınız diye sorduğumda yoldaysan şimdi vardır dedi, yarın olunca bakacağız. Peki dedim bir insan yarını düşünmeden yaşayabilir mi? Şehirdeysen düşünmek zorundasın ama şehirden çıkmamızın sebebi de bu dedi Alfred. Doğru bir bakıma. Oysa bizim 1100 cc makinelirimiz, hepsi sıfır kamp malzemelerimiz olmalı, havada bir tek bulut olmamalı yola çıkmamız için. Ben bir gün motora binip İran'a gideceğimi düşünebiliyordum en fazla oysa kendi kendimi sınırladığımı farkediyorum şu an, daha uzağını da düşünebilmeliyim en azından. Tabi bu yarın olmayabilir. O konuştuğum yolcular da zaten 10-11 yıllık motorcular. Motorları 600cc lik Enduro.
Yola çıkmalı, hemen. _________________ http://erguvan.stumbleupon.com
yapılan yolculuk sadece coğrafyaya değildir, aynı zamanda o coğrafyayı yaşayan insanlaradır
tuzumuz kuru dogmadigimiz icin yurt disina cikisimiz biraz gec oldu. ikiteker virüsünü de biraz gec kaptik ama tam kaptik sanirim. ama is uzun bir seyahat yapma planina gelince tikaniyoruz last voyager'in dedigi gibi. düsünsenize, ancak 6 yil calistiktan sonra 4 haftalik bir tatilimiz oluyor, onu da bir arada kullanma gibi bir sansimiz yok. gecen yil aldigim lonely planet'in "istanbul to kathmandu" kitabi basucu kitabim oldu cikti. insallah önümüzdeki yillarda bu amacimi uygun bir motorla gerceklestirecegim.
isimiz, gücümüz, colugumuz-cocugumuz da olsa, hayallerimizi ertelemeyelim arkadaslar...
Kayıt: May 11, 2004 Mesajlar: 477 Nerden: İSTANBUL
Tarih: Prş Eyl 08, 2005 1:15 pm Mesaj konusu:
İnsanlar hep umutlarla yasamazmı zaten abı..?
Su olumlu dunyaya bır baksan.. Kıme kalmıs kı bıze kalacak.. Bende aynen senın fıkrındeyı yasım 23 ustelık daha basımı alıp gıdemedım bıle.. Sıkıntılar farklı ama hedeflerı aynı.. Ozgurlugumuzu< alıp basımızı gıdememızı saglıyor..
Ha bu sene ha bıdahı sene derken olmuyor.. Hadı askerden sonra dedım yıne olmadı.. yasım genc ama bılıyorumkı bende senın gıbı olucam.. baba olucam es olucam.. Yıne gıdemıycem..
Olsun .. Allah vucut saglıgı versın huzur ve mutluluk versın oda yeter.. Alıp basımı gıtmesemde olur..(dıyıp avunuyorum napım ıste)
Kayıt: Jun 23, 2005 Mesajlar: 2823 Nerden: İSTANBUL
Tarih: Prş Eyl 08, 2005 2:34 pm Mesaj konusu:
Yazılanların hepsi birbirinden güzel.Özellikle Erguvan'ın cümleleri nefis. Bugüne kadar sayısız gezi kitabı okudum. Burada yazılanların her biri her bir kitabın ayrı ayrı önsözleri niteliğinde. Elinize,dilinize sağlık.
2000 yılında bisikletle Antalya İzmir arasını sahil şeridi üzerinden katettiğimde, İzmir'e girerken dünyalar benim olmuştu. Kaldırıma oturup eşi dostu aramıştım. Sanki çok uzun yol, 1000 km bile değildi. O günden beri nerede bir bisikletli ya da motorlu uzun yol yapan biri görsem mutlaka durdurur biraz sohbet ederim.
Şimdi şu bisikletin motorlusuna iyice bir alıştıktan sonra motorla uzun yol hayallerim yavaş yavaş motorla uzun yol planlarıma dönüşecek inşallah...
Okuduğum o gezi kitaplarının birinde güzel bir cümle vardı,sizinle paylaşmak isterim:
"Yol, yola hiç çıkmayanlar ya da yeni çıkanlar için uzundur."
Lastvoyager,
77'de 17 yaşında olduğuna göre aramızda 5 yaş var. (Ben küçüğüm) Ama anlattıkların beni o denli etkiledi ki, bir şeyler yazmak ve paylaşmak ihtiyacı duydum. Seni gayet iyi anlıyorum.
Bizim kuşağımız, günümüz kuşağına göre sanıyorum biraz daha baskı ve sorumluluk altında yetiştik/yetiştirildik. Hep "bir daha ki sene", "okul bitince", "dayın gelince" vs. vs. erteledik, bir türlü plan yapamadık. Bildiğim bir şey var, kum saatimiz (Ömür) işliyor ve hayat elimizden kayıp gidiyor. Bir kitapta okumuştum, aklımda kalanları yarım yamalak da olsa seninle paylaşacağım.
Yazar diyordu ki;
Bugünkü aklım olsa;
Terli terli daha çok su içer,
Yalınayak dolaşır,
Daha az buluntulu olur,
Daha yükseklere tırmanır,
Daha çok risk alır,
Dostlarımla daha çok vakit geçirir,
vs,
vs,
vs,
Ama bugün biliyorum ki 85 yaşındayım ve ölüyorum...
Kayıt: Non 0, 0000 Mesajlar: 3352 Nerden: New York
Tarih: Cum Eyl 09, 2005 4:56 am Mesaj konusu:
LastVOYAGER, cok benzeri yollardan gecmisiz seninle... vay be... Ne guzel yazmissin... Ne guzel okudum, sagol...
Siddhartha da unlu bir laf vardir (Hermann Hesse nin unlu kitabi), der ki "Dun olanlar gecmiste kaldi ve artik hicbir onemi yok... Yarin olacaklari ise hicbirimiz bilmiyoruz. Hayat su anda yasadigimizdir".(*)
Yanliz hayalleri degil hicbirseyi ertelememek lazim, hayat cok kisa, ve yapabileceginiz seylerin sayisi gun gectikce azaliyor.
The Sheltering Sky diye bir film vardir, Debra Vinger ve John Malkovitch in oynadigi... orada da ilginc felsefi konusmalar gecer... Birinde soyle bir kavramdan bahseder; "Yasayacaginiz seyler hayatinizda belli (sınırlı)sayilarda tekrarlanir. Kac kez oturup gun batisini yada dogusunu izlediniz?Kac kez dolunay yada hilal gorebilirsiniz?" bu turden bir konusmaydi ve cok dogrudur.
Hayat parmaklarinizin arasindan akar giderken unutulmaz anlari, anilari yasamak yakalamak lazim. Gunun birinde geriye donup baktiginizda hatirladiginiz sadece bu "unutulmaz anlar" dan olusan film... Kisa metrajli olmasina izin vermemeli...
(*)Bu cumleyi kitap elinde olan bir arkadas var da tam olarak yazabilirse memnun olurum, ben okuyali sanirim 35 yil oldu, bukadar kaldi aklimda
Kayıt: Oct 06, 2003 Mesajlar: 749 Nerden: istanbul
Tarih: Cum Eyl 09, 2005 8:15 am Mesaj konusu:
çok güzel ifade etmişsin lastvoyager, belki de büyük çoğunluğumuzun hissettiklerini yazmışsın, sıkılmak ne kelime, tekrar tekrar okudum. Ertelememek gerek diyoruz ama hep bişeyler çıkıyor işte, en önemlisi de evlilik ve çocuklar (özellikle çocuklar). Onları nasıl bırakıp öyle aylarca hayallerimizin peşinde gidebiliriz, düşünüyorum da bir türlü cevabını bulamıyorum. Hep biraz daha büyüsünlerin ardına sığınıyorum, e o da hayalleri ertelemenin bir başka mazereti değil mi zaten...
ellerine sağlık gerçekten _________________
Sevgili Levent o kadar guzel yazmissin ki, bitirdigimde derin bir "ohh" cekmisim...
Ben de ayni hayal ile yanip tutusuyorum, "hele bir cocuklari da evlendirelim de" diye bekliyorum. Ama biliyorum ve de inaniyorum ki; hayatta hicbirsey, yapmayi dudundugun/aklinda olan birseyi imkanlarin dahilinde uygulamaMAya degmez. Elindeki imkanlari zorlayip, hayalini gerceklestireceksin..! (Bak ben ikizleri evlendireyim de gor sen hele beni... ) _________________ Sevgiler.
V.Ahmet PINAR - IST. & Geyikli
Turkiye durmaksizin doguya giden bir gemidir, bazilari bu geminin guvertesinde batiya dogru kosarak batiya gittiklerini sanarlar (Filozof Sakallı Celal).
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız