Kayıtlı değilsiniz. Buraya tıklayarak ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
Giris
Hala hesabınız yok mu? Hemen açabilirsiniz. Kayıtlı bir kullanıcı olarak tema yönetici, yorum ayarları ve isminizle yorum gönderme gibi avantajlara sahip olacaksınız.
Kayıt: Apr 26, 2005 Mesajlar: 1118 Nerden: Istanbul
Tarih: Pts May 08, 2006 9:57 am Mesaj konusu:
SUSARAK
Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....
Kayıt: Apr 26, 2005 Mesajlar: 1118 Nerden: Istanbul
Tarih: Sal May 09, 2006 3:32 pm Mesaj konusu: kuvayi milliye 1
Sevgili İlyada'nın (Cem Bey) özel isteği üzerine
KUVAYİ MİLLİYE................... 7. BAP...... NAZIM HİKMET
922 Ağustos Ayı
Ve
Kadınlarımız
Ve
6 Ağustos Emri
Ve
Bir Âletle Bir İnsanın Hikâyesi
Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
«6 Ağustos emri» verilmiştir.
Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgâr.
Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
Vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay battı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.
Motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.
Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikâyei Billûr Köşk»,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabâhat».
Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.
Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.
Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
İnip
baksam...
Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilâl gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...
Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...
Üç numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...
Saatta elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...
Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...
NAZIM HİKMET _________________ ...ece... ciçek motorcu
CBF 150 - "taYYare"
En son cyclist tarafından Sal May 09, 2006 3:37 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Tarih: Çrş May 10, 2006 8:15 am Mesaj konusu: Atatürk'ün yazdığı tek şiir
Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?
Kayıt: May 20, 2004 Mesajlar: 1743 Nerden: jamaica
Tarih: Çrş May 10, 2006 8:52 pm Mesaj konusu:
Aksam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustaligin,
Ne de catal yurek civan olusun.
Kar etmez,inceden icine dolan,
Alip goturen hasrete.
Aksam erken iner mahpushaneye.
Iner,yedi kol demiri,
Yedi kapiya.
Birden,aglamakli olur bahce.
Karsida,duvar dibinde,
Uc dal gece sefasi,
Uc kok hercai menekse...
Ayni korkunc sevdadadir
Gokte bulut,dalga kaysi.
Baslar koymaga hapislik.
Karanlik can sikintisi...
<<Kurdun Gelini>>ni soyler maltada biri,
Bense volta'dayim ranza dibinde
Ve hep olmayacak seyler kurarim,
Gulunc, acemi,cocuksu...
Vurulsam kaybolsam derim,
Cirilciplak, bir kavgada,
Erkekce olsun isterim,
Dostluk da ,dusmanlik da.
Hicbiri olmaz halbuki,
Gecer sunguler namluya.
Baslar gece devriyesi jandarmalarin...
Hirsla cakarim kibriti,
Ilk nefeste yarilanir cigaram,
Bir duman alirim, dolu,
Bir duman,kendimi olduresiye,
Biliyorum, <<sen de mi?>> diyeceksin,
Ama aksam erken iniyor mahpushaneye.
Ve disarda delikanli bir bahar,
Seviyorum seni,
Cildirasiya...
AHMED ARIF _________________ Bora Çalık
Bursa
640 Adv.
En son maximus tarafından Prş May 11, 2006 12:03 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Kayıt: May 20, 2004 Mesajlar: 1743 Nerden: jamaica
Tarih: Çrş May 10, 2006 8:55 pm Mesaj konusu:
SUSKUN
Sus, kimseler duymasin.
Duymasin olurum ha.
Aydim yari gecede
Yesil bir yagmus sonra...
Yagiyor yesil.
En uzak, o adsiz ve kimselersiz,
O yitik yildizlarda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayi, recinesi, koprusu yesil.
Once bendim diyor ve sonra benim...
Olumsuz, guzel ve cetin.
Ezgisidir dolasan butun evreni,
Bilinen, bilinmeyen issizliklari.
Canimi, tuylerimi sarmada simdi
Kendi ruzgariyla vurgun...
Sariyor yesil.
Ruya, butun cektigimiz
Ruya kahrim, ruya zindan.
Nasil da yillari buldu,
Bir misra boyu maceram...
Bilmezler nasil aradik birbirimizi,
Bilmezler nasil sevdik,
Iki yitik hasret,
Iki parca can.
Catladi yuregi cakmaktasinin,
Agliyor gok kusaklarinin serinliginde
Caglardir bogulmus bir su...
Agliyor yesil.
Yivlerinde yesil guller fiskirmis,
Susmus butun namlular...
Susmus dag,
Susmus deniz.
Dunya misil-misil,
Uykular derin,
Yilan su getirir yavru serceye,
Kisir kadin, mavis bir kiz dogurmus.
Memeleri bereketli ve serin...
Sagiyor yesil.
Aydim yari gecede,
Neron, cocuk kitaplarinda cirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad yikintilarda.
Ama hancer tasi sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermislerdi ustune
Bak nasil aliyor, yigit,
Binlerce yil da sonra
Aliyor yesil.
Vurur dagin dorugundan
Atmacamin calkara,
Yalin golgesi.
Kus vurmaz, tansan almaz,
Ama ac, azgin
Kopek baliklariydi parcaladigi
Bak, Tiber saygili, suskun.
Bak nilufer dizisi zinciri.
Bunlar bukagisi, kolbaglaridir,
Cihanin ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillasi Spartakus'un.
Susuyor yesil.
Sus, kimseler duymasin,
Duymasin, olurum ha.
Aymisam yari gece,
Seni bulmusam sonra.
Seni, kaburgamin altin parcasi.
Seni, dislerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana dogurur bizi?
Ruhum...
Misra cekiyorum, haberin olsun
Carsilarin en kucuk meyhanesi bu,
Saclari yuzumde kardes, cocuksu.
Derimizin altinda o olum namussuzu...
Ve Ahmedin isi ilk rasgidisi.
Ilktir dost elinin hancersizligi...
Agliyor yesil.
AHMED ARIF _________________ Bora Çalık
Bursa
640 Adv.
En son maximus tarafından Prş May 11, 2006 12:03 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Desemki sen benim icin,
Hava kadar lazim,
Ekmek kadar mubarek
Su gibi aziz bir seysin;
Nimettensin,Nimettensin !
Desemki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde senliksin,bahcemde bahar,
Ve soframda en eski sarap.
Ben seni de yasiyorum,
Sen bende hüküm sureceksin.
Birak ben söyleyeyim güzelligini,
Rüzgarlarla,nehirlerle,kuslarla beraber.
Günlerden sonra birgün,
Sayet sesimi farkedemessen,
Rüzgarlarin,nehirlerin,kuslarin sesinden,
Bilki ölmüsüm.
Fakat yine üzülme,müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelligini,
Ve neden sonun
Tekrar duydugun gün gökkubbede,
Hatirlaki mahser günüdür
Ortaliga düsmüsüm seni ariyorum !
Kayıt: May 20, 2004 Mesajlar: 1743 Nerden: jamaica
Tarih: Prş May 11, 2006 9:39 am Mesaj konusu:
Yukarıda Yazdığım dizeler Ahmet Arif'e aittir.
AHMED ARIF (1927-1991)
Diyarbakir'da dogdu. Ankara'da Dil ve Tarih-Cografya Fakultesi'nde
ogrenciyken TCK'nin 141. maddesine muhalefette bulundugu saviyla
tutuklandi (1950). Iki yil sonra ayni savla yargilanarak hukum giydi,
hapiste yatti. Mahkumiyet hayati iki yil surdu. Ankara'ya yerleserek
gazetecilik meslegini secti. 1991'de ayni kentte oldu.
Tek siir kitabi:
Hasretinden Prangalar Eskittim (1968).
``...basta Nazim Hikmet olmak uzere, toplumcu siirimizin ortak degerlerinin,
hece siiri, aruz ve halk siirimizin yogun, koklu bir sentezi...'' (Ataol
Behramoglu, 1991) _________________ Bora Çalık
Bursa
640 Adv.
En son maximus tarafından Prş May 11, 2006 12:05 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Bazen daha fazladir her sey
Bir eşikten atlar insan
Yüzüne bakmak istemez yasamin
O kadar azalmistir ki anlam
O zaman git hemen radyoyu aç bir sarki tut
Ya da bir kitap oku mutlaka iyi geliyor
Ya da balkona çik bagir bagirabildigin kadar
Zehir disari akmadan yürek yikanmiyor
Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayriliktan kaçilmiyor
Öylede böylede ayriliktan kaçilmiyor
Hem çok zor hem de çok kisa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutmam aci tatli ne varsa hazinemdir
Acinin insana kattigi degeri bilirim küsemem
Acidan geçmeyen sarkilar biraz eksıktır
Bir siirden, bir sözden
Bir melodiden, bir filmden
Geçirip güzellestirmeden dayanmak zor
Yildizlarin o isikli firçasi azicik degmeden
Bu sahane hüzün tablosu tamamlanmiyor
Bu forumda yeni konular açamazsınız Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız